15 Nisan 2019 Pazartesi

MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ



Şu sıralar madalyonun öteki yüzünü görmekte pek istekli değiliz. Anlaşılabilir. 17 yıllık bir karabasan iktidarının kendini konsolide etme sürecinde tam da ‘rahata ermeye ramak kalmışken’ 31 Mart seçimleriyle aldığı darbe umutlanılamayacak, küçümsenecek bir olgu değil. 31 Mart seçim sonuçları, Beştepe iktidarının 7 Haziran seçim sonuçlarıyla aldığı ölümcül yarayı sağaltmaya çalışırken, aldığı başka bir şok edici darbe oldu. Rant edinildiği ve rantın paylaşıldığı kurumların kaybı hayati önemde. Ve daha da önemlisi bu süreç devam edeceğe benziyor. Üstelik son seçim sonuçlarının ayırtedici özelliği-İktidar açısından- hastalığın hayati organlara yani sarsılmaz sanılan çekirdek seçmen kitlesine sirayet etme eğiliminde olması. Evet, bugün dünkünden daha fazla umutlu ve iyimser olmak için neden var. Sevinmeliyiz ve geleceğe daha da umutla bakabiliriz. Her şey bir kenara muhalefet güçlerinin özgüven kazanmasına yol açması bakımından. Ama bu yazının konusu bu değil.

Madalyonun bir de öteki yüzü var. Madalyonun öteki yüzü çok da bilinmedik, keşfedilmesi için çok üstün bir analiz yeteneği gerektirmeyecek açıklıkta ortada duruyor. Ancak bunca yıllık baskı ortamından kurtulmanın işaretleri ortaya çıkmışken kimilerimiz, madalyonun öteki yüzünün dile getirilmesini karamsarlık ve umutsuzluk yayma olarak görüyorlar. Refleksif ve çok anlaşılabilir. Ama maalesef madalyonun bir de öteki yüzü var, irademizden ve duygularımızdan bağımsız olarak.

Madalyonun öteki yüzünde şunlar var-ayrıntıya girmeden-;
-Beştepe iktidarının yerleşme ve kendini konsolide etme çabalarıyla devam eden süreç orjinal bir süreç; bir rejimin bütün kurumlarıyla tasfiye edilip yeni bir rejimin inşa edildiği bir süreç. Bu ülkenin başına çok da sık geldiği söylenemez. Totaliter bir rejim, kendi kurum ve kadrolarıyla yeni bir rejimi eskinin enkazı üzerinde ve fakat eskinin en olumsuz kurum ve davranış kalıplarını da tevarüs ederek inşa ediliyor. Ve görünen o ki, epeyce bir mesafe de katedilmiş. Bu saptama birçok başka şeyin yanında özel olarak, bu inşanın sahiplerinin tedrici bir biçimde ve olağan yöntemlerle iktidardan çekilmeyeceğine işaret eder. Bir başka şekilde söylenecek olursa, toplumsal meşruiyet alanında elde edilen başarıların hakkını verirken abartıya kaçmamak gerekir. Yine başka bir deyimle muktedirler, şimdiye kadar seçimler yoluyla döne döne sağladıkları toplumsal meşruiyeti bir yöntem olarak terk etme potansiyeli taşıyorlar. İstanbul belediyesinin mazbatasını vermemek için gösterilen direnç, iş iktidar mzbatası(!) noktasına geldiğinde nereye evrilebileceğini göstermesi bakımından derslerle dolu bir örnek.

-Bütün müesses legal inzibati güçler, yargı ve özellikle medya esas olarak iktidarın elinde. Ha keza para militer güçlerin örgütlenmesinde önemli mesafeler katedildiği de basında çok sık söz edilen konular arasında.

-17 yıllık bir iktidar düşünün ve 17 yılın sonunda bu iktidar, soğanın 11 lira, patatesin 6 lira olduğu, yani son derece etkili bir ekonomik krizin halk nezdinde bizzat yaşandığı, tarımın bitirildiği, sanayi üretiminin gerilediği bir ortamda hala kılçıksız haliyle %35-40 oranında bir seçmen desteğine sahip. İttifak olarak değil muktedirin şahsında. Yani başka koşullarda tek başına iktidarın oluştuğu oranlarda; örneğin 2002 Kasımında AKP’yi iktidara getiren oran %34’dü. Yine iliştirilmemiş yorumcuların en iyimser çıkarsamaları-cumhur ittifakının oy desteği açısından- %45 ile %49 bandında.

-Uluslar arası çapta hegemonik güçlerin arasında yaşanan kıyasıya rekabet hala Beştepe iktidarına bir manevra alanı sağlıyor. Süper güçler arasındaki çatlaklara oynama siyasetinin, ne kadar keskin tehlikeler barındırsa da muktedir için bir avantaj yarattığı açık. Hiçbir uluslar arası hegemon ülke Türkiye gibi ‘önemli’ bir ülkenin iktidarının sahip olduğu bu oy desteğini görmemezlikten gelemez.
-Madalyonun öteki yüzü cümlesinde çok önemli olan başka bir nokta daha var. Totaliter bir iktidarın inşasına karşı bir direniş içerinde olan muhalefetin zeminini, temel  insan hakları, özgürlükler, demokratik kurum ve kuralların oluşturulması/kazanılması-esas olarak- oluşturmuyor. Abartma payını da hesaba katarak söylenecek olursa ‘totaliterizme karşı ‘sağ’ diye nitelendirilebilecek bir muhalefet muktesebatı ile karşı karşıyayız. Adayları ile kampanya içerikleri ile… Bu atmosfer verili iktidarın alternatifinin-kısa ve orta vadede- illa ki ve hatta daha da çok özgürlükçü bir iktidar olamayabileceğini gösteriyor. Bu cümle, iktidara karşı mücadelenin birincilliğini, biricikliğini yadsımaz. Ama hesaba katılamamazlık da edilemez.

-Madalyonun öteki tarafında çok önemli başka bir unsur daha göze çarpıyor. Yurttaşların takdire şayan ve çok ilginç olan ‘sandık’ inancı ve hatta aşkı. Bu bir olumsuzluk değil kuşkusuz, hatta olumluluk. Çok açık. Ancak bu tespiti yaparken emekçilerin üretimden gelen güçlerini kullanmakta çok da hevesli(!) olmadıklarını da bir yere kaydetmek gerek.  Bu cümle de hiçbir şekilde ‘eleştirel’ bir içerik taşımıyor, sadece bir durum tespiti. Kenara konulamayacak bir durum tespiti. Kuşkusuz bu durumun birçok nedenini de alt alta sıralamak mümkün. Ancak üretimden gelen gücü kullanma eğiliminin daha belirgin hale gelecek durumun oluşmasının geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayacağı da çok açık…

SONUÇ
-Belli ki kolay ve kısa vadeli başarılar, seçimlere ve parlamentoya endeksli mücadeleler peşinde koşulmamalı. Sürecin en az orta vadeye ve hatta uzun vadeye yayılabileceği öngörülmeli. Aksi tutum, yani ‘bu kez olacak tutumu’ daha büyük hayal kırıklıklarına neden oluyor.

-Sabırla özellikle emekçi kitleler içerisinde çalışmaya ağırlık verilmeli. Sanattan, kültüre-eğitime, hayvan haklarından, kadına yönelik dizginsiz şiddete, mahallelerden, şehre, şehirlerden, ulusala yerelden genele her alanda sabırla çalışılmalı, kalıcı kurumlar yaratmaya çalışılmalıdır. Öne çıkan modeller olarak irili ufaklı platform, kooperatif, dayanışma alanları, dernekler, vakıflar olarak yeni yatay örgütlenmeler alanları büyütülmelidir. Yani hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır…

-Sınıfsal, sosyal ve ezilenlere yönelik siyasetler belirlenmesi ve sloganlar çok önemli. Hayat pahalılığının emsali görülmemiş boyutlarda yaşandığı, kredi kartı borçlanmalarıyla ayakta ancak durulabildiği(!), yoksullaşmanın ve işsizliğin tavan yaptığı koşullarda olumsuzluğu formülleştirecek siyasetler ve sloganlar çok önemli. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır, bir zamanların şu popüler sloganını; ‘zam, zam, zam ucuzluk ne zaman?’ örneğin… Ha keza sendikal örgütlenme, toplu sözleşmeli ve grevli pazarlık haklarının önündeki engeller, üreticinin yaşadığı devasa sorunlar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...