11 Aralık 2020 Cuma

‘erkek’ GECİKMEDİ, HEMEN SAHNE ALDI!

 


‘erkeklik’ ne kadar ‘iyi’ kategorisinde sınıflandırılırsak sınıflandırılalım-özelliklebu kategoriye mensup erkeklerde-  bir yerlerimizden fışkırıveriyor.

Bir dakika kardeşim ifşa mifşa iyi de, bize sordun mu? Kimi ifşa edebilirsin, neyi ifşa edebilirsin, ne zaman ifşa edebilirsin, ifşa ettin de karşı tarafta yaratacağı sorunları, duygu durumlarını, nelerle karşı karşıya kalabileceklerini hesaba kattın mı, adam karısı çocukları karşısında, işvereni karşısında ne duruma düşecek biliyor musun, adamı işsiz bırakmak mı amacın? Adam flört ediyor, kur yapıyor olamaz mı? Bak adam ne kıymetli adam eserler vermiş, üretiyor. Yetinmiyoruz, hüküm veriyoruz; bu senin yaptığın linçtir. Eline idam ipini almışsın, olur mu?

Kadının sözünü kaptık mı? Kapabildik. Sahneyi kaptık. Ayar veriyoruz. Kadın neler yaşamış onca sene, ne tür travmatik sonuçlar, ne tür ruh halleri yaşamış, umurumuzda mı! Bu saldırganlık işini, kariyerini, insanlarla, partneriyle, çocuklarıyla ilişkilerini nasıl etkilemiş umurumuzda mı! Hem nereden bileceğiz cinsel tasallut karşısında kendini banyoya kilitlemek zorunda kalmanın ne demek olduğunu, nereden bileceğiz telefonumuza birbiri peşi sıra düşen taciz mesajlarının yarattığı etkiyi!

Biz cinsel tasallut karşısında kendimizi banyoya kapatmak zorunda kalmadık ki. Otobüste, işyerinde, orada burada bacaklarımıza, kalçamıza ellenilmedi ki. İşyerinde terfi almanın neleri gerektirdiğini  kadınlar kadar ve onlar gibi deneyimledik mi! Hayır. Ve dolayısıyla bu maruz kalınan saldırganlığı ifşa etmenin ne kadar zor olduğu konusunda en ufak bir fikrimiz yok ki.

Meydanlarda toplanıyorsun, patriarkaya karşı çıkıyorsun, sloganlar, pankartlar, internet sitelerin var. Tamam. Ama bu işi şahsileştirmek de nedir! Adam seni beğenmiş, senden hoşlanmış, bunu da ifade etmiş olamaz mı? Hem bugüne kadar neredeydin?

Bak gördün mü, yayınevleri, meslek örgütleri hemen tutum alıp tavır koydular. Bu koşullarda adam yazamazsa, çizemezse, yontamazsa, film çekemezse ne olacak? Nelerden mahrum kalacağız, düşündün mü?

‘O kadar da değil sen de abarttın mı’ diyorsunuz. Hiç öyle değil. Olsa olsa son günlerde taciz ifşalarına ve kadın isyanına karşı özellikle ve çoğunlukla erkeklerin tepkilerinin perde arkasına sızmış olabilirim, ancak. Erkek histerik bir şekilde kadın tepkilerinin, isyanının bile belirleyicisi olma konumundan taviz vermiyor. Böyle bir ihtimal belirdiğinde erkeklik zaptedilemez hale geliyor. Ve önce inceden inceden, sonra bilindik ayar verme aşamasına geçiliyor.

Sanıyor musunuz ki, bu tepkiler, ‘yahu bu adamların eserleriyle kişiliklerini ayırt etmemiz gerekmez mi’ şeklinde anlamlı olabilecek bir tartışmayı hedefliyor. Ya da bu ifşaatlar adama yeniden kendini sağaltıp dönüştürebilmesine imkan verecek bir açık kapı bırakma düzeyinde kalmalı gibi bir iyi niyet taşıyor. Hayır, erkek erkekliğini yapıyor ve kadınlara sınır çizmeye çalışıyor. Ama boşa çaba! Kadın isyanı ve bilinci artık öyle bir aşamadaki, bu ayar verme, sınır çizme çabaları etki etmiyor.

Görünen o ki ve her gün bunu yeniden ve yeniden deneyimliyoruz ki, ‘erkekliğimizle’ baş etme, ondan özgürleşme çabası daha işin başında ve zor. Belli ki, önce dinlemeyi bilmek, anlamaya çalışmak empati yapma yetisi kazanmak gibi oldukça geri(!) bir noktadan işe başlamak zorundayız, biz erkekler. Erkeklik krizde. Kadın isyanı ve kitleselleşmesi karşısında afallamış durumda. Korunma refleksi gösteriyor, erkekliğin en ilkel biçimleriyle. Bu yol yol değil, kendimize dönmeli ve acilen erkekliğimizi masaya yatırmalıyız. Yoksa başımız belada, emin olun.

9 Aralık 2020 Çarşamba

H. A. TOPTAŞ ve ZAVALLI ‘erkekliğimiz’!



 

Köklü bir geçmişe ve artık kitleselliğe sahip kadın hareketi epeydir, bize, bir çoğumuza ’kadının beyanı esastır’ ilkesini benimsetmişti. Bu yüzden çoksatar yazar Hasan Ali Toptaş’ın seri taciz girişimlerini duyunca ‘acaba mı’ demedim. Nitekim kendisi de kamuya açık bir özür dileğinde bulununca iddiaların doğruluğu anlaşıldı.

Birkaç yıl önce Holywood’da ünlü sanatçıların uğradığı tacizlerin ‘meetoo’ hareketiyle açığa çıkması ve sonraki yıllarda bir çok ünlü yazar, çizer, yapımcı ve oyuncunun da taciz/tecavüz iddialarıyla ifşa edilmesi faili ‘erkek’ olan saldırganlığın boyutlarını göz önüne sererek bu suçun evrenselliğinin karinesi olmuştu. Aslında bu tür taciz/tecavüz/istismar suçlarının görünür hale gelmesinin oldukça eskiye dayanan bir geçmişi var. Hatırlayınız Woody Allen, Micheal Jackson, Pablo Neruda, Bernardo Bertolucci… gibi şahsiyetlerin göbeğinde olduğu benzer suçları, olayları, açılan davaları…

Görünen görünmeyen yüzüyle taciz/tecavüz suçları belli ki devasa bir buzdağı. Kimi ünlü erkeklerin bu saldırganlığın göbeğinde yer almış olması dolayısıyla, onların şahsında, biz bu suçun ‘devenin kulağı bile olamayan’ boyutlarıyla yüzleşiyoruz uzunca bir süredir. Gerisi, maalesef gazetelerin 3. sayfalarında, internet sitelerinin ilgili sayfalarında. Yan komşumuzda, mahallemizde, şehrimizde. Hele bu ‘yalnız ve güzel ülke’de yaşadıklarımız artık saçlarımızı diken diken eden, tüylerimizi ürperten bir aşamaya sıçramış durumda. Gün geçmiyor ki kadına yönelik vahşi bir cinayet/tecavüz, çocuk istismarı vakalarıyla yüzleşmeyelim.

Erkek sultasının/egemenliğinin çağlar boyu aslında bütün verili eşitsiz sistemlerin ortak gerçeği olduğu tarihe adım attığımızda şimdi suratımıza çarpan gerçekliğin oluşturduğu bu korkunç manzara pek de şaşırtıcı görünmüyor. Meğerse ‘erkeklik’ hep böyle imiş. Ve biz, kimi iyi(?) erkekler de tarih boyunca failliğimizi/erkekliğimizi sorgulamayarak, tavır almayarak, tam tersine yeniden ve yeniden üreterek bu sürecin sonraki nesillere aktarılmasının vebalini de boynumuzda taşıyoruz.

Ünlü erkeklerin faili olduğu bu saldırganlığın ortaya çıkardığı bir başka gerçek daha var; iyi de bu ünlülerin yarattığı ve bir çoğu insanlığın kültür hazinesine katkı düzeyinde olan eserleri karşısında ne tutum alacağız? Binbir türlü insanlık hallerini büyük bir duyarlılıkla tasvir etmiş, bu eserleriyle bizi mestetmiş, hayatımızı değiştirmiş, gönül tellerimizi titretmiş bu eserleri artık nereye koyacağız? Kimimiz, bu ‘erkeklik’ suçuyla malül faillerin saldırganlığıyla yüzleşince eserlerine de yabancılaştık, doğrudur. Ama görünen o ki, bu ünlülerin bir çoğu ‘tahtından’ indirilebilmiş değil. Hala çok seyrediliyorlar, çok satıyorlar, çok izleniyorlar. Unutulup giden-üstelik çok da uzun olmayan bir süreçte- işledikleri ‘erkeklik’ suçları oluyor. Eserleri yaratımları değil. Yine sergi salonları, yayınevleri, sinemalar onlara-belki de eskisinden daha fazla- rağbet ediyor. Hatta çoğu yargılanmıyorlar bile, birkaç örnek dışında.

Peki bu erkek/ünlü faillerin eserleriyle cürümlerini birbirinden ayırma basiretini gösterebilir miyiz/göstermeli miyiz? Gerçekten bilmiyorum. Yaşadığımız gerçeklik o ki, tarih, ufak bir not düşüyor, görünmez mürekkeple kariyerlerinin yanına, ama o kadar. Bu da bir şey midir, evet bir şeydir. Peki yeter mi yetmez tabii ki. Bu cürümlerinin yaftalarını onların boyunlarına asanlar kimler; giderek karşı durulamaz boyutlarda bir genişlik ve etkililik kazanan kadın hareketi, belli ki. Bu soru ve soruya verilecek cevap bizi daha uzun bir süre meşgul edeceğe benzer.

Peki biz ‘erkekler’, çağlar boyunca nemalandığımız erkek sultasının sorgulanmasının neresindeyiz? Belli ki daha çook başındayız. Hem de çok. İyi ki kadın hareketi, LGBTİ+ hareketi var, demoklesin kılıcı gibi başımızın üstünde. Peki daha ne kadar onların arkasına sığınabiliriz? Ne zaman ‘bir adım geriye, daha geriye’ yönelmeyi becerebileceğiz? Ne zaman ‘kaybetmeyi göze alıp, erkekliğimizden özgürleşeceğiz? Biz erkeklerin önünde duran soru bu!

Cengizhan Güngör


‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...