Cengizhan Güngör
AHMET ŞIK’ın istifasının HDP’nin sorunlarının daha geniş
kesimler tarafından tartışılır/izlenir hale gelmiş olması açısından bir önemi
var. Yoksa Şık bildiğimiz, tanıdığımız Şık. Yine HDP sürecine kadar ‘tek kişilik’
verdiği demokrasi kavgasına devam edecektir, herhalde. En azından bunun aksini
gösteren hiçbir işaret yoktur. Önemli olan da budur. O anlamda isimli isimsiz
birçok insan gibi Şık, hala HDP’lidir. Hal böyleyken Şık’ın istifasının
ardından özellikle bir kısım HDP’linin verip veriştirmesi 'nankörlükle' suçlaması
yersizdir. Şimdi yapılması gereken, HDP açısından, A. Şık istifasından çok
önceleri görünür hale gelen temel sorunların masaya yatırılması zorunluluğudur.
Önemli olan ve acil olan budur.
Belli ki bu sorunların en önemlisi partinin siyaset
üretememesidir, siyaseten tıkanmışlığıdır. Uzunca bir süredir HDP, ‘tepki
siyaseti’ sürdürmekte, iktidar alanı tarafından belirlenen gündemin içerisinde
çırpınmaktadır. Fiziksel olarak da iktidarın/sistemin belirlediği alanlara
sıkışmışlıkta ifadesini bulan bir çıkışsızlık içindedir. En önemli siyaset alanlarından biri olan
meclis, iktidar tarafından adım adım bir kenar süsü haline getirilmiştir ve
maalesef HDP’de bu platformda vitrin tamamlayıcısı bir rolden kendini
kurtaramamaktadır. Hiçbir sonuç üretmeyen, etki yaratmayan kürsü konuşmaları ve
sözüm ona bakanlara yöneltilen ‘sorular’ temelli siyaset tarzı hakim hale
gelmiştir.
Denilebilir ki, üzerindeki eşi benzeri görülmedik rejim
baskısı, itibarsızlaştırma, tecrit, binlerce -parti yöneticisi ve
milletvekillerinden başlayarak- kadronun hapislere doldurulması rejimin
istediği sonucu vermiş ve parti bir çıkışsızlığa mahkum edilmiştir. Parti
liderliği bu çıkışsızlığı sona erdirecek ve yeniden oyunun kuralları ve gündem
belirlemede etkili hale gelinebilecek yolları yaratamamaktadır. Özetle parti
yönetimi siyaseti topluma taşıyabilecek kanalları yaratabilmekte ve proaktif
bir siyaset tarzı oluşturmakta ciddi bir sıkıntı yaşamaktadır.
Öte yandan kuruluş dönemi ölçeğinde bir pratik anlam ifade
etmiş olan ve partinin iç işleyişini belirleyen ‘bileşenler hukuku’; artık bu
ölçekte-kitlelere ve demokratik kamuoyuna malolmuş bir partinin- işleyişinin
önünde ayak bağı haline geldi. Artık programında ifadesini bulan anlayışa uygun
olarak şeffaf, demokratik aşağıdan yukarıya bir parti işleyişinin inşası için
harekete geçme, bileşenlerle bu konuda bir demokratik mutabakat oluşturma çabası
içine girmek gerekmiyor mu? Oligarşik rejime karşı güçlü bir demokrasi dalgasının
ve barış talebinin üzerinde vücut bulmuş bu partinin verili iç işleyişinin
yarattığı sorunların üzerine eğilmesinin zamanı geldi geçiyor.
Bu konuda en temel sorumluluk, partinin kuruluş
motivasyonunu oluşturan Kürt siyasi hareketinin omuzlarındadır. Bu zorlu ve
yeni döneme uygun bir yapısal dönüşüm için, salt HDP'nin esenliği ve
güçlendirilmesi için yürütülecek çalışmaya aktif ve ön koşulsuz katılmalıdır.
Bunları söylemek kolay kuşkusuz. Özellikle dünya çapında
radikal sağ rejimlerin güçlendiği, aynı ölçekte ciddi bir ekonomik buhranın
kapıda olduğu, bölgesel çaptaki savaşlarda ifadesini bulan rekabetin bir dünya
savaşı ihtimalini konuşulur hale getirdiği, toplumsal mücadelelerin dibe
vurduğu şeklinde genel kabul gören tasvirlerin dillendirildiği koşullarda.
Ama siyaset zaten ‘imkansızı mümkün hale getirme’ çabası değil
midir?
Kaldı ki yeni rejimin ittifakının ana unsurlarının siyaseten
eriyor olmaları ve ciddi bir krizin içinde olmaları, kendilerini bu tarzda
yeniden üretemiyor olmaları demokrasi güçlerinin avantajlarına işaret
etmektedir. Eğer demokrasi güçleri başka türlü bir varlık inşa edemezlerse,
rejim demokrasiden arta kalan kırıntıları da tasfiye ederek kendisine yeni bir
yol açacaktır.
Bu sorunlarda aşama katedilemezse HDP’yi bekleyen; CHP
merkezli bir ittifakın peşinden sürüklenme, ‘çözüm süreci’ beklentisi/ham
hayali peşinde giderek erime ve ‘bileşenlerine’ ayrışma tehlikesidir.