Şu sıralar madalyonun öteki yüzünü görmekte pek
istekli değiliz. Anlaşılabilir. 17 yıllık bir karabasan iktidarının kendini
konsolide etme sürecinde tam da ‘rahata ermeye ramak kalmışken’ 31 Mart
seçimleriyle aldığı darbe umutlanılamayacak, küçümsenecek bir olgu değil. 31
Mart seçim sonuçları, Beştepe iktidarının 7 Haziran seçim sonuçlarıyla aldığı
ölümcül yarayı sağaltmaya çalışırken, aldığı başka bir şok edici darbe oldu.
Rant edinildiği ve rantın paylaşıldığı kurumların kaybı hayati önemde. Ve daha
da önemlisi bu süreç devam edeceğe benziyor. Üstelik son seçim sonuçlarının
ayırtedici özelliği-İktidar açısından- hastalığın hayati organlara yani
sarsılmaz sanılan çekirdek seçmen kitlesine sirayet etme eğiliminde olması.
Evet, bugün dünkünden daha fazla umutlu ve iyimser olmak için neden var. Sevinmeliyiz
ve geleceğe daha da umutla bakabiliriz. Her şey bir kenara muhalefet güçlerinin
özgüven kazanmasına yol açması bakımından. Ama bu yazının konusu bu değil.
Madalyonun bir de öteki yüzü var. Madalyonun öteki yüzü çok
da bilinmedik, keşfedilmesi için çok üstün bir analiz yeteneği gerektirmeyecek
açıklıkta ortada duruyor. Ancak bunca yıllık baskı ortamından kurtulmanın
işaretleri ortaya çıkmışken kimilerimiz, madalyonun öteki yüzünün dile
getirilmesini karamsarlık ve umutsuzluk yayma olarak görüyorlar. Refleksif ve
çok anlaşılabilir. Ama maalesef madalyonun bir de öteki yüzü var, irademizden
ve duygularımızdan bağımsız olarak.
Madalyonun öteki yüzünde şunlar var-ayrıntıya girmeden-;
-Beştepe iktidarının yerleşme ve kendini konsolide etme
çabalarıyla devam eden süreç orjinal bir süreç; bir rejimin bütün kurumlarıyla
tasfiye edilip yeni bir rejimin inşa edildiği bir süreç. Bu ülkenin başına çok
da sık geldiği söylenemez. Totaliter bir rejim, kendi kurum ve kadrolarıyla
yeni bir rejimi eskinin enkazı üzerinde ve fakat eskinin en olumsuz kurum ve
davranış kalıplarını da tevarüs ederek inşa ediliyor. Ve görünen o ki, epeyce
bir mesafe de katedilmiş. Bu saptama birçok başka şeyin yanında özel olarak, bu
inşanın sahiplerinin tedrici bir biçimde ve olağan yöntemlerle iktidardan
çekilmeyeceğine işaret eder. Bir başka şekilde söylenecek olursa, toplumsal
meşruiyet alanında elde edilen başarıların hakkını verirken abartıya kaçmamak
gerekir. Yine başka bir deyimle muktedirler, şimdiye kadar seçimler yoluyla
döne döne sağladıkları toplumsal meşruiyeti bir yöntem olarak terk etme potansiyeli
taşıyorlar. İstanbul belediyesinin mazbatasını vermemek için gösterilen
direnç, iş iktidar mzbatası(!) noktasına geldiğinde nereye evrilebileceğini göstermesi
bakımından derslerle dolu bir örnek.
-Bütün müesses legal inzibati güçler, yargı ve özellikle medya esas olarak iktidarın elinde. Ha keza para militer güçlerin örgütlenmesinde önemli mesafeler katedildiği de basında çok sık söz edilen konular arasında.
-17 yıllık bir iktidar düşünün ve 17 yılın sonunda bu
iktidar, soğanın 11 lira, patatesin 6 lira olduğu, yani son derece etkili bir
ekonomik krizin halk nezdinde bizzat yaşandığı, tarımın bitirildiği, sanayi
üretiminin gerilediği bir ortamda hala kılçıksız haliyle %35-40 oranında bir
seçmen desteğine sahip. İttifak olarak değil muktedirin şahsında. Yani başka
koşullarda tek başına iktidarın oluştuğu oranlarda; örneğin 2002 Kasımında
AKP’yi iktidara getiren oran %34’dü. Yine iliştirilmemiş yorumcuların en
iyimser çıkarsamaları-cumhur ittifakının oy desteği açısından- %45 ile %49
bandında.
-Uluslar arası çapta hegemonik güçlerin arasında yaşanan
kıyasıya rekabet hala Beştepe iktidarına bir manevra alanı sağlıyor. Süper
güçler arasındaki çatlaklara oynama siyasetinin, ne kadar keskin tehlikeler
barındırsa da muktedir için bir avantaj yarattığı açık. Hiçbir uluslar arası
hegemon ülke Türkiye gibi ‘önemli’ bir ülkenin iktidarının sahip olduğu bu oy
desteğini görmemezlikten gelemez.
-Madalyonun öteki yüzü cümlesinde çok önemli olan başka bir
nokta daha var. Totaliter bir iktidarın inşasına karşı bir direniş içerinde
olan muhalefetin zeminini, temel insan
hakları, özgürlükler, demokratik kurum ve kuralların oluşturulması/kazanılması-esas
olarak- oluşturmuyor. Abartma payını da hesaba katarak söylenecek olursa
‘totaliterizme karşı ‘sağ’ diye nitelendirilebilecek bir muhalefet muktesebatı
ile karşı karşıyayız. Adayları ile kampanya içerikleri ile… Bu atmosfer verili
iktidarın alternatifinin-kısa ve orta vadede- illa ki ve hatta daha da çok
özgürlükçü bir iktidar olamayabileceğini gösteriyor. Bu cümle, iktidara karşı
mücadelenin birincilliğini, biricikliğini yadsımaz. Ama hesaba katılamamazlık
da edilemez.
-Madalyonun öteki tarafında çok önemli başka bir unsur daha
göze çarpıyor. Yurttaşların takdire şayan ve çok ilginç olan ‘sandık’ inancı ve
hatta aşkı. Bu bir olumsuzluk değil kuşkusuz, hatta olumluluk. Çok açık. Ancak
bu tespiti yaparken emekçilerin üretimden gelen güçlerini kullanmakta çok da
hevesli(!) olmadıklarını da bir yere kaydetmek gerek. Bu cümle de hiçbir şekilde ‘eleştirel’ bir
içerik taşımıyor, sadece bir durum tespiti. Kenara konulamayacak bir durum
tespiti. Kuşkusuz bu durumun birçok nedenini de alt alta sıralamak mümkün.
Ancak üretimden gelen gücü kullanma eğiliminin daha belirgin hale gelecek
durumun oluşmasının geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayacağı da çok açık…
SONUÇ
-Belli ki kolay ve kısa vadeli başarılar, seçimlere ve
parlamentoya endeksli mücadeleler peşinde koşulmamalı. Sürecin en az orta
vadeye ve hatta uzun vadeye yayılabileceği öngörülmeli. Aksi tutum, yani ‘bu
kez olacak tutumu’ daha büyük hayal kırıklıklarına neden oluyor.
-Sabırla özellikle emekçi kitleler içerisinde çalışmaya
ağırlık verilmeli. Sanattan, kültüre-eğitime, hayvan haklarından, kadına yönelik
dizginsiz şiddete, mahallelerden, şehre, şehirlerden, ulusala yerelden genele
her alanda sabırla çalışılmalı, kalıcı kurumlar yaratmaya çalışılmalıdır. Öne
çıkan modeller olarak irili ufaklı platform, kooperatif, dayanışma alanları,
dernekler, vakıflar olarak yeni yatay örgütlenmeler alanları büyütülmelidir. Yani
hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır…
-Sınıfsal, sosyal ve ezilenlere yönelik siyasetler
belirlenmesi ve sloganlar çok önemli. Hayat pahalılığının emsali görülmemiş
boyutlarda yaşandığı, kredi kartı borçlanmalarıyla ayakta ancak durulabildiği(!),
yoksullaşmanın ve işsizliğin tavan yaptığı koşullarda olumsuzluğu formülleştirecek siyasetler
ve sloganlar çok önemli. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır, bir zamanların
şu popüler sloganını; ‘zam, zam, zam ucuzluk ne zaman?’ örneğin… Ha keza sendikal
örgütlenme, toplu sözleşmeli ve grevli pazarlık haklarının önündeki engeller,
üreticinin yaşadığı devasa sorunlar…