13 Temmuz 2021 Salı

ŞİMDİ DEMOKRASİ ve ÖZGÜRLÜK İÇİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ZAMANI!

Sonda söyleyeceğimi başlıkta söyledim. Ne istiyoruz, her şey var; kent savunması platformları, ekoloji duyarlılığını temel alan yapılanmalar, demokratik hak ve özgürlükleri temel alan inisiyatifler, insan hakları derneği, lgbti+ inisiyatifleri, bütün bunların yerel yansımaları, sadece bir alana kilitlenmiş demokratik örgütlülükler, güne damgasını vuran kadın dayanışma ağları, kültür-sanat inisiyatifleri, kitap okuma grupları, dernekler, meslek odaları, sendikalar…vb. Ve tabii ki demokrasi kaygısı taşıyan siyasi partiler, sosyalist partiler… Yok, yok. Ve son derece yaygın. İl, ilçe, köy ve mahallelere kadar yaygınlık ve çeşitlilik kazanmış demokratik dayanışma ağları, platformları, örgütleri olan başka bir ülke var mıdır, bilmiyorum.

Eksik olan ne; demokrasi istiyorsak, özgürlüklerimizi talep ediyorsak, bunun yolunun bu örgütlü mücadele alanlarından birinde yer almaktan geçtiğini kimilerimizin bilince çıkarmamış oluşumuz. Sadece ve sadece toplumun ekseri bireylerinin yaygın bu örgütlenme ağının göbeğinde yer alma bilincinin eksikliği. ‘Godo’ gelmeyecek. Godo dört yılda bir önümüze konulan sandık hiç değil. Hoş, onun da gelip gelmeyeceği, hangi koşullarda geleceği de belli değil. Öyle ya ‘bunlar iyi günlerimiz’miş. Öyle ya ‘iktidarı herkese teslim edemezmişiz’. Havanın oksijenini emen her türlü demokratik direniş çabasını ezerek yok etmeye çalışan, eğer demokratik müdahale olmazsa nereye evrileceği belli olan bir oligarşik diktayla, ancak örgütlü mücadeleyle baş edilebilir.

Neme lazımcılık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, 'bak mücadele eden insanların başına neler geliyor' endişesi; kanıksamak, alışmak baskıcı iktidarların ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu duygulara kapılmış insanların çokluğu/azlığı iktidarın gücünü/güçsüzlüğünü belirliyor. Demokrasi için, kentini savunmak için, kültürel ve sanatsal değerler için, bisiklet sürmek için, hayvan haklarını savunmak için örgütlenme alanları ne kadar güçlenirse/genişlerse/çeşitlenirse o kadar umut vardır.

Kimi kelimeler/kavramlar yıllardır negatif anlamlar yüklenerek kirletildi. Herhalde bu kelimelerin başında ÖRGÜT ve ÖRGÜTLENME kavramları geliyor. Egemen sistem on yıllardır bilcümle muhalif, bağımsız örgütü negatif propaganda malzemesi haline getirerek gayri meşru ve zinhar uzak durulması gereken şeytani yapılar olarak gösteriyor. Örgüt şiddet ve silahla özdeşleştirilerek toplumun örgütlenme hakkı gasp edilmek isteniyor. Demokratik hak ve özgürlükleri için bir araya gelen insanlar ‘örgüt mensubu’, bu insanların kullandıkları binalar ‘örgüt evi’ diye lanse ediliyor.

Verili sistemin bu özel ve örgütlü(!) çabasının basit bir anlamı var kuşkusuz. Halkın örgütlü olması ezenler, ezilenler; sömürenler, sömürülenlerin varlığı ile belirlenen baskı düzenleri için tehlike arz ediyor. Toplumun bütün kesimlerinin hakları için mücadele eden yapılarda örgütlü olması baskı ve sömürü düzenlerinin selametini tehlikeye atıyor.

Halk sınıflarının yüzlerce yıllık örgütlü mücadele geleneği ve birikimi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘ne de yansımış herkesin toplanma ve dernek kurma hürriyeti bulunduğu kabul edilmiş ve bu nosyon evrensel hukuk alanına dahil edilmiştir. Ayrıca Sözleşme açık bir şekilde bu hakkın içeriğinin sendika kurma ve örgütlenme yoluyla hak aramanın da temel haklardan biri olduğunu söyler (AİHS, Md. 11). T.C. Anayasası da temel olarak AİHS ile bu noktada benzerlikler göstermektedir.

‘İlk seçimlerde gidecekler’ gibi bir beklentiyi gerçek kılmak istiyorsak birlik, dayanışma, demokrasi ruhuyla sokaklarımızdan başlayarak örgütlenmeliyiz. Demokrasinin gücü, halkın örgütlenmesinin yoğunluğuyla bağlantılıdır. Seçimden seçime sandık başına gitmekle ya da TV’lerimizin başında ya da kaldırımlarda demokratik direnişleri alkışlayarak görevimizi yerine getirdiğimizi sanıyorsak yanılıyoruz. Müdahil olmak zorundayız, müdahil olmak için örgütlenmek zorundayız. Oturduğumuz yerde demokrasiye ve özgürlüklerimize kavuşmayacağız. 

4 Temmuz 2021 Pazar

BELİRSİZLİK VE KAOS MU, DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK ve BARIŞ MI?


Oldukça uzun bir süredir bir karanlık tünelin içinde yürüyoruz. Tünelin ötesinde bir ışık huzmesi var. Kimimiz bu durumu nihayet ve kısa sürede gün ışığına çıkacağımız gerçeğine yoruyor, kimimiz tünelin ucundaki ışığı üzerimize doğru gelen bir trenin farına benzetiyor. Ancak çoğumuz gördüğümüzün hızla üzerimize gelen bir tren mi, yoksa gün ışığı mı olduğundan emin olamıyoruz. Tedirginiz. Haksız da değiliz aslına bakarsanız.

Hem yakın gelecek bakımından hayra yorulacak belirgin işaretler var, hem de beynimizi kemiren ‘acaba mı’ kuşkusunu yok edemiyoruz. Anketlere işaret ediliyor, hızla eriyen oy potansiyelinden, yerel seçimlerde özellikle büyük şehirlerde kazanılan başarıdan, muhalefetin(?) oy yükselişinden, hdp’nin her şeye rağmen baraj altına itilemeyişinden…vb söz ediliyor. Hakeza muktedirin itibar kaybından ve seçimler yoluyla toplumsal rıza devşirmesinin artık imkansız olduğundan. Yolsuzlukların, hırsızlıkların ortaya saçılmasından. Göz kamaştırıcı kadın direnişinden… Tek tek ele alındığında bu göstergelere itiraz etmek mümkün görünmüyor kuşkusuz.

Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var… Muktedirin Partisinin(?) hala açık ara en büyük parti olma özelliğini koruması örneğin. Toplumsal emek muhalefetinin bunca olumsuzluklara rağmen anlamlı bir hareketliliğe bir türlü kavuşamaması. Öyle ya, zamlar ve artan geçim sıkıntısı almış başını gidiyor, işsizlik-özellikle genç işsizlik- had safhada. Grev hakkı gaspedilmiş, üretici perişan.  Muhalefet partileri denilen partilerin hdp’ye karşı mesafeli yaklaşımlarından vazgeçebilecekleri yolunda işaretlerin olmayışı. Ki bu durum muhtemel bir demokratik zafere giden yolda en önemli zaaf.

Muktedir hala ve bütün çuvallamalarına rağmen büyük emperyalist güçlerin aralarındaki rekabeti kullanarak ülkenin jeostratejik önemini pazarlamakta becerikli. Hegemon büyük devletlerin dikkati Türkiye'yi kaybetmemek üzerine kurgulu. Ülkedeki demokrasi hiç de dertlerine de değil son tahlilde.

Kolluk konsolide edilmiş ve iktidar aparatı haline getirilmiş, hakeza istihbarat teşkilatı. Suriye’den Libya’ya, Kafkasya’ya mobilize olan ücretli silahlı güçler. Ülke içinde oluşturulan her türlü provokasyon için kullanılabilecek bir militan yapılanma. Son örneği Deniz Poyraz cinayeti.

İlk seçimlerde gidecekler mi? Kimimizin çok hoşuna gidiyor bu soruya olumlu bir cevap vermek, ne kadarı şiddetle arzuladığımız gönlümüzden geçene işaret ediyor bilinmiyor. Ancak muktedir ve etrafında oluşan oligarşinin etrafı muhtemel bir iktidar kaybında başlarına büyük dertler açabileceğini bildikleri dosya yığınıyla çevrili. Bu nedenle kaybetmemek için meşru ve olmadı gayri meşru yollara tevessül etmekten bir adım geri durmayacak bir zihniyet/hazırlık dünyasına sahip oldukları çok açık. 

Bu ülke bunca yaşanmışlıktan sonra seçimsiz ve parlamentosuz idare edilemez. Askeri diktatörlükler bile bir kaç yıl idare edebildiler seçimsiz. Hedef hdp’yi kapatmak, olmadı devlet yardımından yoksun bırakmak ve 476 hdp’liyi siyasi haklarından mahrum etmek; seçim ve siyasi partiler yasasını radikal bir şekilde değiştirmek. Başarabilirler mi? Emin değiliz. Bu soruya kesin bir cevap vermemiz mümkün mü? 

Nedir emin olamamamızın nedeni? İlk önce, muhalefet partileri koşulsuz bir demokrasi ittifakı gerçekleştirme yolunda tamamen iktidarın yarattığı iklim koşullarında oluşan ‘hdp antipatisi’ saçmalığına takılmış görünüyorlar. İkinci olarak parlamento içi partiler başta chp olmak üzere, demokratik muhalefeti grup toplantısı ve meclis oturumlarında yaptıkları konuşmalara indirgediler. Sokaktan ‘provokasyon olur’ korkusuyla uzak duruyorlar. Hdp ise hakemin şefliğinde yürütülen rakip boksörün saldırıları karşısında yılmadan ayakta duran, mücadele eden bir boksörü andırıyor.

Aslına bakarsanız şöyle bir mesafe alıp gelişmeleri seyrettiğinizde ortaya saçılan onca, yolsuzluk, hırsızlık, kriz, iktidar içi çatışmalar, itibar kaybı, gayrı meşru baskılar, anti demokratik uygulamaları görüp bunlar nasıl hala ayakta kalabiliyorlar diye şaşırmanız işten bile değil. Evet nasıl ayaktalar ve daha nasıl kısa vadede pes edebilecek gibi görünmüyorlar? Zurnanın detone olduğu yerde burası.

Biz mi? Örgütleneceğiz-siyasi partilerde, yapılarda, demokratik inisiyatiflerde- demokratik direnişe katılacağız her alanda. Direnenin kazandığını bilerek. ‘Neme lazımcılık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ zihniyetini altederek, bunların, ne kadar sinersek sinelim bizim de kapımıza dayanacağını bilerek Kadın direnişini, Boğaziçililerin demokratik kavgasını, grevci işçilerin mücadelesini örnek alarak. Doğamıza, kentlerimize, sokağımıza sahip çıkarak. Barış, demokrasi, özgürlük için. Korkunun ecele faydası yok. Sonuç her birimizin nerede saf tutacağına ve ne yapacağına bağlı.

Cengizhan Güngör

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...