Geçenlerde
sosyal medyada bir paylaşıma denk geldim; ‘karşısındaki aday gazoz kapağı olsa
hiç tereddüt etmez oyumu veririm arkadaş’ diyordu. Diyeceksiniz ki bu yaklaşım
yeni değil. Evet bir dönem için önerilen siyasi tutum(!) sloganı da ‘tatava
yapma bas geç’ idi. Epeyi gürültü koparmış, sağdan soldan tartışmalara konu
olmuştu. Yine öneriliyor. Seçim günü yaklaştıkça daha da üst perdeden dile
getirileceğe benziyor.
Aslında çok
partili siyasi tarihimize genel olarak bakıldığında seçmenin oy verme tutumunun
yukarıdaki slogan etrafında şekillendiği iddia edilebilir. Evet yukarıdaki
haliyle bu sloganın, bu şekilde ifade edilmesi çok yakın bir tarihte gerçekleşmiş
olabilir. Ancak formülasyonu, kötünün iyisini tercih etmek ya da ‘şu gitsin de,
önemli olan şimdi bu’ diye içeriklendirirsek oy verme tarihselliğine bu
sloganın damga vurduğunu iddia etmek pek de yanlış olmaz. Bu çerçevede oy verme
dürtümüze esas olarak bir tepkiselliğin damga vurduğu söylenebilir. Bir parti
iktidarından ya da adaydan çok canımız yanmıştır(!) alternatifinin ne
söylediği/vaat ettiği/programı ve hatta samimiyetini sorgulamadan oy veriririz.
Çoğu zaman ‘o öneriyorsa o’na veririz’ tutumu ağır basmaz mı? Ya da ‘hemşeri’
olmamız, aynı etnik kökene, aynı inançsal aidiyete bağlı olmamız tercihlerimizi
belirlemez mi? Neredeyse geride bıraktığımız yarım yüzyıla bakarsak o tarihi
galeride egemen figürlerin-Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan, Erdoğan..vb- korku
tünelini göreceğiz. Ve tabii ki faşist diktatörlüklerin belirlediği yıllarımıza.
Yeterince ürkütücü değil mi?
‘Aman şu
Kenan Evren faşizmi hele bi bitsin’ motivasyonu egemen oldu, Özal’a sarıldık. Şimdi
ismi her geçtiğinde tüylerimizi ürperten ‘sarışın güzel kadın’ neredeyse umut
olmamış mıydı bir dönem? Hakeza ordu/asker, kurtarıcı olmadı mı genel eğilimin
gözünde? Aslında siyaset sahnesinin egemenleri de bu seçmen zaafını çok iyi biliyorlar
ki, bize EKMELEDDİN’i büyük vaatlerle sundular. Kabus gibiydi değil mi, bu
günlerden baktığımızda.
‘Aman
kardeşim ne yapıyoruz? Bu adam ya da kadın ya da parti kimdir neyin nesidir,
programı nedir, hangi sınıfı temsil eder, bizim ihtiyacımız daha yavaş bir ölüm
müdür(!) yoksa ölüm(!) tehlikesini ortadan kaldırmak mıdır’ diyenler olmadı mı,
tabii ki oldu. Fazlasıyla oldu. Sosyalistler, devrimciler demokratlar. Korkunç bedeller ödeyerek.
Ama biz sınıf
mensubiyetimizi önemsemedik, nasıl bir dünya istediğimiz zihinsel mesaimizi meşgul
etmedi. Biz kimiz, çıkarlarımız kimlerle birleşmemize, kaderimiz kimlerle
hareket etmemize bağlı, düşünmedik. En basit insani haklarımız için,
ideallerimiz için örgütlenmek, birlikte hareket etmek aklımıza gelmedi.
Yıllardır makus bir talihin/tarihin içinde debeleniyoruz.
Yine bir yol
ayrımındayız. Yine bizi ‘ölümü gösterip sıtmaya razı olmaya’ ikna etmek için kolları
sıvadılar. Yine sosyalistleri, demokratik oluşumları, kimi siyasi partileri, mesela
Demokrasi İttifakı’nı 6’lı masaya biat etmeye zorluyorlar. Kayıtsız şartsız. Tartışmasız.
‘Bırakın ilkelerinizi, farklı bir dünya tahayyüllerinizi bir kenara 6’lı
masanın etrafında saf tutun’ diyorlar. ‘Onlar size yüz vermeseler de, sizle bir
araya gelmekten köşe bucak kaçsalar da, geçmişleri ne olursa olsun, unutun’
diyorlar. ‘Şu toplum kesiminin taleplerinden köşe bucak kaçıyorlar mı, şu inanç
grubunun hakları onları ilgilendirmiyor mu, LGBTi + üyelerinin, Kürtlerin, alevilerin şeytanlaştırılmasına
ses çıkarmıyorlar mı’ önemsemeyin. ‘Herşeyin bir zamanı var, hele bi şu gitsin’
diyorlar.
Tarih tekerrür etmesin mi? O zaman özgürlük, eşitlik, barış ve emek eksenli taleplerimizi daha güçlü bir şekilde savunacağız. En geniş demokrasi ittifakı için kolları sıvayacağız. EMEK ve ÖZGÜRLÜK İttifakı için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder