NEREYE PAYİDAR?
Son 10 Kasım törenleri bir kere daha gösterdi ki, bu ülkede Atatürkçü kimliğiyle kendisini tanımlayan milyonlarca insan var. Bir kere daha bayraklarla ve Atatürk posterleriyle sokakları ve meydanları doldurdular. Ve bu vatandaşların karakteristik özellikleri MUHALİF olmaları. Bu insanlar esas olarak CHP’de kendilerini temsil edilir bulsa da, diğer partilerin üyeleri arasında da, seçmen kitleleri içerisinde de kendisini Atatürkçü(!) olarak tanımlayan geniş bir kesim var.
Özellikle CHP’de temsiliyet bulan Atatürkçüler ve CHP yönetimi, bu iktidar zamanında elden
giden Atatürkçülüğün yeniden vücut bulması ve iktidara hakim olması durumunda
ülkenin kurtulacağı(!) düşüncesine sahipler..
Peki gerçekten öyle midir? Atatürkçülük ve daha iddialı
tanımıyla Kemalizm bu ülkenin sorunlarına çare olabilir mi? Atatürkçülük/Kemalizm,
artık bir zaruret haline gelen birleşik muhalefet ihtiyacı için birleştirici ve
sonuç alıcı bir zemin teşkil edebilir mi?
İddia edildiği gibi
Kemalizm’in bu ülkenin gelecek
tasavvuruna zemin olabilmesi mümkün değil. Sadece o dönemin yüzleşilmesi gereken
bir çok olumsuzluğunun-biraz hafif kaçtı farkındayım- ötesinde ‘HANGİ ATATÜRK’
sorusuna verebileceğimiz cevabın zorluğundan dolayı. Öyle ya;
-18-23 yılları Atatürk’ü mü; 23-38 arası Atatürk’ü mü?
Devletin ‘ulu’laştırdığı, ‘yüce’lttiği Atatürk’ü mü? Kenan Evren’in, 12
Eylül’ün Atatürk’ü mü? 28 Şubat dönemi simalarından Oya Sertel’lerin, Çevik
Bir’lerin, Atatürk’ü mü? Yoksa SÖZCÜ gazetesi ve Çölaşan, Özdil, Dündar gibi
yazarlarının Atatürk’ü mü? Ya da bugünün Cumhuriyeti’nin, Alev Coşkun’unun
Atatürk’ü mü? Bunlar ve bunların zihniyeti değil midir, 16 yılllık akp
iktidarını bu ülkeye, uygulamalarıyla hediye(!) eden?
-Atatürk’ün partisi olduğuyla övünegelen CHP’nin Atatürk’ü
mü? Eğer öyle ise Atatürk’ü Baykal’mı, Öztürk Yılmaz’mı, İlhan Cihaner’mi, S.
Tanrıkulu’mu, etmediklerini bırakmadıkları Selin Sayek Böke ve Canan
Kaftancıoğlu’mu temsil ediyor? Yoksa Kılıçdaroğlu’mu?
-Kiğılı'nın ya da Koç Holding'in Atatürk'ü mü?
-Kiğılı'nın ya da Koç Holding'in Atatürk'ü mü?
-Hele hele günün cumhurbaşkanının ve iktidar sözcülerinin
dillerine doladıkları ve yere göğe sığdıramadıkları Atatürk’mü? 10 Kasım vesilesiyle şatafatlı anmalar
düzenledikleri…
-Geçmişte en çok ve en doğru Atatürkçü olduklarını iddia edenler kendilerini yanlış(!) Atatürkçülerden ayırmak için diğerlerini ‘gardrop Atatürkçüsü, salon Atatürkçüsü’ olarak suçlarlardı. Biz bugün ve hatta o gün aradaki farkları ayırt edebilecek, alt alta sıralayabilecek durumda mıy(dık)ız?
-Geçmişte en çok ve en doğru Atatürkçü olduklarını iddia edenler kendilerini yanlış(!) Atatürkçülerden ayırmak için diğerlerini ‘gardrop Atatürkçüsü, salon Atatürkçüsü’ olarak suçlarlardı. Biz bugün ve hatta o gün aradaki farkları ayırt edebilecek, alt alta sıralayabilecek durumda mıy(dık)ız?
Denilebilir ki kurucu kişiliklerin ve onların fikirlerinin bu kadar yaygın, geniş, farklılık arzeden bir yelpazede kabul görüyor olmasından daha doğal ne olabilir? Doğrudur, bu durum neredeyse bütün ülkelerde gözlemleyebileceğimiz bir olgudur. Ama aynı kurucu kişiliklerin ve onların zihniyet dünyalarının o ülkelerin gelecek tasavvurlarının bir parçası olarak-on yıllar sonra bile- kişi kültüyle sarmalanmış olarak anılıyor olmasıdır, tartışılması gereken.
-Bu memleketin 90 yıllık tarihinde alt alta sıralandığında neredeyse
herkesin mutabık kalacağı, iktidar sahiplerinin yarattığı yıkımların,
olumsuzlukların, anti-demokratik uygulamaların altında ve üstündekilerin
hangisinin gerçek/sahte Atatürkçü olduğunu nasıl ayırtedebiliriz, böyle bir ölçüler
bütünü var mı elimizde? Efendim ‘onlar samimi değiller’ iyi de elimizde bir
samimiyet eleği mi var?
-Tablo böyle bakıldığında zor görünüyor. Denilebilir ki; bir
yerlerde tertemiz, pırıl pırıl bir Atatürkçülük duruyor. Ve bu Atatürkçülük
gelecek toplum tasavvurumuzun unsurlarını bünyesinde bulunduruyor. Bütün
yaşadığımız sorunların ve dertlerin çaresi de o’nda… Peki neden hala ‘bir
yerlerde’? Kimi inandırabiliriz bu iddiamıza, bu tablo karşısında… On yıllardır
kupkuru bir hamasetle, ulu’luk, yüce’lik zırhıyla sarmalanmış olarak göklere
çıkarılmış Atatürk ve Atatürkçülük bombardımanıyla beyinleri felç edilmiş
insanlar dışında…
Bir de Şuradan
Bakalım
Gelecek tasavvuru ve onun unsurları deyip duruyorum, nedir
bunlar?
Bu ülke de yaşayan farklı etnik ve dini kökenlerden gelen
halkların eşitlik ve özgürlük temelinde bir arada yaşayabilir olması. Hakim etnik
ve dini kimlik anlayışının anayasa’dan, yasalardan temizlenmesi. Bu açıdan
mazimizde devralacağımız bir olumluluk, bir miras var mıdır? Yoksa tam tersi
midir?
Demokratik hak ve özgürlükler ve İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesinin tam ve eksiksiz uygulanması. Bırakalım/dilimize bile almayalım
16 yıllık son iktidar dönemini, yakın tarihimizden devralacağımız bir miras var
mıdır, bu alanda. Hele hele bu iktidara kadar bütün iktidar sahiplerinin,
ordusuyla bürokrasisiyle yılmaz Atatürkçüler olduğu koşullarda…
Barış… Bugünün temel toplumsal taleplerinden olması gereken
barış talebi için geçmişten devralacağımız ne vardır? Yoksa tam tersi midir? Göçe
zorlamalar, Dersim katliamı, 6/7 Eylüller..vb olaylar ne zaman cereyan
etmiştir? İç ve dış düşmanlar, bölücüler, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur
söylemleri bugünün iktidarının icatları mıdır?
Güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, özgür basın, özgür
üniversite… Bu ülkenin tarihinin hangi döneminin temel talepleri olmaktan
çıkabilmiştir?
Yakın gelecek tasavvurumuzun olmazsa olmaz temel unsurları…
Sosyalist ideallerin sözünü etmemize ile gerek yok bu noktada…
Bu ülke de demokratlar, yurtseverler, devrimciler, sosyal
demokratlar, örgütlenme ve grev hakkı elinden alınmış emekçiler, cins kırım uygulanan
kadınlar, modern kölelik koşullarında istihdam edilen plaza çalışanları, göçmenler,
hapiste süründürülen gençler, gazeteciler, halkın vekilleri, cinsel tercihleri
dolayısıyla ayırımcılığa tabi tutulan insanlar bu zalim iktidara karşı
yukarıdaki tasavvur etrafında bir araya gelebilir.
Eğer bu tasavvurun unsurları temelinde geçmişle yüzleşilemezse, bu yolla
geçmişten her bakımdan kopulamazsa faşizmin kurumlaşması çabalarına engel
olunamaz.
CHP’nin yaşadığı trajik durum ve bir türlü bütün koşullar
lehine olduğu halde bir varlık haline gelememesi geçmişle köklü bir şekilde
yüzleşememesinden. Ve yeni durumun yarattığı yeni koşullara adapte
olamamasından. İki sandalyede birden oturulamaz. Çatal kazık yere batmaz. CHP Köklü bir özeleştiri ile
yeni bir gelecek tasavvurunun başat aktörlerinden olacak ya da krizler
içerisinde dağılıp gidecek.
Bu anlamda ‘ya yeni bir yol bulacaklar ya da yeni bir yol açacaklar’… Mümkün müdür? Değildir demenin hiç kimseye hayrı yok…
Cengizhan Güngör
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder