14 Eylül 2020 Pazartesi

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK, KANIKSAMA…

"... Kürtleri hariç tutarak konuşacak olursak, çekinerek dile getirebileceğim tahminim o ki, muhalif kitlenin üstelik görece etkili de olabilecek bir kısmı, giderek koyulaşacak diktatörlük altında da pekâlâ yaşayabileceğini seziyor. Ve bu sezgileri geçersiz değil…”

Ümit Kıvanç

Turgut Özal cumhurbaşkanı olduğunda-yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır- bir teğmen ‘alışmayacağız’ temalı bir mektup göndermişti, şahsına. O teğmen sonraki süreçte ‘alışmış mıydı’ bilmiyorum. Takip etmedim. Ancak biliyoruz ki aradan geçen 30/35 yılda bu coğrafyanın halkları olarak neleri gördük, alıştık, kanıksadık.

Akrepten, yılandan korkardım. Ta ki dağın başında bir köye taşınana kadar. Birkaç yıl yatmadan önce yatak çarşaflarını, giymeden önce terlikleri ve ayakkabıları ince bir titizlikle kontrol ettim. Karşılaştım bir çok kez bu mahlukatla, korktum, korkularım arttı. Ne zamana kadar biliyor musunuz? Duvardan kafama bir engerek düşene ve bir akrep sokana kadar. Şimdi artık hiçbir şeyi kontrol ettiğim yok, büyük ölçüde. İdrak ettim ki artık onlarla birlikte yaşamaya alışmak zorundayım ve korkunun ecele faydası yok.

Toplumsal süreçler de benzer şekilde işliyor galiba. Önceleri ‘hadi canım sende’ kayıtsızlığı, sonra ‘yok canım fazla uzun sürmez’ rahatlığı, mücadele, başarısızlık ya da kısmi başarıları kalıcı hale getirememe beceriksizliği ve süreç ilerleyip uzadıkça hayatını bir biçimde sürdürme zorunluluğuyla da birleşen bir kanıksama hali, bir bitkinlik çöküyor toplumun üzerine. Hele siz ve sizin gibi düşünen toplum kesimlerinin dışında bu değişikliği hararetle destekleyen hatırı sayılır yoğunlukta bir kesim varsa, bu kanıksama/alışma hali, intibak etme ve hayatını yeni koşullara göre tanzim etme hali daha da sakınılamaz bir hale geliyor.

Evet “…muhalif kitlenin üstelik görece etkili de olabilecek bir kısmı, giderek koyulaşacak diktatörlük altında da pekâlâ yaşayabileceğini seziyor…” yaşadığımız süreç ancak böyle isabetli bir şekilde tanımlanabilirdi.

Peki bu noktaya muktedirlerin çok güçlü, çok başarılı olmaları, yenilemez olmaları yüzünden mi geldik? Bence hayır, geride bıraktığımız 18 yıl, muhalif kitlelerin ve onların yapılanmalarının zaafları ve genetik problemleriyle de birleşerek yaşanan diyalektik bir süreçti. Gerçi 18 yılın egemenleri arkalarına geçmiş dönemlerin bütün kokuşmuşluklarının yarattığı öfkeyi ve tepkileri alarak güçlü bir toplumsal dalganın üzerine binmişlerdi ancak, yine de muhalif yapılanmaların etkisizliği, zaafları olmasaydı, kimi başarılar yaşansa bile bunları sürdürme ve yaşatma da, kalıcılaştırmada zaafa düşülmeseydi, şimdi başka şeyler konuşuyor olabilirdik.

Şimdi başka bir düzlemdeyiz. Faşist bir koalisyon haline dönüşen ve üstelik küçümsenemeyecek bir seçmen desteğini de-bunca zamandan sonra bile sürdürmeyi başaran- bir iktidarla karşı karşıyayız. Muhalefetin ‘millet ittifakı’ kısmı daha nasıl bir politik zeminde birleştiklerini ne vaad ettiklerini topluma açıklayabilmiş değil. HDP tam saha pres köşeye sıkıştırılmış durumda ve çok ilginçtir, millet ittifakı bileşenleri bu durumdan ‘haz’ alıyormuş gibi. Diğer muhalif kesimler etkisiz. Ve daha da önemlisi muhalif toplum kesimlerinin önemli bir kesimi çaresizlik içerisinde bu koşullara rağmen nasıl hayatını idame ettirebileceğinin derdine düşmüş durumda. Toplumsal kesimlerin anlamlı bir kesimi durumdan rahatsız değil, büyük bir kısmı boğazına kadar sıkıntı içerisinde olsa bile çaresizlik içinde tepkisiz. Ana muhalefet(!) iktidarın kuyruğunda. KANIKSIYORUZ; ALIŞIYORUZ. Doğru mudur bilmem; kurbağayı kaynar suyun içerisine atarsanız zıplar kaçarmış, yok soğuk suya atıp suyu yavaş yavaş kaynama ısısına getirirseniz farkına varmaz, haşlanırmış. Durumumuz biraz böyle değil mi?

Görünen o ki, daha uzunca bir süre, giderek gericileşen ve faşistleşen bu iktidar, varolan milli(!) hassasiyetleri harlandırarak, olmayanları yaratarak Ayasofya’yı Kariye’yi yedekleyerek iktidarını koruyabilecek. Bu son derece tehlikeli ve maceracı dış politikanın maalesef bu coğrafyanın halkları için felaketle sonuçlanması ve bu sürecin önünü kesmesi muhtemel. O koşullarda da nasıl bir iktidar olgusuyla karşı karşıya kalacağımız meçhul.

Söylenenleri karamsarlık, iyimserlik; umut, umutsuzluk kavramları bağlamında tartışmanın bir yararı olmadığını düşünüyorum. Zaten siyaset alanı da bu kavramlarla yapılandırılabilecek bir alan değil, kanımca ihtiyaç GERÇEĞİ saptamak. Gerçek ne kadar isabetle tespit edilebilirse, neler yapılabileceği de ondan sonra açığa kavuşur.

Ümit Kıvanç’ın yazısını(Yanlış Teşhis, Tehlikeli Akrabalık)

GZT: DUVAR okuyunuz.

Cengizhan Güngör

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...