Demirel, Özal
dönemleri de dahil politik iktidar pişkinliğinin bu kadarına şahit olunmadı. Her
şey zirvelerde yaşanıyor. En küçük bir iddia yalan, en küçük belge sahte, her
muhalefet denemesi komplo. Her muhalif silahlı terör örgütü üyesi ya da ‘üyesi
olmasa da’ o örgütlere hizmet eden POTANSİYEL FİLAN DEĞİL DOĞRUDAN SUÇLU. En
son Bakan Bekir Bozdağ ana muhalefet partisi başkanını kast ederek, onun bir ‘ulusal
güvenlik sorunu haline geldiğini’ ifade etti… Yani vatan haini, yani casus. Ana
muhalefet partisi başkanı olman da, 3. Partinin eş başkanları ve milletvekili
olman da kar etmiyor. Ha keza ünlüsünden gazeteci, yazar ve akademisyen olman
da. Silahı filmlerden, tv dizilerinden ya da erkeksen askerde görmüş olsan da
yetmez. Hayatında bir karıncayı incitmemiş olman da, görüşlerini-tabii ki
eleştirilerini- yazarak dile getirmiş olman da hiç önemli değil. Sen silahlı
bir terör örgütüne ya da birden çoğuna hizmet ediyorsun ve sen uluslararası
komploların basit bir piyonusun. ‘Dik duran siyasilerimizin ve dolayısıyla
ülkemizin burnunu sürtmek isteyen dış odakların ajanı’. Belgelerin sahte,
fotokopi ve ‘kim eline tutuşturdu?’, öyle ya!
Diyorsun ki; ‘bak
bakanlarının rüşvet aldığı iddia ediliyor’, ‘bak evlerinden milyonlarca dolar
çıktı, para sayma makineleri..vs’. Minare büyük kılıfa sığmıyor, lütfedip
görevden alıyorlar. Alıyorlar da ne yapıyorlar? Kahkahalar eşliğinde mecliste
aklıyorlar, mahkemelerde aklıyorlar. Yetmiyor evlerinden çıkan paraları
faiziyle iade ediyorlar. Normal bir muhakeme kabiliyetine ve asgari bir ahlak
anlayışına sahip vatandaş için çıldırmak işten bile değil. Her şey gözlerimizin
önünde ve onların içine bakarak gerçekleştiriliyor. Yetmiyor, rüşvetçibaşını
Türk bayrağının önüne oturtup ‘hayırsever bir işadamı, ülkenin cari açığını
kapatan iş adamı, devletimizin halis milli projesi’ diye takdim ediyorlar.
Yetmiyor, bu ülkenin iki(rakamla 2) bakanı 75 milyonun gözü önünde adama plaket
takdim ediyorlar.
Gün oluyor
devran dönüyor, milli işadamımız ABD’ye teslim oluyor-ya da orada yakalanıyor-
hemen bir açıklama; ‘bu gelişmenin ülkemizle hiçbir ilgisi yoktur’. Aylar
ayları kovalıyor bir bakıyorsun ‘bizimle hiçbir ilgisi olmayan’ yüzakımız
işadamı için ABD’ye 3 günde iki nota-müzik notası değil- veriliyor. Diyorlar
ki: ‘bir vatandaşımız için endişe ediyoruz, bir devletin vatandaşı ile
ilgilenmesi gerekir, o nedenle nota-müzik notası değil- verdik…vs.’ Tabii ki
kıllanıyorsun.. Öyle ya bunlar ve bir vatandaşla-işadamı da olsa- empati kurmak!
Olur şey değil. Meğer adam ABD mahkemesiyle anlaşmış ve ‘ötmek’ üzereymiş. Ötüyor,
ötüyor da ne oluyor: ülkemizin cari açığını kapatan, hayırsever, güzide işadamımız
kimi borazancılara göre ‘rehin alınarak, zorla elinden yalan ifade alınmış bir
şahıs’, kimilerine göre, uluslararası odakların-bu anlamda ABD’nin- ajanı
haline dönüşüyor… Ne beklersin, çağırsın-tabii ki yüce yargımız- Zafer Çağlayan’ı,
Barış Güler’i, Süleyman Aslan’ı,-bu arada adam sır oldu. Kilolarca para için
Makedonya’da üniversite açacağı(!) iddia edilmişti- Egemen Bağış’ı ‘yaa oğlum orada ya da burada adam ben bunlara-deli
paralardan bahsederek- rüşvet verdim diyor, ne iş? Aklandın maklandın da bak
adam verdim diyor, açıkla bakalım’ desin… (Geçerken söyleyelim işin tuhaf
tarafını bu Süleyman Aslan’ın bizim paralarımızla tutulan Hakan Atilla’nın avukatları-yani
bizim avukatlarımız- tarafından ‘Zarraf’dan utanmazca rüşvet almakla’ suçlandığını). Saf mısın, salak mısın, diyeceksiniz? Tabii ki böyle bir şey olmuyor? Olacağı
da yok gibi…
Tam tersine koro
halinde, bir işaretle başlayan ‘ülkemizin gelişip güçlenmesinden rahatsız olan
dış mihraklar’ edebiyatının bilmem kaçıncı versiyonu piyasaya sürülüyor. Ve ağza
alınmadık küfürler… Yakası açılmadık yalanlar… Vatan-millet-Sakarya… Arş arş
ileri… Ve hemen MGK’da Afrin’e müdahale tavsiyeleri…vs.
Nejat Uygur bir
parodisinde yüzünde maske, içinden mücevherler sarkan çuval sırtında, bir evin
salonunda polise yakalanır. Hemen göğsünden
Türk bayrağını çıkarıp sallayarak fenerini yüzüne tutmuş polise karşı uygun
adım yürüyerek haykırır: ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’. Pişkinliğin böylesi… O
parodiydi.. Yaşadığımız gerçek…
Diyeceksiniz
ki, haklı olarak; ‘yahu kardeşim sen hangi ülkede yaşıyorsun, bu pişkinliklerin
ne ilki ne de sonuncusu, böyle giderse..’ Esed’den Esad’a rücu etmediler mi, zinhar
Esed’li çözüm içinde olmayızdan, Suriye’nin birlik ve bütünlüğüne geçmediler mi,
Buralara Emevi camii’nde namaz kılmak hayallerinden geçerek gelinmedi mi? Domates,
limon elde kalınca, turistlerin ayağı ülkeden kesilince, angajman kuralları
diye diklenenler, efelenenler ‘Putin kardeşim’ demeye başlamadı mı? FETÖ ile
yıllarca yağlı ballı olup gelişip sıçramasına önayak olanlar ortaklık bozulup
silahlar çekilince yarım ağız kandırıldık deyip savaş ilan etmedi mi? Onlarca
insan uydurma delillerle yıllarca hapis yatırıldı, yüzlerce insan takibata
uğradı, koğuşturuldu, işinden edildi. Sonra da ‘ben yapmadım o yaptı’ denilerek
koskoca bir dönemin hukuksuzlukları, suçları sanki onca yıl ortaklık yapmamışlar
gibi pişkince FETÖ terör örgütünün üstüne yıkıldı. Kendileri tek kabahatleri ‘kandırılmak’
olan sütten çıkmış ak kaşıklar olarak iktidarlarını devam ettirmeye
çalışıyorlar.
Pişkinlikte
tavan dönemi! Bir dönem ya da birkaç gün içinde dostlar düşman, doğrular
yanlış, gerçekler yalan haline geliyor. Bugün böyle çıkarılan kanunlar gün
içerisinde ya da birkaç gün içinde defalarca değiştirilebiliyor. 17 yılın temel
karakteristiği…
SORULAR BAKİ
Bir kere
sorulduktan sonra artık o sorulardan kaçamazsınız, inatla sizi takip ederler.
Ta ki cevaplarını bulana kadar, sizle ya da sizsiz.
Sorular şunlar:
-Rüşvet verildiği ve
kolaylaştırıcılıklarından(!) yararlanıldığı-Reza tarafından- iddia edilen bir
dönemin bakanları Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Süleyman Soylu, Barış Güler yeni
gelişmeler ışığında soruşturulacak mıdır? Dosyalar raftan indirilecek midir?
-Suriye’lilere harcandığı söylenen 30
milyarın komik durumlara düşmeden kayıtlara dayalı açıklaması yapılacak mıdır?
Bu 30 milyar içinde AFAD’ın harcadığı iddia edilen 2.6 milyarın, sayıştay
raporlarına göre muhasebeleştirilmediği doğru mudur, doğruysa gerekli kurumlar harekete
geçirilmiş midir?
-Hısım akraba tarafından 1 sterlinlik
sermaye ile kurulan vergi cennetindeki bir bankaya gönderilen paraların-dekontların/belgelerin
sahteliğini ispat etmek çabaları dışında- Türkiye’de vergilenip vergilenmediği,
kayıtlı olup olmadıkları ve hangi ticari süreçlerin parçası olarak gönderildiği
soruşturulacak mıdır?
-Bütün bu olup bitenlerin mecliste
araştırılması önergeleri-eğer belgeler ve iddiaların yalan ve sahte olduğu
iddia ediliyorsa- neden reddedilmiştir?
Sadece son on
günün ortaya çıkardığı kallavi sorular… Geçmişten kalan daha yüzlercesi var,
kuşkusuz. Muhataplarından bir cevap alamayacağını bildiğin sorular sormak
aptalca değil mi? Hiç değil. Israrla ve inatla sorulmaya devam edilecek. Klişe
deyimiyle ‘gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir alışkanlıkları’
vardır…
Hasılı her
türlü yolsuzluk ve usulsüzlük iddiasını hemen ve otomatik olarak, ’yahu bi
bakalım hele’ soğukkanlılığını elinin tersiyle bir kenara iterek kafadan
reddetmenin sebeb-i hikmeti nedir? Neden korkulmaktadır?