30 Mayıs 2016 Pazartesi

YAKLAŞAN FELAKET VE CHP’DEN BEKLENEN…


Kısmen meclisteki dokunulmazlık görüşmeleri sırasında, özellikle de bilinen sonuç ortaya çıktıktan sonra, HDP yöneticilerinin CHP’ye yönelik eleştirilerinde sertlik dozunun giderek arttığını gözlemlemek mümkün. Bu eleştirilerde ‘CHP’nin devletçi özünün bu kez daha açığa çıktığı; Genel Kurmay müdahalesinin oylamalar konusunda CHP’nin tutumunu belirlediği’ savları ileri sürülüyor. Bu eleştirilerin haksız, temelsiz olduğunu iddia etmek mümkün değil, kuşkusuz. Kaldı ki bu minvaldeki eleştirilerin CHP’ye daha yakın bir görünüm arzeden aydınlar ve kamuoyu arasında da değişik dozlarda ve fakat yaygın olarak dile getirildiği de açık.

Devletin kurucusu olma misyonunun özü itibarıyla, Kılıçdaroğlu ile başlayan- ya da başladığı umudu doğuran- köklü bir değişim sürecini engellediğini ve bir çok temel mesele de ‘devletin’ çıkarlarının CHP’nin bu özelliği tarafından belirleyici bir etken olarak öne çıktığı söylenebilir. Nitekim 20 Temmuzdan itibaren başlatılan; gelinen nokta da bine yakın güvenlik görevlisinin ölümüne, yüzbinlerle ifade edilen nüfüsun göç ettirilmesine, binlerce sivil ve Kürt gencinin ölümlerine sebep olan, Kürt ilçe ve mahallerinin yerle yeksan edildiği ‘terörizme karşı savaş’  sırasında, yaşam hakkı başta olmak üzere yaşanan bütün insan hakları ihlalleri CHP’nin ilgi alanına girmek imkanı bulamamıştır. Tam tersine tank ve topların kullanıldığı bu kanlı süreç CHP tarafından bazen açık bazen zımnen desteklenmiş ve ‘saray’ gerekli önlemleri zamanında almadığı(!) için eleştirilmiştir.

ANCAK…
-Gelinen noktada özellikle dokunulmazlık görüşmeleri sırasında ortaya çıkan ve parti önderliğinin politikalarına rağmen yüzon milletvekilinin ‘hayır’ oyu verdiği CHP içi muhalefeti  dikkate almamazlık edemeyiz. Bütün baskılara rağmen CHP merkezinin politikaları ancak 20 milletvekilini ikna etmeyi başarabilmiştir. Akabinde kimi CHP vekillerinin parti yönetimine rağmen AYM’ye başvurmaları kaydedilmesi gereken önemli gelişmelerdendir. CHP yönetiminin tutarsız, ilkesiz, basiretsiz tutumu bu önemli gelişmenin üstünü karartmamalıdır. Bu deneyim CHP’nin dönüşüm süreci için umut verici bir gelişme olarak anlaşılmalıdır.

-Ülkenin siyaset arenasına bakıldığında CHP hala oynayacağı rol ile ülke için, barış ve demokrasi için önemli bir role sahip olan/olması gereken bir partidir. Diğer alternatifler, özellikle HDP ‘teröristlerle işbirliği’ kadim devlet propagandası salvoları altında köşeye sıkıştırılmaya çalışılmakta, kitlelere ulaşma olanakları yok edilmekte ve itibarsızlaştırılarak etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Diğer sol ve demokratik hareketler ise maalesef seslerini duyuramamaktadırlar. Sarayın ülkeyi bir felakete sürüklediği koşullarda toptancı bakış açılarıyla ve yapıcı olmayan eleştirilerle CHP kulvar dışına itilmeye çalışılmamalıdır. Bütün siyasi aktörler sarayın değişik politikaları çerçevesinde çözülme sürecinin içine itilmektedir.  MHP bu politikalar neticesinde büyük ölçüde paralize edilmiştir. CHP’ye yönelik saray politikalarının da amacı CHP’yi paralize etmektir. Her hal ve şart altında CHP’nin MHP’nin durumuna düşmesi hiçbir demokratın arzu edeceği bir şey değildir. Maalesef CHP YÖNETİMİ bu tuzağa yakalanmış görünmektedir. ‘Ne olursa olsun HDP ile birlikte görünmemeliyiz’ tutumu ağa yakalanıldğının net bir işaretidir. Neyse ki CHP içerisinde beliren anlamlı muhalefet bu sürecin önünde bir engel oluşturmaktadır.  Bu gelişmeyi desteklemek gerekmektedir. Öyle ya da böyle CHP 60’lı yılların ortalarından itibaren ‘sola ve demokrasiye’ karşı duyarlılıkları olan bir parti olagelmiştir. Bir faciaya pupa yelken yaklaştığımız bu günler de politik iddia taşıyan hiç kimse eleştiriyi ‘reddiyecilik’ noktasına taşıma lüksüne sahip değildir. Amaç CHP’de anlamlı bir varlık olduğunu gösteren muhalefet potansiyelinin daha da güçlenmesinin önünü açmak olmalıdır.

Somut örneklerle ifade edilecek olursa HDP’lilerin-yetkili ağızlardan ya da değil,- dile getirdiği  “50-60 kahraman vekil arıyoruz”, “demokrat vekilleri saflarımıza çağırıyoruz”, çıkışları siyaseten isabetsiz  ve tam tersi sonuçlar doğurması muhtemel eleştiriler olmuştur.

Felaketten çıkışın yolu; Kitlesel desteği arkasına almış bütün sol-sosyalist, demokratik oluşumlarla HDP ve CHP’nin-devlet partisi olma özelliklerinden bir ölçüde de olsa arındırılmış olarak- ittifakından geçmektedir. 

22 Mayıs 2016 Pazar

AKP’NİN SONU MU? İYİ DE...


AKP’nin son kongresi , A. Gül’ün safdışı edilmesiyle başlayan sürecin taçlanması anlamını taşıyor. Aslında bu sürecin başlangıç tarihini Abdüllatif Şener’in istifa ettiğ tarihe kadar çekmek de mümkün. Adına kongre denilen müsamere, ‘parti’ denilen AKP’nin de sonuna işaret ediyor. Tüzel kişiliğinin mevzuata göre ‘parti’ olarak devam ediyor oluşunun hiçbir önemi yoktur.  O artık saray rejiminin şimdilik ihtiyacı olan bir formalitedir. Ancak dönüştüğü haliyle bu yapı koşullar elverdiğince sarayın kullanışlı-çok fonksiyonlu- bir aracı olma işlevini sürdürecektir.

Artık o partide kurucu ‘babalardan’ hiç kimse kalmamıştır. Başka bir deyimle ‘itiraz etme potansiyeli taşıyan’ ya da Erdoğandan başka kulak kabartılabilecek, dikkate alınabilecek kimse bırakılmamıştır. Hatta yeni yapının ilan edilmemiş temel mottosu; ‘saray ne diyorsa odur, hatta ötesi suçtur’, şeklinde formüle edilebilir.

Liderden başka şu ya da bu düzeyde bir özgünlüğe sahip bırakın bir odaktan, ikinci bir kişilikten söz edemiyorsanız, artık geleneksel anlamda bir partiden söz ediyor olamazsınız. Geleneksel partiler-Türkiye siyasi tarihine de şöyle kabaca bir bakış fırlatırsanız- kolayca görülebileceği gibi; bünyelerinde bir ya da birkaç çıkar grubu ve onların kanaat önderlerini barındırırlar. En sıkı lider bağlantıları olan hemen bütün partiler bu tür odaklar ve temsiliyetler barındırmışlardır ve bu temsiliyetler çeşitli dönemlerde ciddi çatışmalarla partilerini dönüştürmüşlerdir. AP’den DYP’ye Anap’tan hayda hayda CHP’ye kadar bu böyledir. Kaldı ki MHP bile bu parti odaklarının en sert çatışmalarını tarihte yaşamış hala yaşayan bir partidir.

AKP 15 yıllık siyasi tarihine başlangıç adımları attığı yıllarda geleneksel siyasi partilerin bütün özelliklerini taşıyordu. Bırakın kendi bünyesi içinde özgünlüğü olan kanaat önderleri ve odaklarını barındırıyor olmasını, irili ufaklı dışsal odaklarla koalisyon olma hüviyeti taşıyordu. Bu nispeten kısa sayılabilecek tarihi dönem, ilginçtir, AKP açısından aynı zamanda bir ‘arınma’ süreci olmuştur. Kimi planlı kimi, zorunluluktan(?) yapılan tasfiyeler artık gelmiş ‘çelik çekirdeğe’ dayanmıştır.

Artık saray vardır ve o ne derse tekrar edecek, o denilenleri talimat addedecek, ikiletmeden, behemahal yerine getirecek tak-şak kullar vardır. Bu yapının başında-ve tabi sonunda- her halükarda saray vardır. Binali ya da Kurtulmuş ya da Akdoğanlar artık birer enstrümandan ibarettirler. Nitekim Sarayın mesajını bile ayakta ve ellerini göbekleri üzerinde birleştirerek dinleyen parti ileri gelenlerinden ve mensuplarından söz ediyoruz. Özetle Saray Militanları Örgütü’nden söz edebiliriz. Ekonomiden-boyun eğdirilmişler de dahil- ve siyaset alanından sonra AKP’de saray tekeline alınmıştır. Oligarşik bir yapıdan ve onun saraya her bakımdan bağımlı militan örgütünden sözediyoruz. Bu anlamda her sahada devam eden tekelleştirme çabaları AKP açısından zaferle sonuçlandırılmıştır.

BÖYLE OLMAYABİLİR MİYDİ?
Olamazdı. Hele hele bu 14 yıl içerisinde yaşadıkları Gezi gibi, Kürt direnişi gibi, cemaat denilen ortakla yaşanan çatışmalı süreç gibi travmatik gelişmelerden sonra. Ve tabii ki dış politika fiyaskolarından sonra. Ve bindikleri trenin son istasyonunun ‘yüce divan’ olduğunu kavradıkları andan itibaren.

Ayrıca 90 yıllık rejimi değiştirmek amacı ile yola çıkmış bir ‘önderlikten’ sözediyoruz. Böyle bir amaçla yola çıkmamış ya da yürünen yolun çeşitli aşamalarında olayın vahametini kavramış kişilikler zaten çeşitli virajlarda savrulup gittiler.

Birlikte yola çıktıkları kimi kişilkler de görünen odur ki, hala bir davanın peşinden gidildiği yanılsamasına sahipler. Ve ‘yeterki dava zarar görmesin’ fikrinin tutsağıdırlar. Oysa ortada artık, kimi saraya çok yakın sermaye sınıflarının , devlet bürokrasisinin, saray ve efradının oligarşik çıkarlarından başka bir ‘dava’ yoktur.

BU SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DURUM MUDUR?
Normal(!) koşullarda hayır! Fakat yaşadıklarımız hiçbir ‘norm’a işaret etmiyor. Kongreden iki kareye dikkatle bakınız. Birisi, salonun sarayın mesajını ayakta ve hüşu içerisinde dinlediği kare. Diğeri tribünlerden çıkan ve giderek devasa boyutlara ulaşan lider görseli. Bunlar faşizmin tipik simgeleridir.

Önümüzdeki tablo kelimenin tam anlamıyla ideolji olarak islam temelli ,faşizme doğru evrilme istidadı gösteren bir sürece işaret ediyor. Hedeflenen saray etrafında örülmüş siyaset ve silahlı güç tekeline sahip bir rejim. Ancak böyle bir hedef bu ölçüde çılgın bir süreci göze alabilecek bir motivasyon sağlayabilir.

ANCAK,   
Neredeyse 150 yıllık bir parlamento geleneğine sahip, askeri darbelerin bile en fazla iki yıl varlık gösterebildiği, çeşitli sınıf ve tabakalardan, azınlıklardan ve farklı halklardan ve siyasi güç odaklarından oluşan bir ülkede zor görünüyor. Hele hele sadece bu iktidar dönemini dikkate alırsak, Gezi ve Kürt siyasi hareketinin direnişinde ifadesini bulan mücadele geleneği dikkate alındığında. Yaşayıp göreceğiz…

10 Mayıs 2016 Salı

'TARZAN' HİÇ DE O KADAR GÜÇLÜ DEĞİL..



İktidarınız batılı emperyalist hegemonlar tarafından mecburen katlanılan, santajla ayakta duran bir sıkışmışlık içerisinde. Bu cephede öyle bir görüntü var ki, hafif bir tökezlemeyiverin ümüğünüze basacaklar gibi. Hem AB, hem de ABD kamuoyu kanaat önderleri sizden yaka silkiyor…

Bölgede ise kala kala Suudi’ye, Katar’a kalmışsınız, onların inayetiyle ayakta duruyorsunuz. Bölgenin diğer aktörlerinin neredeyse hiçbiri sizi hayırla yadetmiyor. Dün ‘rabia’ diyordunuz, bugün Sisi’ye teşekkür edip gayrı resmi görüşmelerle arayı düzeltmeye çalışıyorsunuz. Tıpkı hezeyan halinde ‘Gazze’ derken; ‘siz adam öldürmeyi çok iyi bilirsiniz’ derken, şimdi el altından yapılan görüşmelerin sonuna yaklaşıldığı artık basına yansımaya başladı.

Ekonomi ‘kaynağı belli olmayan para’ kaleminin katlanarak arttığı koşullarda sıcak para girişine dayalı. İstatistik kuruluşunuzun yayınladığı rakamların makyajlı rakamlar olduğu daha sık dile getirilir oldu. Ekonominin her an bir krize yuvarlanabileceği kaygısı giderek daha çok paylaşılır oluyor, ciddi iktisatçılar tarafından.

Ekonominin temel gücü olan ‘İstanbul burjuvazisiyle’ tehdide dayalı bir boyun eğdirilmişlik ilişkisi içerisindesiniz. Onlar da tökezlemenizi bekliyorlar.  Dayandığınız sermaye sınıfları bir anlamda ‘lümpen burjuvazi’-teşbihte hata olmaz- ya da yeni yetme, gözünü hırs bürümüş devlet ihalelerine bağımlı çapulcu burjuvazi. Geleneksel ve üretim temelli sermaye hiç ‘sizin’ olmadı, size katlanıyor. Nispeten köklü bir sanayi kuruluşu Boydak’ı tasfiye etmeye yelteniyorsunuz, tetikçilerinizi Ülker grubunun üstüne salıyorsunuz.  

Birlikte yola çıktığınız dava arkadaşlarınızı ya siz tasfiye etmişsiniz, ya da onları kenara çekilmek zorunda bırakmışsınız. Davayı terketmiş, daha doğrusu davanızı da, partinizi de araçsallaştırmışsınız. Artık davanız da, partinizde sizin kişisel hırslarınız, aile efradınız ve etrafınızda olan bir avuç kalibresiz insanın çıkarlarına endekslenmiş durumda. İktidar tekeliniz sarayınızdan ibaret hale geliyor. En son başbakanınızı da yediniz. Artık sıra ‘çelik çekirdeğe’ geldi dayandı. Çok ilginç, her attığınız adım karşınızda biriken muhalif potansiyelin yelpazesini genişletiyor, öfkesini artırıyor.

Sizi bu güce taşıyan ve hala ayakta kalmanızı büyük ölçüde borçlu olduğunuz medya güçleriniz parçalanıyor. Birbirlerine düşüyorlar. Etrafınızda az sayıda da olsa bir zamanlar bulunan vasatın üzerinde bir kalibreye sahip gazete esnafının da neredeyse tamamını kaybettiniz.  Yanınızda yeni yetme gözünü hırs bürümüş, tetikçiliği gazetecilik sanan bir avuç kişi ve medya kuruluşu kaldı. Kadim dostunuz Albayraklar’ın medya birimleri de artık homurdanmaya başladı. Kaşınızın üstünde gözünüz olduğunu iddia edenin kafasını koparıyorsunuz.

Gazetecileri, akademisyenleri pervasızca hapse atıyor. Önünüze gelen şirkete kayyım atıyorsunuz. ‘Kayyım’ müessesesi elinizde Demokles’in kılıcı. Bu silahın abese vardırıldığı nokta, herhalde, Zonguldak’taki bir pastaneye kayyım atanması olsa gerektir. Kürt ilçelerini ve mahallelerini yerle yeksan ediyorsunuz. Yüzlerce sivil ölüyor. Kürt vekiller meclis dışına atılmak isteniyor, yerel siyasi temsilciler hapislere dolduruluyor. İktidarınızın son bir yılı yakın tarihin en yoğun polis-asker kıyımına sahne oluyor

Askeri vesayet dediniz durdunuz, askeri vesayetin giderek yeniden siyaset sahnesinin asli unsurlarından birisi hale gelmesinin yolunu açıyorsunuz. Cemaati tasfiye ederken askeri yedeklediniz. Ancak bir takım gizli pazarlıklar çerçevesinde aynı çuvala girdiğiniz askerin cemaate benzemeyeceğini acı tecrübelerle öğreneceksiniz, maalesef. Nasıl cemaate sırtınızı dönerken saplanan bıçağın acısıyla kirli ittifakınız dağıldıysa, askere hiçbir şekilde sırtınızı dönemeyeceğinizi biliyor olmalısınız. 

Bu gelinen noktanın bilinçli, planlı bir stratejik hedefe bağlı taktiksel adımlar olduğunu düşünmek fazlasıyla iddialı. Bir tür şuursuzluk halinden söz etmek daha doğru gibi. Ya da iktidardan uzaklaşma korkusunun yarattığı paranoyadan.


‘Ya yüzde yüz teslimiyet ve biat, ya da el koymak, hapse tıkmak, ezmek’. Bu yöntem konjonktürel olarak bir işe yarıyor görünebilir. Ancak fena halde aldatıcıdır. Hele Türkiye gibi çeşitliliğe dayalı sosyo-demografik alt yapıya, ha keza öyle ya da böyle belli bir 'demokrasi' tecrübesine sahip bir ülkede.

Bu ölçüde daraltılmış bir iktidar tekeli amaçlamak ya da yapılan tercihler sonucu bu noktaya gelmiş olmak; Dimitrov'un deyimiyle 'açık, yıldırıcı bir diktatörlüğü' zorunlu kılar. Böyle bir iktidar tekelinin inşa edilmesi ise öncelikle para-militer güçleri ve silahlı kolluk güçleri üzerinde tam tekele sahip olmayı gerektirir.

Bu açıdan Tarzan’ın pek de avantajlı bir konumda olduğunu iddia etmek güç. Tarzan böyle bir diktatörlüğü inşa etmek için yeterli hazırlığa ve donanıma henüz sahip değildir.Soğukkanlılık ve metanetini kaybetmiş görünüyor. Süreci gererek aslında maceralarla dolu bir yolda ilerlemektedir.

Demokrasi güçlerinin-sosyalistlerin, emekçilerin, aydınların birleşik ve etkili mücadelesi bu süreci tersine çevirebilir.

Gerek şart Kürt siyasi hareketi ile dayanışma ve dirsek temasıdır. Bu konuda zaafa düşülmesi diktatörlük inşa sürecinin önünü açacaktır.

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...