22 Ocak 2015 Perşembe

Kim demiş AKP iktidarlarının bu memlekete hiçbir hayrı dokunmadı, diye!

Kim demiş AKP iktidarlarının bu memlekete hiçbir hayrı dokunmadı, diye!POLİTİKA
1,6
    
19.01.2015

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babaları 1923’de yeni devletin temellerini atarken önemli meşguliyet alanlarından biri de İslamın devletleştirilmesi oldu. Süreç içinde oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı da dinin devletleştirilmesi  etabının kurumsal anlamda taçlandırılmasıydı. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması sürecin önemli adımlarından.
‘Batılılaşma’ projesi, ‘Kılık Kıyafet Devrimi’-bu başlıkta şapka devriminden özel olarak söz etmek gerekir-, ‘Halifeliğin ilgası’, Osmanlı’dan radikal kopuş anlamına gelen tedbirler ve düzenlemeler daha sonraki neredeyse 80 yıllık sürece damgasını vuracak bir ‘yeni’ muhalefet alanının döl yatağını da oluşturdu.
Güçlü bir iktidar odağı olarak hep varolagelmiş geleneksel ve tarihi bölünmüşlüğüyle İslam, artık, yeni devletin nizamatı içinde yeralmak ve onun sultası ve çıkarları çerçevesinde yaşamını sürdürmek zorundaydı. İslami politik kadrolar bir taraftan yeni müesses nizamın ideolojik payandalarından biri olarak-azınlıkların tasfiyesi, Komünizmle Mücadele Dernekleri, sosyal uyanışın bastırılması- rollerini layıkıyla oynarken; diğer yandan iktidardan pay alma ve giderek iktidarı ele geçirme faaliyetlerini kendilerine ait yöntemlerle ısrarla sürdürdüler. Aksi de düşünülemezdi, çünkü İslam özü itibarıyla doğuşundan itibaren hep iktidarı hedefleyen bir dindi.
Yeni müesses nizam sahipleri de araçsallaştırılabilme potansiyeli dolayısıyla gerek İslami ideolojiye ve onun  politik kadrolarına kısmi olanaklar tanıdılar ve onlar için kimi alanlar yarattılar, daha doğru bir ifadeyle onların çeşitli iktidar alanları yaratmalarına göz yumdular. Özetle İslamı kendilerine ideolojik dayanak yapan kadrolar kimi zaman öne çıkarak, kimi zaman gerilere itilerek iktidar taleplerini ve organizasyonlarını ısrarla ve inatla sürdürdüler.
Cumhuriyet tarihi boyunca diğer bütün muhalif odakların yanında politik İslam da önemli bir damar olarak kendini var edebilmeyi başardı. Bu ‘denememiş’ iktidar seçeneği, asırlara dayanan İslam’ın ideolojik etkisini de arkasına alarak, müesses nizamın politik-ekonomik kurumlarının yapısal krizinin yarattığı elverişli koşullarda, zaman içinde güçlenen sermaye sınıflarını da arkasına alarak 2002 yılında müesses nizamın kalesinin surlarına dayandı.
Politik olarak defaeten kandırılmış, ekonomik olarak derin krizlerle yoksullaştırılmış, her türlü demokratik hak ve özgürlükleri yok edilmiş, hak arama yolları baskılanmış geniş halk kitleleri, düşük yoğunluklu yıllardır süren savaş ortamının yarattığı koşullarda politik İslamın kendini yenilenmiş(!) göstermeyi becerebilen politik partisi AKP’ye büyük bir oy desteği sundu ve onu tek başına iktidar yaptı. Derin umutsuzluk ve çok yoğun yaşanan toplumsal yorgunluk ortamında politik İslamın kurumu AKP, gerek İslami değerleri alabildiğine sömürerek, gerekse yoğun demokrasi vaatleriyle denenmemiş ve o ölçüde de yıpranmamış bir güç olarak halktan ruhsat aldı.
GÜNÜN SONUNDA…
12. yılını yaşadığımız AKP iktidarı dönemi, bir çok olumsuz-yıkıcı gelişmenin yanında siyasi hayatımıza politik İslamın bir seçenek olmaktan çıkması gibi bir olumluluk devredecek görünüyor. Politik islamın bu siyasi kurumunun 12 yıllık tek parti iktidarı, bütün icraatlarıyla, yolsuzluk ve rüşvet skandallarıyla, politik kayırmacılık ve özgürlük düşmanı karakteriyle aslında eski rejim kadrolarından zerre kadar farkları olmadığını bütün çıplaklığı ile gözler önüne serdiler. Aynı zamanda sofraya sonradan oturan güçler olarak daha bir hırslı, daha bir aç gözlü ve daha bir gaddar olduklarını dosta düşmana gösterdiler. Ahlaki standartları çok daha aşağılara çekerek yalanı iktidar üslubu yaparak, ellerindeki gücü iktidarlarının tahkimatı ve esenliği için kullanmaktan çekinmeyerek dolu dizgin baş aşağı gidiyorlar. Öyle ki artık İslamı temel alan politizasyon, meşru siyaset zeminlerinin bir seçeneği olmaktan AKP iktidarıyla birlikte çıkacak gibi görünüyor.
Bu firavunlaşan, mağdurluktan(!) madunluğa ve zalimliğe terfi eden politik İslami kadrolar, yukarıda ifade ettiğimiz anlamda hayırlı bir rol oynamışlardır.  Hal böyledir, ancak bu çürümüşlük ve kokuşmuşluk iki alternatifin önünü açıyor. Bir yandan hakimiyet için her türlü yolu mübah gören ve son derece acımasız gözü kara bir şiddeti temel alan, tam ve mutlak iktidar talep eden silahlı radikal İslamcı güçler. Ki bu güçler, denk düşen kimi uluslararası koşullardan da besleniyorlar. Diğer yanda her çeşidiyle özgürlükçü, demokratik güçler. Bu alternatiflerden hangisinin önünün açılacağının-zaferini değil- sınanacağı dönüm noktası 2015 Haziran seçimleridir.
Bu süreci taçlandıracak olan ve bu iktidar çürümüşlüğüne son verecek olan gelişme, bütün demokrasi güçlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sosyalistlerin, emekçilerin halkların kardeşliğine dayalı özgür ve seküler bir yaşam için 2015 seçimlerine yönelik güçlerini birleştirebilmeleriyle sağlanacaktır. Bu anlamda HDP, Birleşik Haziran Hareketi ve bütün diğer sosyalist ve demokrat güçlere ve bütün olumsuz göstergelere rağmen CHP’ye büyük iş düşmektedir.  Geniş halk kitlelerinin önüne umudu artıracak olan bir seçenek sunma görevi…
Bu sınavın telafisi ya da ‘ikmali’ yok…
Cengizhan Güngör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...