Farkında mısınız, epey bir süredir bazı tanımlamalar,
deyimler, hayret nidaları anlamlarını yitirdi…
Artık ‘sözün bittiği yer’ demiyoruz, diyemiyoruz çünkü,
arkamıza dönüp bakıyoruz, farklı zamanlarda ne kadar çok söylemişiz. Çünkü ‘söz’ çoktan bitti. Artık kendimizi
tekrar ediyoruz. Bir çeşit patinaj hali. ‘Söz’ neden bitti? Bu deyimin ifade
ettiği anlam sıradanlaştı da ondan. Her gün, her saat ‘söz’le ifade
edilemeyecek şeylerle/olaylarla karşılaşıyorsanız ‘sözün bittiği yer’
kavramının da içi boşalıyor. Yani kötülüğün sıradanlaşması hali! Endişelerinizi,
korkularınızı, öfkenizi, hülasa duygulanımlarınızı ‘söz’le ifade edemeyeceğiniz
çarpıcılıkta olaylarla/tepkilerle neredeyse her saat başı karşılaşıyorsanız
artık çaresizce ‘söz’le oyalanıyorsunuz demektir.
'Söz’ ne zaman mı, bitti? Bana sorarsanız Berkin Elvan
terörist ilan edildiğinde, annesi yuhalatıldığında! Belki de ‘söz’; bir milli
maç sırasında işid bombalarıyla katledilen insanlar anılırken onbinlerin tekbir
getirerek, yuhalamaları sırasında bitti. Belki de ‘kitap bombadan daha
tehlikeli olabilir’i duyduğumuzda… Ne
bileyim; şehirler bombalanırken olabilir mi? Ya da Taybet ananın cesedi bir
hafta yerde yatarken, derin dondurucuda çocuk ceseti saklanırken… Kızılay’da
durakta bekleyen ya da mesaileri bitmiş servis otobüsleriyle eve giden
insanların bombalarla parçalanmasıyla bitmiş olabilir mi?
Kimilerimiz hayır, ‘söz’; seçilmiş vekiller
dokunulmazlıkları kaldırılıp hapse atıldıklarında, seçilmiş belediye
başkanlarının yerine kayyım atandığında bitti de diyebilir. Önemi yoktur. ‘söz’
bitmiştir… ‘Kriz mıriz yok’ tepkisini hangi ‘söz’le tasvir edebileceksiniz…
Dikkat ediyor musunuz, neredeyse bir cins kırım diye
nitelendirilebilecek kadın cinayetleri karşısında ‘söz’ümüz ne kadar
yavanlaştı. Ha keza çocuk istismarları karşısında. Artık uzunca bir süredir
haberleri, tartışmaları, açık oturumları izlemiyoruz, neden? ‘Söz’
bitti/değersizleşti de ondan… Gazete tirajları yarı yarıya azaldı. Demek ki ‘yazı’da
bitmiş…
‘Bu kadarı da ol(a)maz!’
Piyasa uzmanlarının kullandığı bir deyim vardır; kimi
riskleri piyasalar risk/kriz ortaya çıkmadan ‘satın alır’. Bu tür krizler anında
borsa, döviz sert tepkiler vermez. Çünkü piyasalar önceden bu durumu öngörmüş
ve bu beklenmedik durumu ‘satın almıştır’.
Soruyorum; bundan sonra bizi ne şaşırtabilir.? ‘Ne kadarı’ ya
da ‘ne’ olmaz, olamaz! Siyasi beklentiler anlamında ‘satın almadığımız’ ne
kaldı?
Bakınız, halifelik ve padişahlık ilanı ihtimalini bile ‘satın almış’
bulunuyoruz. Haksız mıyım? Böyle bir durumda ‘şaşkınlığımız’ ne kadar sürer?
Kendimizi topyekün bir kanlı savaşın ortasında bulma ihtimalini ‘satın
almadık mı’? Böyle bir durumda ‘bu da nereden çıktı’ diyecek durumda mıyız? %60’a
varan zamlar, başka deyimle gelirlerimizin birkaç ay içinde %30-40 erimesi… Ne
bizi şaşırtabiliyor? ‘Yerli ve milli iktidarımızın selameti ve devletimizin
bekası için siyasi partilere de gerek kalmadı’ dense hayretten küçük dilimizi
mi, yutacağız?
Yavaş yavaş ısınan bir kazan suyun içindeki kurbağanın gerçekliğin
farkına varamayışının yarattığı duyarsızlık içinde gibiyiz. 'Şaşırma kontenjanımızı' doldurduk...
Evet, ‘söz’ bitti, ‘yazı’ patinaj yapıyor. Şimdi yanyana
durmak, bulunduğumuz alanlarda biraradalığımızın verdiği sinerji ile muhalefeti
ince ince aşağıdan yukarıya örmek, zamanı… Artık her yer, siyasi kurumlar, demokratik
kitle örgütleri, sendikalar, kooperatifler, sokaklar, mahallelerimiz, apartmanlarımız,
kültür-sanat alanları, çevre sorunları, hayvan hakları, çocuk hakları, işyerlerimiz harekete geçmemizi
bekleyen alanlar. ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır’ o satıh biraraya
geldiğimiz her yerdir. Kısa vadeli başarıların çekimine kapılmadan uzun vadeli
bir uğraş olduğunu bilerek…
Cengizhan Güngör
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder