05.11.2014
"Afedersiniz, Ermeni dediler.."
Recep Tayyip Erdoğan
İlkokul çağlarımın ('61-'65) yaygın tekerlemesiydi. "Bir, iki, üçler yaşasın Türkler; dört, beş, altı Polonya battı; yedi, sekiz, dokuz Almanlar domuz; on, onbir, oniki Ruslar tilki; onüç, ondört, onbeş Amerika kalleş". 'Yaygın' diyorum, çünkü yaşdaşlarım aynı tekelemeyi bir-iki değişik kelimeyle kendilerinin de söylediğini ifade etti. Yunanlılar, Rumlar ve Ermeniler için, söylenen ırkçı-ayrımcı ifadeleri hatırlatmaya bilmiyorum gerek var mı? Artık dillere- askeri sivil bürokratlardan siyasilere ve hemen yanı başımızdaki komşumuza kadar- pelesenk olmuş 'Rum tohumu, Ermeni dölü, ' millet olarak küfür literatürümüzün başucu söylemlerinden değil midir? Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, ama bir köşe yazarının öğretmeninin 'Türkçe imla kurallarına aykırı olmasa Yunanistan'ı küçük harfle yazarım' dediğini. 'Atina'ya gidip Katina'yı öpmeye'(büyük bir gazetenin manşeti) hazırlandığımız günleri hatırlayanlarımız mutlaka vardır.
'Kara Murat, Tarkan..vb." filmleri hatırlar mısınız? Öyleyse o filmlere hakim olan söylem de hemen kulaklarınızda çınlayacaktır; 'kahpe, kalleş, vahşi, hain, entrikacı, en ufak merhamet kırıntısı bile taşımayan Çinliler, Bizanslılar'.
Peki Araplar için kullandığımız artık sıradanlaşmış ve neredeyse oy birliği ile yediden yetmişe kabul görmüş söylemlerimiz.. . Onlar 'pistir' ve bizi arkadan vurarak 'kalleş ve güvenilmez' olduklarını göstermişlerdir. Askerlik yaparken, Amerika'da yaşayan bir mühendis'le 'Arap'ların pisliği' üzerine uzun ve saçma sapan bir tartışma yaptığımızı hatırlıyorum.
Ruslar için milletçe taşıdığımız hislerden bahsetmeye bilmem gerek var mı? Çarlık Rusyası için ayrı, SSCB yurttaşları için ayrı, çok zengin 'moskof' başlığı altında toparlanabilecek bir külliyata sahip olduğumuz açık. 'Askıdaki şapkalar ya da girişteki yabancı ayakkabılar'la başlayan fıkralar hala dolaşımda. Baltacı Mehmet paşa'nın Rus Çariçesinin çadırında geçirdiği bir kaç saat efsanesinin, kimi kallavi entelektüellerimizin ağızlarına bile bulaştığına şahit olmuşluğum vardır.
Aleviler ve 'çingeneler'için öylesine içselleştirilmiş ve sıradanlaşmış 'hislere' sahibizdir ki, bazılarını burada ifade etmeye terbiyem müsade etmiyor. Ve maalesef 'çingene' değil, 'Roman' diyerek, 'açılım' toplantıları yaparak milletçe arınmamız mümkün görünmüyor. Sorun daha derinlerde bir yerlerde.
Şu noktada bazılarınız 'kardeşim Musevilerle ilgili temiz(!) hislerimizden bahsetmeyecek misin' diyordur, eminim. Gerek var mı? Belki de ırkçı-ayrımcı söylemlerimizin 'esas oğlanı-kızı' onlar değil midir? İspanyolların zulmünden kaçarak Osmanlı topraklarına kabul edilen musevilerden bahsederken bile, bir insanlık görevinden değil, yüce, soylu ve alicenap Osmanlı'nın lütfundan hareket etmez miyiz?
İsmet Berkan yazmıştı, galiba; 'bizde ırkçılık ayrımcılık yoktur' diyen arkadaşına, 21 ya da 62 plakalı arabayla biranadolu turu yapmayı önerdiğini. Evet siz, buna cesaret edebilir misiniz? Bakalım nelerle karşılaşacaksınız?
Kimileri, daha çok muktedirlerin dili ama, milletçe de hiç bir beis görmeden içselleştirdiğimiz; 'Türklüğümüz ve hele müslümanlığımız'da ayrımcılık-ırkçılık katiyen yoktur. Biz biz imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplumuz' safsatasının 21. yz'a taşınabilmiş olması size ürkütmüyor mu? Neyse ki, bu kör inanç son yıllarda önemli darbeler aldı. Kürtler'in 'biz dilimizi konuşamıyoruz, biz yıllardır asimile edilmeye çalışılıyoruz, kültürümüz ve kimliğimiz yokedilmeye çalışılıyor, jandarma zulmü altında inliyoruz' söylemlerinin güç kazanması, yeterince olmasa da milletimizde bir 'kafa karışıklığı' yaratmışa benziyor. Yüce, soylu, en kahraman ve yaratılıştan ayrıcalıklı ve aynı zamanda alicenap ve lütufkar 'Türk' imajı en azından artık daha geniş çevrelerde sorgulanır hale geliyor mu? Sanki.
Şimdi kimileri diyecektir ki: 'kardeşim, binlerce kilometre uzakta olan biten için, ya da yan mahallede bir kaç kendini bilmezin yaptıklarını duyarak baltayı, palayı, keseri kapıp yan mahalleye ya da komşusuna saldırıya geçen, geçirilebilen insan var, bu ülkede, ev yakan, adam öldüren, linçci'. Haklısınız. Ama ben bunların aşılabileceği inancımı diri tutmak ihtiyacı duyuyorum.
Artık 'dünyaya bedel' olmadığımız, 'mutlu' olmak için Türk olmaktan daha fazla ve farklı şeylere sahip olmamız gerektiğini anlamaya başlıyor muyuz? Şu kadim coğrafyamızın ve yaşlı dünyamızın bütün diğer ırkları ve inançları kadar, ancak onlar kadar 'iyi ve aynı zamanda kötü' olduğumuz bilincimize çıkıyor mu? Bu anlamda Amazon ormanlarının derinliklerindeki bir yerliden, hiç ama hiç bir ayrıcalıklı, üstün ırki özelliğimizin olmadığını acaba görüyor muyuz?. Ne dersiniz?
Cengizhan Güngör
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder