10 Mayıs 2019 Cuma

KENDİMLE SÖYLEŞİ ve HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLABİLİR DE, OLMAYABİLİR DE!

*Sen 31 Mart seçimleri gündeme geldiğinde, birkaç ay öncesinden ‘boykot’ demiştin. 31 Mart seçim sonuçları seni yanlışladı. Muhalefet 3 büyük şehir dahil, önemli büyük şehirleri kazanarak umutsuzluk duvarını deldi. Kitleler uzun yıllardır ilk defa tek adam iktidarının da yenilebileceğini deneyimlemiş oldu. Bir özeleştiri ihtiyacı duyuyor musun?
-Boykot fikrini savunurken, muktedirin seçimlere yönelik konuşmalarının-‘kazansalar bile gecikmeden kayyum atarız’…vb-, özellikle HDP’lilere yönelik seri tutuklamaların bende yarattığı olumsuz izlenimlerden ve muhtemel hilelerle seçimleri kendi lehine çevirme ihtimalinden-yaşanmış deneyimlerden yola çıkarak-  hareket ediyordum. Seçimlerin-16 Nisan referandumu, 24 Haziran örneğinden hareketle- Beştepe iktidarının toplumsal rıza devşirme aracı haline geldiğini düşünüyor; bu oyuna bir son vermek için rejime demokratik bir görüntü vermeyi amaçlayan seçimlerin bir figüranı olunmamalı diyordum. Ayrıca muhalif damarın en kitlesel gücü olan CHP’nin Kürtlere, onların ve siyasilerinin üzerindeki baskılara olan kayıtsızlığı da boykot fikrinin diğer bir motivasyonu idi. Şimdi geriye doğru baktığımda üç olguyu öngöremediğimi düşünüyorum.
1.Kürtlerin kayyum atanmış belediyelerini geri almayı bir tutku halinde yaşadıklarını ve buna tutkuyla inandıklarını göremedim. Öyle ya da böyle baskı(hatırlayınız müthiş baskılar vardı) ve hileyle de olsa belediyelerini yine kaybedebileceklerini ve bu durumun da daha büyük bir hayal kırıklığı yaratacağını düşündüm. Ciddi bir öngörüsüzlük. Onca baskıya ve tehdite rağmen Kürtler inanmışlardı.
2.Ülke yurttaşlarının seçimlere verdiği önemi: kısa dönemli-’46’dan beri- bir ‘seçme’ olanakları olsa da bu olguyu  iyice içselleştirdiklerini göremedim. Seçimlere fena halde inanıyorlardı. Ve nitekim katılım, bir önceki seçimlerdeki oranın-%88- altına-%83- düşse de yüksek bir oranda gerçekleşti.
3.Beştepe iktidarının yurttaşların oy verme iradesi üzerindeki etkisini abartmış olduğum da ayrı bir gerçek.

*Bir de ‘fabrika ayarlarına dönmek’ fikrin vardı, dillendirdiğin. Hala aynı kanaatte misin ve nedir bu ‘fabrika ayarları’ dediğin?
-Bu fikir hem boykot tartışmalarının çekiciliğine, hem de benim bu fikri henüz oluşturma aşamasında olduğum gerçeğine kurban gitti ve yeterince tartışılamadı. Bunca zaman sonra da aynı kanaatteyim. ‘Fabrika ayarlarından’ kastım şudur; aslında adı da üzerinde ‘fabrikalara ve üretim alanlarına’ dönmek. Sosyalistlerin birincil görevinin bu yolculuğun araçlarını, yollarını bulmak olduğunu düşünüyorum. Hemen denecektir ki, hem mekansal olarak emekçi semtlerinden kopmuş, hem de ağırlıklı olarak küçük burjuva ve orta alt-sınıflara ait kadrolardan oluşan sosyalist hareket nasıl olacaktır da fabrikalara ve üretim alanlarına dönecektir? Bu boyutuyla soru; hepimizin önünde duran bir sorundur ve ancak ortak akıl üretimiyle çözüm yolları bulunabilir. Bu anlamda sorun benim boyumu aşar. Ancak şunu çok iyi biliyorum; diktatörlük formatında yepyeni bir rejim inşa etme çabaları ancak bu yönelimle sekteye uğratılabilir. Kuşkusuz bu süreç orta/uzun vadeli bir süreçtir.  Zaten yeni rejimi kitle inisiyatifiyle altetme süreci de böyle bir süreçtir. Artık bu sorunu-üretim alanlarından kopukluk- masaya yatırma zamanı gelmedi mi? Ekonomik krizin derinleştiği ve işten çıkarmaların ve akabinde direniş eğilimlerinin arttığı bu zamanda. DEMOKRASİ için üretimden gelen güç önemli. Onlar henüz siyaset sahnesinde yeterince yoklar...

*Bir de ‘Beştepenin gündemi belirlediği bir alana sıkıştık’, ‘seçimlere endeksli bir siyaset izleme tarzından kurtulmalıyız’ demiştin.
-Hala aynı kanıdayım. Ancak 31 Mart seçim sonuçları Beştepe’yi fena halde sarsmış olmalı. Öngöremediği bir şey gerçekleşti. Şimdi öfkeyle yeniden kendisinin belirlediği gündeme dönülmesi için İstanbul’a yüklenecek. Her şart altında döndüğü yer bıraktığı yer olmayacak; İstanbul’u geri alsa bile! 31 Mart sonuçlarıyla ciddi bir yara aldığı çok açık. Bu yaşanılanlar toplumsal rıza üretimi için bir enstrüman olarak kullandığı seçim olgusunun artık pek de tekin olmadığını göstermiş olmalı. 74 yıllık bir seçim geleneği olan ve yurttaşlarının bu seçim olgusunu içselleştirdiği bir ülkede ‘artık seçim meçim yok demek’ açık ki hiç de kolay değil. Ancak seçimleri YSK’da, seçim kurullarında yapılacak değişikliklerle, yasal düzenlemelerle tam denetim altına almak isteyeceklerini  öngörebiliriz. Ancak şurası su kaldırmaz bir biçimde açıktır. İlk fırsatta yerel yönetimler mevzuatında yapılacak yeni düzenlemelerle, eski rejimden nisbi demokratik alanlar olarak tevarüs edilen bu mekanizma oligarşik, tek merkezden yönetilen inşa sürecine uygun hale getirilmeye çalışılacaktır. Nitekim bu amaçla kimi uygulamalar hemen başlatılmış ve yasal düzenlemeler tartışılmaya başlamıştır. Özetle kendi gündemimizi oluşturmalıyız.

*Bu sözlerden ‘her şey çok güzel olmayabilir’ gibi bir anlam çıkardım.
-Kesinlikle, olmayabilir. Kötü ama kuvveti hiçbir şekilde yadsınamayacak bir ihtimaldir. 23 Haziran seçimleri Beştepe için; bir yanıyla devasa bir rant dağıtım kapısının yeniden ele geçirilmesinden belki de daha çok, yaralarını sarma, kendi seçmen potansiyeli ve kadroları üzerinde yeniden hakimiyet kurabilme aracı olarak görülmektedir. Oligarşi bu alana bütün gücüyle yüklenecektir. Daha şimdiden bir seferberlik ilan edilmiştir. Bir kere öncelikli olarak bilince çıkarmamız gereken Beştepe merkezli iktidarın geri dönüş yapma, seçimlerle yumuşak bir geri çekilişe imkan verme gibi bir şansı yoktur. O eşik aşılmıştır. Kılıçdaroğlu’nun yerel yönetimlerle ilgili olarak ilettiği ‘devri sabık yaratmayacağız’ mesajının bir karşılığı yoktur. Ayrıca en kötümser tahminle %35 oranında ciddi bir seçmen desteğine sahipler. UMUDA olduğu kadar GERÇEKÇİ olmaya ihtiyacımız var.

*Yani?
-Muhalif potansiyel korku duvarını aşmıştır, birleşmenin ve dayanışarak kazanmanın tadına varmıştır. Güven kazanmıştır. Bütün eksikliklerine rağmen özellikle CHP tabanında HDP’nin öcü olmaktan çıkma süreci bir ivme kazanmıştır. Bütün muhalif sektörler de seferberlik rüzgarı esmektedir. Bu anlamda ‘her şeyin çok güzel olması’ ihtimali de aynı oranda kuvvetli bir ihtimaldir. Ama unutulmamalıdır ki, ‘düğme’ hala Beştepe’dedir. Bütün devlet kurumları-gizli, açık-, medya, yargı oradan yönetilmektedir.  Kendi kendimize gaz vermeye ihtiyaç yok, çalışmaya ihtiyaç var. Kuşkusuz İstanbul seçimleri kazanılırsa demokrasi yolunda büyük bir mesafe katedilecektir. Çok sinirleneceklerdir ve daha büyük hatalar yapma ve diktatoryal inşa süreçlerini daha özensiz(!) bir şekilde sürdürme durumunda kalacaklardır. Ama belli ki 23 Haziranda iktidar değişmeyecektir.

*İstanbul seçimleri iptal edildiğinde de ‘boykot’ dedin.
-Evet. Bu aleni hukuksuzluğa, gayri ahlakiliğe,…vb-olayın nitelemesinde daha bir çok kötü sıfat sayılabilir- güçlü bir karşılık verilmeliydi, oyunun dışına çıkarak. Çalışmadıkları, alışık olmadıkları, beklemedikleri yerden yüklenerek. Ama bu boykot eylemi en azından CHP ve HDP’nin birlikte uygulaması ile etkili olabilirdi. Parlamentoyu da kapsamalıydı. Olması zayıf bir ihtimaldi. Nitekim gerçekleşmedi. Ve böylece de açığa düştü. Ancak bir nokta önemli, boykot fikriyatı artık beş-altı ay öncesine göre daha kuvvetli ve geniş bir temele oturuyor. Bunu da bir yere kaydetmek gerek. CHP karar alırken en önemli tartışma konusu buydu. Ha keza boykot düşüncesi Akşener’den, T. Kazan’a ve daha bir çok kanaat önderine kadar daha başat tartışma konusu oldu. Seçimin iptali ile birlikte.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...