Beklediğimiz, ‘bu kez olacak dediğimiz’, inandığımız şeylerin olmayabileceğini ya da o kadar kolay olmayabileceğini gösteren işaretlere gözlerimiz kulaklarımız kapalıdır, genellikle. İnanmışlıklarımızın, inançla bağlı olduklarımızın aksini iddia edenleri duymayız, görmeyiz. Onlar inançsızdırlar, karamsardırlar, oyun bozandırlar, moral bozarlar, mücadeleye sekte vururlar. Biz sıradanlar ve faniler için bu tek yanlı yaklaşım anlaşılabilirdir. Peki aydınlar, kanaat önderleri ve analiz üreticileri de çoğunlukla böyle iseler! Bu bir sorundur. Onlar da ‘aykırı’ olanı, tasarımlarına ters düşen gelişmeleri, ya cevaplayamadıkları sorular oldukları ya da kitle goygoyculuğu esiri oldukları için görmezden gelirler. Subjektivizm(tek yanlılık) en temel hastalığımızdır sanırım. Sağından soluna, kitlelerden aydınlara kadar.
-2002’de başlayan süreci basit, bir iktidarın gidip bir başkasının gelmesi olarak algılamış olmamız ilk hatamızdı. İşin acıklı tarafı bu yanlışın büyük ölçüde devam ediyor olması. (Nacizane bendeniz de eski rejimin yıkılıp yeni bir rejim inşa edilmesi çabaları içinde yaşadığımız gerçeğine ancak 2017’de ve süreç içinde vakıf olduğumu ifade etmeliyim). Oysa 2002’de yaşanan olayın karakteristiğinin bir REJİM DEĞİŞİKLİĞİNİN başlangıç adımı olmasıydı. Kurucu, en dar çekirdek köklü bir inkilap peşindeydi. Nitekim 80 yıllık ara dönem, yani 1923’te kurucu babaların inşa ettiği rejim sona erdirilecek, bütün kurumlarıyla birlikte tasfiye edilecek ve YENİ bir REJİM inşa edilecekti. AMAÇ buydu. İşin ironik tarafı bu gelişmeyi/tehlikeyi ilk tespit edenlerin eski, miadını doldurmuş, köhnemiş rejimin ‘cumhuriyetçi’ asker sivil bürokrasisi olmasıydı. Kendi sınıf tabiatlarına uygun bir şekilde direndiler. Darbeler planlayarak, kitleleri mobilize etmeyi deneyerek. Sonra da gidip birer birer yeni rejimin sahiplerine biat ettiler. Bu yanlış algılama sadece bir kısım solcuların değil, yeni iktidarın kurucu ortaklarının önemli bir kısmının da kapıldığı bir yanılsama oldu. Onlar da süreç içinde yeni rejimin kurucu babasından koptular. Liberal solcularımızın hikayesi daha hazindir. Başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor… Sonuçta elde kalan; sürekli söylem ve müttefik(ulusal ya da ulusal çapta) değiştirerek ustalıklı ya da pespaye yalanlar üzerine bina ettikleri rejim değişikliği sürecini en ‘gerici’, bir çeşit talibancı/ihvancı kadro ile kurumlaştırmak arzusu. Mücadele ettiklerimiz bunlar.
-Başka bir örnek ise; Erdoğan oligarşisinin kitle desteğinin 21 yıllık geçmişine rağmen, bunca olup biten despot ve anti demokratik girişimlere rağmen, ekonomik ve siyasi krizlere rağmen %30/35 bandından aşağı düşmemesi bir uyaran olmaz. Bu uyaranın illaki anlamlandırılması gerektiği düşünülmez. Başka bir şey değil İktidara ilk geldiği tarihteki kitle desteğinin 21 yıl sonra devam etmesinden bahsediyorum. En kabadayısı ‘yahu onlar çuvalla kömür dağıtılanlar, sosyal yardım alanlar..vb’ denir geçilir. Kaçınılır, üzerinde düşünülmez. Görmezden gelinir. Neden konunun, tarihi, sosyolojik derinliği, özetle güçlüğü mü ürkütür? Ya da beklentimizin önünde engel teşkil etmeyen bir sorun olarak küçümsenir ve mezarlıktan geçerken ıslık çalmak tutumu benimsenir. Oysa bu sorun kapsamlı bir çözümlemeye tabi tutulsaydı, muhtemelen kısa vadeli, seçim başarılarına endekslenmemiş uzun vadeli, sabırlı, nakış işler gibi bir mücadele hattı örmek ihtiyacı daha belirgin olarak ortaya çıkacaktı. Ama bizim acelemiz(!) var. Halk olarak, devrimciler, sosyalistler olarak. Bu kısa vadeli başarı beklentilerini yadırgamak da mümkün değil, tabii. On yıllardır yaşanan acılar ve baskılardan sonra. Bir çeşit başarıya hasretlik hali. O zaman vardığımız nokta ne oluyor; ‘hele bir şu ADAM gitsin’, o zaman ne oluyor ‘olmazsa olmazlarımız’ ihmal edilip ikinci plana itiliveriyor, erteleniyor. Giderek söyleme hakim olan göçmen düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, alevi düşmanlığı, lgbt+ düşmanlığı gündemden düşüyor. Sınıflar ve sınıf mücadelesi perspektifi kararıyor. Sokak unutuluyor, mağdurlar, ezilenler unutuluyor. Sonuçta ortaya çıkan saf parlamentarizm, saf seçimcilik. ‘Efendim biz bir şey talep etmiyoruz, zinhar pazarlık etmeyiz, yeter ki gelip elimizi sıkın, birlikte fotoğraf verelim’. Bu arada da ilginçtir, irili ufaklı siyaset odakları arasında hayvan pazarındaki celep pazarlığını andıran gelişmeler olmaktadır.
Sonuç Olarak…
Gelinen bu noktada rakamlar üzerinden seçim sonuçlarını değerlendirmeyi çok da gerekli görmüyorum. Hele rakamlara bakarak aslında biz kaybetmedik sonucunu çıkarmayı. Yapanlar yapsın. Ben şahsen bir kere daha, tecrübeyle yeni rejim kurucularına ve muktedirlere karşı mücadelenin uzun vadeli ezilenleri, halkları sokağı esas alan bir çalışmayla altedilebileceğini yeniden bilince çıkardım(sanıyorum). Sandıktan sandığa değil her gün her saat… Kapılmıştım kısa vadeli başarının cezbedici gücüne.
Son birkaç aylık deneyim bir çok olumlu sonuç da üretti. Çok farklı görüşlerden insanlarla, gönül bağı duygudaşlık ve mücadele ortaklığı oluştu. Bu çok önemli bir kazanım. Birbirimizi daha iyi tanıdık. Önyargılarımız yıkıldı. Hakeza ezilen toplum kesimleri arasında. Az şey mi? Çok çeşitli toplumsal kesimlerinden genç, yaşlı, kadın, erkek sosyal demokrat, sosyalist ve hatta anarşist seferberlik halinde omuz omuza dayanıştılar, afiş astılar, oy çalışması yaptılar, sandıklara siper oldular, mücadele ettiler. Özellikle kadınlar ve gençler, Kürtler...
Talibancı/İhvancı yeni rejim kurucuları bir başarı kazanmışlardır. Bu bir gerçekliktir. Bu gerçekliği bilince çıkarmak gerekir. ‘Yenilmedik ayaktayız’ edebiyatı en son ihtiyacımız olan şeydir. Şimdi kapsamlı eleştiri ve değerlendirmelere ve tabii ki özeleştirilere ihtiyacımız var. Özellikle Emek ve Özgürlük İttifakı ve genelde ittifak politikalarını da içerecek şekilde. Seçimlerden önce ‘öyle ya da böyle seçim sonrası siyaset kurumunun irili ufaklı odaklarını 7.9 şiddetinde deprem bekliyor’ demiştim. Öyle olacak. Endişelenecek bir şey yok. Mücadeleye devam!