"... Kürtleri hariç tutarak konuşacak olursak, çekinerek
dile getirebileceğim tahminim o ki, muhalif kitlenin üstelik görece etkili de
olabilecek bir kısmı, giderek koyulaşacak diktatörlük altında da pekâlâ
yaşayabileceğini seziyor. Ve bu sezgileri geçersiz değil…”
Ümit Kıvanç
Turgut Özal
cumhurbaşkanı olduğunda-yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır- bir teğmen ‘alışmayacağız’
temalı bir mektup göndermişti, şahsına. O teğmen sonraki süreçte ‘alışmış mıydı’
bilmiyorum. Takip etmedim. Ancak biliyoruz ki aradan geçen 30/35 yılda bu
coğrafyanın halkları olarak neleri gördük, alıştık, kanıksadık.
Akrepten,
yılandan korkardım. Ta ki dağın başında bir köye taşınana kadar. Birkaç yıl
yatmadan önce yatak çarşaflarını, giymeden önce terlikleri ve ayakkabıları ince
bir titizlikle kontrol ettim. Karşılaştım bir çok kez bu mahlukatla, korktum,
korkularım arttı. Ne zamana kadar biliyor musunuz? Duvardan kafama bir engerek
düşene ve bir akrep sokana kadar. Şimdi artık hiçbir şeyi kontrol ettiğim yok,
büyük ölçüde. İdrak ettim ki artık onlarla birlikte yaşamaya alışmak zorundayım
ve korkunun ecele faydası yok.
Toplumsal
süreçler de benzer şekilde işliyor galiba. Önceleri ‘hadi canım sende’
kayıtsızlığı, sonra ‘yok canım fazla uzun sürmez’ rahatlığı, mücadele, başarısızlık
ya da kısmi başarıları kalıcı hale getirememe beceriksizliği ve süreç ilerleyip
uzadıkça hayatını bir biçimde sürdürme zorunluluğuyla da birleşen bir kanıksama
hali, bir bitkinlik çöküyor toplumun üzerine. Hele siz ve sizin gibi düşünen
toplum kesimlerinin dışında bu değişikliği hararetle destekleyen hatırı sayılır
yoğunlukta bir kesim varsa, bu kanıksama/alışma hali, intibak etme ve hayatını
yeni koşullara göre tanzim etme hali daha da sakınılamaz bir hale geliyor.
Evet “…muhalif kitlenin üstelik görece etkili
de olabilecek bir kısmı, giderek koyulaşacak diktatörlük altında da pekâlâ
yaşayabileceğini seziyor…” yaşadığımız süreç ancak böyle isabetli bir şekilde
tanımlanabilirdi.
Peki bu noktaya muktedirlerin çok güçlü, çok başarılı
olmaları, yenilemez olmaları yüzünden mi geldik? Bence hayır, geride
bıraktığımız 18 yıl, muhalif kitlelerin ve onların yapılanmalarının zaafları ve
genetik problemleriyle de birleşerek yaşanan diyalektik bir süreçti. Gerçi 18 yılın
egemenleri arkalarına geçmiş dönemlerin bütün kokuşmuşluklarının yarattığı
öfkeyi ve tepkileri alarak güçlü bir toplumsal dalganın üzerine binmişlerdi
ancak, yine de muhalif yapılanmaların etkisizliği, zaafları olmasaydı, kimi
başarılar yaşansa bile bunları sürdürme ve yaşatma da, kalıcılaştırmada zaafa düşülmeseydi, şimdi başka şeyler konuşuyor olabilirdik.
Şimdi başka bir düzlemdeyiz. Faşist bir koalisyon haline
dönüşen ve üstelik küçümsenemeyecek bir seçmen desteğini de-bunca zamandan
sonra bile sürdürmeyi başaran- bir iktidarla karşı karşıyayız. Muhalefetin ‘millet
ittifakı’ kısmı daha nasıl bir politik zeminde birleştiklerini ne vaad
ettiklerini topluma açıklayabilmiş değil. HDP tam saha pres köşeye
sıkıştırılmış durumda ve çok ilginçtir, millet ittifakı bileşenleri bu durumdan
‘haz’ alıyormuş gibi. Diğer muhalif kesimler etkisiz. Ve daha da önemlisi muhalif
toplum kesimlerinin önemli bir kesimi çaresizlik içerisinde bu koşullara rağmen
nasıl hayatını idame ettirebileceğinin derdine düşmüş durumda. Toplumsal
kesimlerin anlamlı bir kesimi durumdan rahatsız değil, büyük bir kısmı boğazına
kadar sıkıntı içerisinde olsa bile çaresizlik içinde tepkisiz. Ana muhalefet(!)
iktidarın kuyruğunda. KANIKSIYORUZ; ALIŞIYORUZ. Doğru mudur bilmem; kurbağayı kaynar suyun içerisine atarsanız zıplar kaçarmış, yok soğuk suya atıp suyu yavaş yavaş kaynama ısısına getirirseniz farkına varmaz, haşlanırmış. Durumumuz biraz böyle değil mi?
Görünen o ki, daha uzunca bir süre, giderek gericileşen ve faşistleşen
bu iktidar, varolan milli(!) hassasiyetleri harlandırarak, olmayanları
yaratarak Ayasofya’yı Kariye’yi yedekleyerek iktidarını koruyabilecek. Bu son
derece tehlikeli ve maceracı dış politikanın maalesef bu coğrafyanın
halkları için felaketle sonuçlanması ve bu sürecin önünü kesmesi muhtemel. O
koşullarda da nasıl bir iktidar olgusuyla karşı karşıya kalacağımız meçhul.
Söylenenleri karamsarlık, iyimserlik; umut, umutsuzluk
kavramları bağlamında tartışmanın bir yararı olmadığını düşünüyorum. Zaten
siyaset alanı da bu kavramlarla yapılandırılabilecek bir alan değil, kanımca ihtiyaç
GERÇEĞİ saptamak. Gerçek ne kadar isabetle tespit edilebilirse, neler
yapılabileceği de ondan sonra açığa kavuşur.
Ümit Kıvanç’ın yazısını(Yanlış Teşhis, Tehlikeli Akrabalık)
GZT: DUVAR okuyunuz.
Cengizhan Güngör
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder