Cengizhan Güngör
DEM Parti’nin kendi adaylarıyla yerel seçimlere katılacağını duyduğum ilk anda-Kürt olmayan bir sosyalist olarak- İÇİM CIZ etti. Nedenini tahmin edebilirsiniz. Bu tutumun AKP adaylarının-özellikle İstanbul başta olmak üzere metropollerde- seçimleri kazanmasına yol açması ihtimaliydi. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde demokratik süreçlerin son derece olumsuz bir şekilde etkileneceği bir ön kabul olarak ortada duruyordu. Sonra bu refleksimin nedenleri üzerinde ETRAFLICA düşündüm/okudum. Partinin neredeyse kuruluşundan itibaren varoluşunun önemli bir parçası olan ‘ittifaklar siyasetini’ terk ediyor olmasının kuvvetli nedenleri olmalıydı. DEM’in önceli HDP, Kürt siyasi hareketinin merkezinde olduğu sosyalist oluşumların ve kalabalık bir demokratik kitle örgütlerinin bileşeni olduğu bir yapılanma olarak vücut bulmuştu. Aslında ‘ittifak kavramı’ HDP’ye içkin bir kavram olarak şekillendi, bir bakıma. Nitekim bu bir anlamda müttefikler partisi diye adlandıracağımız parti o dönemden itibaren birçok siyasi başarıya imza attı. Yüzde on barajını aşarak meclise girmesi ve 7 Haziran 2015’de AKP iktidarının çoğunluğu kaybetmesine yol açması; 2019’da İstanbul başta olmak üzere birçok büyük şehirde belediyelerin CHP’nin eline geçmesinde özgün ‘ittifak’ politikasıyla rol oynamış olması altı çizilmesi gereken demokrasi adına önemli başarılardır. Nitekim 2023 genel seçimlerinde de -aynı teklifsiz olarak nitelendirilebilecek- ‘ittifak’ tutumunu devam ettirdi.
Peki o gün ve o günden
sonra ne olmuştu da PARTİ TUTUMUNU DEĞİŞTİRMİŞTİ?
-Partinin zirve noktası
yüzde onüç olan seçim başarısı bu seçimlerde yüzde sekizlere gerilemişti.
-Özellikle partinin
merkezi oluşumu Kürt siyasi hareketinin tabanı, yani Kürtler, bu gerilemenin
nedenlerini bir boyutuyla ittifak siyasetine çıkarmış gibi görünüyor. Nitekim
iki ayrı anket-birinde yüzde 61, diğerinde yüzde yetmiş- parti tabanının ayrı
adaylar gösterilmesini talep ettiğini gösteriyordu. Anketler bir yana kendi
adaylarıyla seçime girme kararının ve belirlenen adayların o cenahta heyecanla
karşılaşmış olduğu gerçeği de ortada.
-Yapılan özeleştiri
toplantılarında özellikle bölgede, partinin gerek vekil adayı belirlenmesinde,
gerekse Kürt meselesini gündemine alma noktasında halktan koptuğu yönündeki
eleştiriler daha sonra parti metinlerine de yansıdı.
-İttifak siyasetinin, güçlerinin
ve ağırlıklarının çok üstünde bir oranda müttefiklerin yararına çalıştığı
düşüncesi eleştirilere/değerlendirmelere yansıdı. Nitekim kimi sosyalist
partilerin barajı açmak için partiyi kullandığı algısı hakim oldu.
-Bir bütün olarak siyasi
arenada ittifak arayışından uzaklaşma ve kristalize olma eğilimi hakim oldu.
Hem sosyalist odaklarda, hem de diğer muhalif partilerde. İrili ufaklı her
organizma kendi adayını çıkardı.
-Eşbaşkanlar, Parti Meclisi ve MYK büyük ölçüde değişti.
Benim açımdan SONUÇ:
-Şimdiye kadar sürdürülen
politikayı ‘ittifak siyaseti’ olarak nitelendirmek siyaseten doğru değil,
bence. İttifak iki ya da daha fazla özne
arasında aktedilmiş bir sözleşmeye/anlaşmaya dayanır. Oysa Partiye dayatılan bir ‘hep
destek, tam destek’ tutumuydu. Bir bağımsız parti açısından ANA MUHALEFETİ
DESTEKLEME SİYASETİ ilanihaye sürdürülebilecek bir tarz-ı siyaset olamaz. Eşyanın
tabiatına aykırı. Varlık iddianıza aykırı. Hele bu kazanacak muhalif adayı
destekleme politikası tek taraflı ve bir tarafın verdiği tavizler üzerine
kuruluysa. Nitekim 2019’da demokratik kazanımlar açısından hayati bir sonuç
doğuran kazanma ihtimali olan muhalif adayı destekleme tutumu, İstanbul ve
Ankara metropolleri dikkate alındığında biri Kürt lafını ağzına almaktan korkan,
diğeri ise Kürt düşmanlığı ile öne çıkan iki muhalif adaya metropollerin başına
geçme imkanı sağladı. Ve ne acıdır ki Kürt meselesi karşısında muhalif
partilerin tutumunda ne söylem düzeyinde, ne de pratikte bir gelişme ortaya
çıktı. Bu süreçte Demirtaş ve Yüksekdağ olmak üzere yüzlerce Kürt ve farklı
milliyetlerden HDP’li siyasetçi hapiste. Binlerce gözaltındaki, ya da tutuklu
ya da hükümlü HDP üyesi, taraftarları da cabası. Hiçbir muhalif liderden ya da
siyasetçiden DEM’e ve DEM’lilere yönelik bir anti demokratik baskılara dikkate
değer bir tepki görülmüyor. Bırakın tepkiyi, genel olarak DEM adını ağızlarına almaktan,
onunla temasa geçmekten imtina eden bir muhalefetle karşı karşıyayız.
-Bir siyasi partinin
kendi adayları ile seçime katılmak istemesi prensip olarak karşı durulacak bir
tavır değil. Her siyasi parti gibi DEM’inde kendi adaylarıyla seçimlere girmesi
hakkıdır. Hele kitlesi yüzlü sayılarla ifade edilen muhalif politik oluşumların
kendi adaylarıyla seçimlere katıldığı koşullarda. Kaldı ki yinede bu dönemde
birlikte hareket etme arayışını sürdürmeye gayret etti.
-Görünen o ki; DEM, yönelimini tamamen, kaybettiği SEÇMEN DESTEĞİNİ KAZANMAYA yönelik bir strateji belirlemiş. Oy oranının yüzde sekizde kalması ya da anlamlı bir sıçrama yapmaması DEM için bir KABUS, anlaşılan. Oylarını maksimize etmeyi ve en azından yüzde ona ulaşmayı hedeflemiş görünüyorlar. Bu seçimin iktidar değişikliğine doğrudan yol açabilecek bir seçim olmamasından da bu yeni politika için cesaret devşirmiş görünüyorlar.
Peki dikkat çekilecek/ELEŞTİRİLECEK
noktalar nelerdir?
-Bu yeni sürecin DEM’i,
içine ve salt Kürdi duyarlılığa hapsetme tehlikesi içermesi. Ülkenin genel sorunlarından-faşist baskılar, emek sömürüsü, işsizlik, derin yoksulluk, ekolojik yıkım, cins kırım, göçmen düşmanlığı...vb.- uzaklaştırması, ülke sosyalistlerinden
adım adım uzaklaştırma tehlikesi barındırması.
-DEM’i ve Dem’li
sosyalistleri de içine alan bir genel zaaf olarak da, kitlelerin ‘SEÇMEN’ olarak
algılanıyor olmasından, siyasetin 'SANDIK' ve ‘OY’a indirgenmesi eğiliminden bir tehlike olarak bahsetmeden
olmaz. ‘SINIF’ kavramı sanki tedavülden kalkmış gibi.