Cengizhan Güngör
"Neden barış hâlâ bir hayal
dünyada ve neden savaş bu kadar yakınımızda bir gerçek? Neden her gün kırk bin
çocuk ölüyor? Yırtılan ozon tabakası, ölen balinalar, kesilen ağaçlar...
Aklımda bin çeşit şey var. Ama bunların hepsinin önünde gelen şey,
barış!.."
Bir zenginlik
ülkesinde, okul töreninde 11 yaşındaki bir kız öğrencinin ağzından dökülen bu
sözleri duymuş olsaydınız ne hissederdiniz? Büyük bir olasılıkla ‘kimi
çocukların böyle büyük laflar etmeye yatkın olduğunu’ düşünür ve belki de ‘öğrenilmiş’
olduğunu varsayardınız…
Rachel Corrie
bu sözleri okul kürsüsünden dile getirdiğinde 11 yaşında bir kız çocuğuydu. 1979
yılında Amerika’nın Olimpia şehrinde doğmuştu ve bu konuşmayı yaptıktan 12 yıl
sonra, 2003 yılı Mart’ında ülkesinden binlerce
kilometre uzaklıktaki Gazze bölgesinin Refah kentinde bir İsrail askeri zırhlı
dozerinin altına kalacak ve böylece onun kısacık yaşamı sona erecekti. Rachel
11 yaşında okul kürsüsünden dile getirdiği duygularının/düşüncelerinin izini sürmüş,
barışa ve ‘ötekine’ adanmış kısacık yaşamı trajik bir şekilde sonlanmıştı.
Rachel dozerin paletleri altında ezilerek öldürüldüğünde Refah’lı bir
eczacının evinin yıkımını elinde megafonla engellemeye çalışıyordu.
Rachel ‘Uluslararası
Dayanışma Gönüllüleri’nin barış aktivistiydi. Ve Refah kentinde İsrail
ordusunun evleri yıktığı, katliam yaptığı, yaşam kaynakları olan seralarını ve
su kuyularını tahrip ettiği bir kentin insanları ile dayanışma amacıyla bir
grup arkadaşıyla birlikte bulunuyordu.
''Dünyada böyle bir zulmün
kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle
korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek, canımı yakıyor,
geçmişte de yaktığı gibi'', diyordu Rachel annesine Refah’tan yazdığı mektubunda.
Bakın
annesine daha neler yazıyor, zulmün ve yıkımın ateşinin içinden;
“Dolayısıyla, eğer ben bu
çocukların(GAZZE’li çocuklar) yaşadığı dünyaya ulaşmam ve kısa süreliğine ve de
kısmen içine girmemden sonra nefret hissi duyuyorsam, tersine, onlar benim
dünyama girselerdi ne hissedeceklerini merak ediyorum. Onlar Birleşik
Devletler'deki çocukların anne ve babalarının vurulmadığını biliyorlar ve
okyanusu görmeye gidebildiklerini biliyorlar. Fakat eğer okyanusu görmüş
olsanız ve su bulma sıkıntısının olmadığı, (su kaynaklarının) geceleyin
buldozerler tarafından yok edilmediği, huzurlu bir yerde yaşamış olsanız ve
eğer uykudan evinizin duvarlarının aniden içeriye yıkılmasıyla uyanmak korkusu
hissetmeden bir gece geçirseniz ve eğer hiç kimsesini kaybetmemiş insanlarla
karşılaşsanız— eğer ölüm saçan kuleler, tanklar, silahlı “yerleşimler” ve bu
şimdiki dev metal duvar ile çevrelenmemiş bir dünyanın gerçekliğini yaşasanız,
dünyanın tek süpergücü tarafından desteklenen, dünyanın dördüncü büyük
ordusunun, sizi vatanınızdan silmek için yaptığı devamlı baskıya karşı direniş
içinde, sağ kalma—yalnızca yaşama—mücadelesiyle geçen tüm çocukluk yıllarınız
için dünyayı affedebilir miydiniz, merak ediyorum. Bu, buradaki çocuklar
hakkında merak ettiğim bir şey. Gerçekten bilselerdi, ne olacağını merak
ediyorum.” Bu ölçüde ‘öteki’ olabilmek-dikkat
edin empatiden söz etmiyorum; bu satırlarda açığa çıkan ‘o’ haline gelebilmek-;
galiba Rachel ve Rachel gibi insankızlarının/oğullarının
‘gücü’nün kaynağı…
Ve yine galiba
insan denilen türümüzün bütün bitimsiz ‘intihar’ çabalarına rağmen, kendi
türüne reva gördüğü tüm barbarlıklara rağmen hala varlığını sürdürüyor
olmasının sırrı, Rachel ve Rachel gibi binlerce ‘kahramanın’ öteki için feda
edilmiş yaşam öykülerinde gizli.
Evet türümüz
onların yüzü suyu hürmetine hala ayakta ve yine biz ancak onlar sayesinde hala
barış içerisinde, özgür ve eşitlikçi bir dünya özlemini/umudunu diri
tutabiliyoruz.
Hasılı; yine
ve her zaman ‘kahramanlara ihtiyaç duymayan’ bir dünya özlemiyle Rachel’in ve
onun gibi binlerce kahramanın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Rachel'in mektuplarını okuyunuz:
http://ifamericaknew.org/cur_sit/rlinturkish.html
Rachel'in mektuplarını okuyunuz:
http://ifamericaknew.org/cur_sit/rlinturkish.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder