1 Aralık 2017 Cuma

PİŞKİNLİĞİN BÖYLESİ ve NEJAT UYGUR’UN HATIRLATTIKLARI!


Demirel, Özal dönemleri de dahil politik iktidar pişkinliğinin bu kadarına şahit olunmadı. Her şey zirvelerde yaşanıyor. En küçük bir iddia yalan, en küçük belge sahte, her muhalefet denemesi komplo. Her muhalif silahlı terör örgütü üyesi ya da ‘üyesi olmasa da’ o örgütlere hizmet eden POTANSİYEL FİLAN DEĞİL DOĞRUDAN SUÇLU. En son Bakan Bekir Bozdağ ana muhalefet partisi başkanını kast ederek, onun bir ‘ulusal güvenlik sorunu haline geldiğini’ ifade etti… Yani vatan haini, yani casus. Ana muhalefet partisi başkanı olman da, 3. Partinin eş başkanları ve milletvekili olman da kar etmiyor. Ha keza ünlüsünden gazeteci, yazar ve akademisyen olman da. Silahı filmlerden, tv dizilerinden ya da erkeksen askerde görmüş olsan da yetmez. Hayatında bir karıncayı incitmemiş olman da, görüşlerini-tabii ki eleştirilerini- yazarak dile getirmiş olman da hiç önemli değil. Sen silahlı bir terör örgütüne ya da birden çoğuna hizmet ediyorsun ve sen uluslararası komploların basit bir piyonusun. ‘Dik duran siyasilerimizin ve dolayısıyla ülkemizin burnunu sürtmek isteyen dış odakların ajanı’. Belgelerin sahte, fotokopi ve ‘kim eline tutuşturdu?’, öyle ya!

Diyorsun ki; ‘bak bakanlarının rüşvet aldığı iddia ediliyor’, ‘bak evlerinden milyonlarca dolar çıktı, para sayma makineleri..vs’. Minare büyük kılıfa sığmıyor, lütfedip görevden alıyorlar. Alıyorlar da ne yapıyorlar? Kahkahalar eşliğinde mecliste aklıyorlar, mahkemelerde aklıyorlar. Yetmiyor evlerinden çıkan paraları faiziyle iade ediyorlar. Normal bir muhakeme kabiliyetine ve asgari bir ahlak anlayışına sahip vatandaş için çıldırmak işten bile değil. Her şey gözlerimizin önünde ve onların içine bakarak gerçekleştiriliyor. Yetmiyor, rüşvetçibaşını Türk bayrağının önüne oturtup ‘hayırsever bir işadamı, ülkenin cari açığını kapatan iş adamı, devletimizin halis milli projesi’ diye takdim ediyorlar. Yetmiyor, bu ülkenin iki(rakamla 2) bakanı 75 milyonun gözü önünde adama plaket takdim ediyorlar.

Gün oluyor devran dönüyor, milli işadamımız ABD’ye teslim oluyor-ya da orada yakalanıyor- hemen bir açıklama; ‘bu gelişmenin ülkemizle hiçbir ilgisi yoktur’. Aylar ayları kovalıyor bir bakıyorsun ‘bizimle hiçbir ilgisi olmayan’ yüzakımız işadamı için ABD’ye 3 günde iki nota-müzik notası değil- veriliyor. Diyorlar ki: ‘bir vatandaşımız için endişe ediyoruz, bir devletin vatandaşı ile ilgilenmesi gerekir, o nedenle nota-müzik notası değil- verdik…vs.’ Tabii ki kıllanıyorsun.. Öyle ya bunlar ve bir vatandaşla-işadamı da olsa- empati kurmak! Olur şey değil. Meğer adam ABD mahkemesiyle anlaşmış ve ‘ötmek’ üzereymiş. Ötüyor, ötüyor da ne oluyor: ülkemizin cari açığını kapatan, hayırsever, güzide işadamımız kimi borazancılara göre ‘rehin alınarak, zorla elinden yalan ifade alınmış bir şahıs’, kimilerine göre, uluslararası odakların-bu anlamda ABD’nin- ajanı haline dönüşüyor… Ne beklersin, çağırsın-tabii ki yüce yargımız- Zafer Çağlayan’ı, Barış Güler’i, Süleyman Aslan’ı,-bu arada adam sır oldu. Kilolarca para için Makedonya’da üniversite açacağı(!) iddia edilmişti- Egemen Bağış’ı  ‘yaa oğlum orada ya da burada adam ben bunlara-deli paralardan bahsederek- rüşvet verdim diyor, ne iş? Aklandın maklandın da bak adam verdim diyor, açıkla bakalım’ desin… (Geçerken söyleyelim işin tuhaf tarafını bu Süleyman Aslan’ın bizim paralarımızla tutulan Hakan Atilla’nın avukatları-yani bizim avukatlarımız- tarafından ‘Zarraf’dan utanmazca rüşvet almakla’ suçlandığını). Saf mısın, salak mısın, diyeceksiniz? Tabii ki böyle bir şey olmuyor? Olacağı da yok gibi…

Tam tersine koro halinde, bir işaretle başlayan ‘ülkemizin gelişip güçlenmesinden rahatsız olan dış mihraklar’ edebiyatının bilmem kaçıncı versiyonu piyasaya sürülüyor. Ve ağza alınmadık küfürler… Yakası açılmadık yalanlar… Vatan-millet-Sakarya… Arş arş ileri… Ve hemen MGK’da Afrin’e müdahale tavsiyeleri…vs.

Nejat Uygur bir parodisinde yüzünde maske, içinden mücevherler sarkan çuval sırtında, bir evin salonunda polise yakalanır.  Hemen göğsünden Türk bayrağını çıkarıp sallayarak fenerini yüzüne tutmuş polise karşı uygun adım yürüyerek haykırır: ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’. Pişkinliğin böylesi… O parodiydi.. Yaşadığımız gerçek…

Diyeceksiniz ki, haklı olarak; ‘yahu kardeşim sen hangi ülkede yaşıyorsun, bu pişkinliklerin ne ilki ne de sonuncusu, böyle giderse..’ Esed’den Esad’a rücu etmediler mi, zinhar Esed’li çözüm içinde olmayızdan, Suriye’nin birlik ve bütünlüğüne geçmediler mi, Buralara Emevi camii’nde namaz kılmak hayallerinden geçerek gelinmedi mi? Domates, limon elde kalınca, turistlerin ayağı ülkeden kesilince, angajman kuralları diye diklenenler, efelenenler ‘Putin kardeşim’ demeye başlamadı mı? FETÖ ile yıllarca yağlı ballı olup gelişip sıçramasına önayak olanlar ortaklık bozulup silahlar çekilince yarım ağız kandırıldık deyip savaş ilan etmedi mi? Onlarca insan uydurma delillerle yıllarca hapis yatırıldı, yüzlerce insan takibata uğradı, koğuşturuldu, işinden edildi. Sonra da ‘ben yapmadım o yaptı’ denilerek koskoca bir dönemin hukuksuzlukları, suçları sanki onca yıl ortaklık yapmamışlar gibi pişkince FETÖ terör örgütünün üstüne yıkıldı. Kendileri tek kabahatleri ‘kandırılmak’ olan sütten çıkmış ak kaşıklar olarak iktidarlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.

Pişkinlikte tavan dönemi! Bir dönem ya da birkaç gün içinde dostlar düşman, doğrular yanlış, gerçekler yalan haline geliyor. Bugün böyle çıkarılan kanunlar gün içerisinde ya da birkaç gün içinde defalarca değiştirilebiliyor. 17 yılın temel karakteristiği…

SORULAR BAKİ
Bir kere sorulduktan sonra artık o sorulardan kaçamazsınız, inatla sizi takip ederler. Ta ki cevaplarını bulana kadar, sizle ya da sizsiz.  
Sorular şunlar:
-Rüşvet verildiği ve kolaylaştırıcılıklarından(!) yararlanıldığı-Reza tarafından- iddia edilen bir dönemin bakanları Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Süleyman Soylu, Barış Güler yeni gelişmeler ışığında soruşturulacak mıdır? Dosyalar raftan indirilecek midir?
-Suriye’lilere harcandığı söylenen 30 milyarın komik durumlara düşmeden kayıtlara dayalı açıklaması yapılacak mıdır? Bu 30 milyar içinde AFAD’ın harcadığı iddia edilen 2.6 milyarın, sayıştay raporlarına göre muhasebeleştirilmediği doğru mudur, doğruysa gerekli kurumlar harekete geçirilmiş midir?
-Hısım akraba tarafından 1 sterlinlik sermaye ile kurulan vergi cennetindeki bir bankaya gönderilen paraların-dekontların/belgelerin sahteliğini ispat etmek çabaları dışında- Türkiye’de vergilenip vergilenmediği, kayıtlı olup olmadıkları ve hangi ticari süreçlerin parçası olarak gönderildiği soruşturulacak mıdır?
-Bütün bu olup bitenlerin mecliste araştırılması önergeleri-eğer belgeler ve iddiaların yalan ve sahte olduğu iddia ediliyorsa- neden reddedilmiştir?

Sadece son on günün ortaya çıkardığı kallavi sorular… Geçmişten kalan daha yüzlercesi var, kuşkusuz. Muhataplarından bir cevap alamayacağını bildiğin sorular sormak aptalca değil mi? Hiç değil. Israrla ve inatla sorulmaya devam edilecek. Klişe deyimiyle ‘gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir alışkanlıkları’ vardır…

Hasılı her türlü yolsuzluk ve usulsüzlük iddiasını hemen ve otomatik olarak, ’yahu bi bakalım hele’ soğukkanlılığını elinin tersiyle bir kenara iterek kafadan reddetmenin sebeb-i hikmeti nedir? Neden korkulmaktadır?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...