*Sen 31 Mart seçimleri gündeme geldiğinde, birkaç ay
öncesinden ‘boykot’ demiştin. 31 Mart seçim sonuçları seni yanlışladı.
Muhalefet 3 büyük şehir dahil, önemli büyük şehirleri kazanarak umutsuzluk
duvarını deldi. Kitleler uzun yıllardır ilk defa tek adam iktidarının da
yenilebileceğini deneyimlemiş oldu. Bir özeleştiri ihtiyacı duyuyor musun?
-Boykot fikrini savunurken, muktedirin seçimlere yönelik konuşmalarının-‘kazansalar
bile gecikmeden kayyum atarız’…vb-, özellikle HDP’lilere yönelik seri
tutuklamaların bende yarattığı olumsuz izlenimlerden ve muhtemel hilelerle seçimleri
kendi lehine çevirme ihtimalinden-yaşanmış deneyimlerden yola çıkarak- hareket ediyordum. Seçimlerin-16 Nisan
referandumu, 24 Haziran örneğinden hareketle- Beştepe iktidarının toplumsal
rıza devşirme aracı haline geldiğini düşünüyor; bu oyuna bir son vermek için rejime demokratik
bir görüntü vermeyi amaçlayan seçimlerin bir figüranı olunmamalı diyordum. Ayrıca
muhalif damarın en kitlesel gücü olan CHP’nin Kürtlere, onların ve
siyasilerinin üzerindeki baskılara olan kayıtsızlığı da boykot fikrinin diğer
bir motivasyonu idi. Şimdi geriye doğru baktığımda üç olguyu öngöremediğimi
düşünüyorum.
1.Kürtlerin kayyum atanmış
belediyelerini geri almayı bir tutku halinde yaşadıklarını ve buna tutkuyla inandıklarını
göremedim. Öyle ya da böyle baskı(hatırlayınız müthiş baskılar vardı) ve
hileyle de olsa belediyelerini yine kaybedebileceklerini ve bu durumun da daha
büyük bir hayal kırıklığı yaratacağını düşündüm. Ciddi bir öngörüsüzlük. Onca
baskıya ve tehdite rağmen Kürtler inanmışlardı.
2.Ülke yurttaşlarının seçimlere
verdiği önemi: kısa dönemli-’46’dan beri- bir ‘seçme’ olanakları olsa da bu
olguyu iyice içselleştirdiklerini göremedim.
Seçimlere fena halde inanıyorlardı. Ve nitekim katılım, bir önceki seçimlerdeki
oranın-%88- altına-%83- düşse de yüksek bir oranda gerçekleşti.
3.Beştepe iktidarının
yurttaşların oy verme iradesi üzerindeki etkisini abartmış olduğum da ayrı bir
gerçek.
*Bir de ‘fabrika ayarlarına dönmek’ fikrin
vardı, dillendirdiğin. Hala aynı kanaatte misin ve nedir bu ‘fabrika ayarları’
dediğin?
-Bu fikir hem boykot tartışmalarının çekiciliğine, hem de
benim bu fikri henüz oluşturma aşamasında olduğum gerçeğine kurban gitti ve
yeterince tartışılamadı. Bunca zaman sonra da aynı kanaatteyim. ‘Fabrika
ayarlarından’ kastım şudur; aslında adı da üzerinde ‘fabrikalara ve üretim
alanlarına’ dönmek. Sosyalistlerin birincil görevinin bu yolculuğun araçlarını,
yollarını bulmak olduğunu düşünüyorum. Hemen denecektir ki, hem mekansal olarak
emekçi semtlerinden kopmuş, hem de ağırlıklı olarak küçük burjuva ve orta
alt-sınıflara ait kadrolardan oluşan sosyalist hareket nasıl olacaktır da
fabrikalara ve üretim alanlarına dönecektir? Bu boyutuyla soru; hepimizin
önünde duran bir sorundur ve ancak ortak akıl üretimiyle çözüm yolları
bulunabilir. Bu anlamda sorun benim boyumu aşar. Ancak şunu çok iyi biliyorum;
diktatörlük formatında yepyeni bir rejim inşa etme çabaları ancak bu yönelimle
sekteye uğratılabilir. Kuşkusuz bu süreç orta/uzun vadeli bir süreçtir. Zaten yeni rejimi kitle inisiyatifiyle altetme
süreci de böyle bir süreçtir. Artık bu sorunu-üretim alanlarından kopukluk- masaya
yatırma zamanı gelmedi mi? Ekonomik krizin derinleştiği ve işten çıkarmaların ve akabinde direniş eğilimlerinin arttığı bu zamanda. DEMOKRASİ için üretimden gelen güç önemli. Onlar henüz siyaset sahnesinde yeterince yoklar...
*Bir de ‘Beştepenin gündemi belirlediği bir alana sıkıştık’,
‘seçimlere endeksli bir siyaset izleme tarzından kurtulmalıyız’ demiştin.
-Hala aynı kanıdayım. Ancak 31 Mart seçim sonuçları Beştepe’yi
fena halde sarsmış olmalı. Öngöremediği bir şey gerçekleşti. Şimdi öfkeyle
yeniden kendisinin belirlediği gündeme dönülmesi için İstanbul’a yüklenecek.
Her şart altında döndüğü yer bıraktığı yer olmayacak; İstanbul’u geri alsa bile!
31 Mart sonuçlarıyla ciddi bir yara aldığı çok açık. Bu yaşanılanlar toplumsal
rıza üretimi için bir enstrüman olarak kullandığı seçim olgusunun artık pek de
tekin olmadığını göstermiş olmalı. 74 yıllık bir seçim geleneği olan ve yurttaşlarının
bu seçim olgusunu içselleştirdiği bir ülkede ‘artık seçim meçim yok demek’ açık
ki hiç de kolay değil. Ancak seçimleri YSK’da, seçim kurullarında yapılacak
değişikliklerle, yasal düzenlemelerle tam denetim altına almak isteyeceklerini öngörebiliriz. Ancak şurası su kaldırmaz bir
biçimde açıktır. İlk fırsatta yerel yönetimler mevzuatında yapılacak yeni
düzenlemelerle, eski rejimden nisbi demokratik alanlar olarak tevarüs edilen bu
mekanizma oligarşik, tek merkezden yönetilen inşa sürecine uygun hale
getirilmeye çalışılacaktır. Nitekim bu amaçla kimi uygulamalar hemen başlatılmış
ve yasal düzenlemeler tartışılmaya başlamıştır. Özetle kendi gündemimizi
oluşturmalıyız.
*Bu sözlerden ‘her şey çok güzel olmayabilir’ gibi bir anlam
çıkardım.
-Kesinlikle, olmayabilir. Kötü ama kuvveti hiçbir şekilde
yadsınamayacak bir ihtimaldir. 23 Haziran seçimleri Beştepe için; bir yanıyla
devasa bir rant dağıtım kapısının yeniden ele geçirilmesinden belki de daha çok,
yaralarını sarma, kendi seçmen potansiyeli ve kadroları üzerinde yeniden
hakimiyet kurabilme aracı olarak görülmektedir. Oligarşi bu alana bütün gücüyle
yüklenecektir. Daha şimdiden bir seferberlik ilan edilmiştir. Bir kere öncelikli
olarak bilince çıkarmamız gereken Beştepe merkezli iktidarın geri dönüş yapma,
seçimlerle yumuşak bir geri çekilişe imkan verme gibi bir şansı yoktur. O eşik
aşılmıştır. Kılıçdaroğlu’nun yerel yönetimlerle ilgili olarak ilettiği ‘devri
sabık yaratmayacağız’ mesajının bir karşılığı yoktur. Ayrıca en kötümser tahminle %35 oranında ciddi bir seçmen desteğine sahipler. UMUDA olduğu kadar
GERÇEKÇİ olmaya ihtiyacımız var.
*Yani?
-Muhalif potansiyel korku duvarını aşmıştır, birleşmenin ve
dayanışarak kazanmanın tadına varmıştır. Güven kazanmıştır. Bütün
eksikliklerine rağmen özellikle CHP tabanında HDP’nin öcü olmaktan çıkma süreci
bir ivme kazanmıştır. Bütün muhalif sektörler de seferberlik rüzgarı
esmektedir. Bu anlamda ‘her şeyin çok güzel olması’ ihtimali de aynı oranda
kuvvetli bir ihtimaldir. Ama unutulmamalıdır ki, ‘düğme’ hala Beştepe’dedir.
Bütün devlet kurumları-gizli, açık-, medya, yargı oradan yönetilmektedir. Kendi kendimize gaz vermeye ihtiyaç yok,
çalışmaya ihtiyaç var. Kuşkusuz İstanbul seçimleri kazanılırsa demokrasi
yolunda büyük bir mesafe katedilecektir. Çok sinirleneceklerdir ve daha büyük
hatalar yapma ve diktatoryal inşa süreçlerini daha özensiz(!) bir şekilde sürdürme
durumunda kalacaklardır. Ama belli ki 23 Haziranda iktidar değişmeyecektir.
*İstanbul seçimleri iptal edildiğinde de ‘boykot’ dedin.
-Evet. Bu aleni hukuksuzluğa, gayri ahlakiliğe,…vb-olayın
nitelemesinde daha bir çok kötü sıfat sayılabilir- güçlü bir karşılık
verilmeliydi, oyunun dışına çıkarak. Çalışmadıkları, alışık olmadıkları,
beklemedikleri yerden yüklenerek. Ama bu boykot eylemi en azından CHP ve HDP’nin
birlikte uygulaması ile etkili olabilirdi. Parlamentoyu da kapsamalıydı. Olması
zayıf bir ihtimaldi. Nitekim gerçekleşmedi. Ve böylece de açığa düştü. Ancak
bir nokta önemli, boykot fikriyatı artık beş-altı ay öncesine göre daha
kuvvetli ve geniş bir temele oturuyor. Bunu da bir yere kaydetmek gerek. CHP
karar alırken en önemli tartışma konusu buydu. Ha keza boykot düşüncesi Akşener’den,
T. Kazan’a ve daha bir çok kanaat önderine kadar daha başat tartışma konusu
oldu. Seçimin iptali ile birlikte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder