AKP’nin son kongresi ,
A. Gül’ün safdışı edilmesiyle başlayan sürecin taçlanması anlamını taşıyor.
Aslında bu sürecin başlangıç tarihini Abdüllatif Şener’in istifa ettiğ tarihe
kadar çekmek de mümkün. Adına kongre denilen müsamere, ‘parti’ denilen AKP’nin
de sonuna işaret ediyor. Tüzel kişiliğinin mevzuata göre ‘parti’ olarak devam
ediyor oluşunun hiçbir önemi yoktur. O
artık saray rejiminin şimdilik ihtiyacı olan bir formalitedir. Ancak dönüştüğü
haliyle bu yapı koşullar elverdiğince sarayın kullanışlı-çok fonksiyonlu- bir
aracı olma işlevini sürdürecektir.
Artık o partide kurucu ‘babalardan’
hiç kimse kalmamıştır. Başka bir deyimle ‘itiraz etme potansiyeli taşıyan’ ya
da Erdoğandan başka kulak kabartılabilecek, dikkate alınabilecek kimse
bırakılmamıştır. Hatta yeni yapının ilan edilmemiş temel mottosu; ‘saray ne
diyorsa odur, hatta ötesi suçtur’, şeklinde formüle edilebilir.
Liderden başka şu ya da
bu düzeyde bir özgünlüğe sahip bırakın bir odaktan, ikinci bir kişilikten söz
edemiyorsanız, artık geleneksel anlamda bir partiden söz ediyor olamazsınız.
Geleneksel partiler-Türkiye siyasi tarihine de şöyle kabaca bir bakış
fırlatırsanız- kolayca görülebileceği gibi; bünyelerinde bir ya da birkaç çıkar
grubu ve onların kanaat önderlerini barındırırlar. En sıkı lider bağlantıları
olan hemen bütün partiler bu tür odaklar ve temsiliyetler barındırmışlardır ve
bu temsiliyetler çeşitli dönemlerde ciddi çatışmalarla partilerini dönüştürmüşlerdir.
AP’den DYP’ye Anap’tan hayda hayda CHP’ye kadar bu böyledir. Kaldı ki MHP bile bu
parti odaklarının en sert çatışmalarını tarihte yaşamış hala yaşayan bir partidir.
AKP 15 yıllık siyasi
tarihine başlangıç adımları attığı yıllarda geleneksel siyasi partilerin bütün
özelliklerini taşıyordu. Bırakın kendi bünyesi içinde özgünlüğü olan kanaat
önderleri ve odaklarını barındırıyor olmasını, irili ufaklı dışsal odaklarla
koalisyon olma hüviyeti taşıyordu. Bu nispeten kısa sayılabilecek tarihi dönem,
ilginçtir, AKP açısından aynı zamanda bir ‘arınma’ süreci olmuştur. Kimi planlı
kimi, zorunluluktan(?) yapılan tasfiyeler artık gelmiş ‘çelik çekirdeğe’ dayanmıştır.
Artık saray vardır ve o
ne derse tekrar edecek, o denilenleri talimat addedecek, ikiletmeden, behemahal
yerine getirecek tak-şak kullar vardır. Bu yapının başında-ve tabi sonunda- her
halükarda saray vardır. Binali ya da Kurtulmuş ya da Akdoğanlar artık birer
enstrümandan ibarettirler. Nitekim Sarayın mesajını bile ayakta ve ellerini
göbekleri üzerinde birleştirerek dinleyen parti ileri gelenlerinden ve
mensuplarından söz ediyoruz. Özetle Saray Militanları Örgütü’nden söz
edebiliriz. Ekonomiden-boyun eğdirilmişler de dahil- ve siyaset alanından sonra
AKP’de saray tekeline alınmıştır. Oligarşik bir yapıdan ve onun saraya her
bakımdan bağımlı militan örgütünden sözediyoruz. Bu anlamda her sahada devam
eden tekelleştirme çabaları AKP açısından zaferle sonuçlandırılmıştır.
BÖYLE OLMAYABİLİR MİYDİ?
Olamazdı. Hele hele bu
14 yıl içerisinde yaşadıkları Gezi gibi, Kürt direnişi gibi, cemaat denilen
ortakla yaşanan çatışmalı süreç gibi travmatik gelişmelerden sonra. Ve tabii ki
dış politika fiyaskolarından sonra. Ve bindikleri trenin son istasyonunun ‘yüce
divan’ olduğunu kavradıkları andan itibaren.
Ayrıca 90 yıllık rejimi
değiştirmek amacı ile yola çıkmış bir ‘önderlikten’ sözediyoruz. Böyle bir
amaçla yola çıkmamış ya da yürünen yolun çeşitli aşamalarında olayın vahametini
kavramış kişilikler zaten çeşitli virajlarda savrulup gittiler.
Birlikte yola çıktıkları
kimi kişilkler de görünen odur ki, hala bir davanın peşinden gidildiği
yanılsamasına sahipler. Ve ‘yeterki dava zarar görmesin’ fikrinin tutsağıdırlar.
Oysa ortada artık, kimi saraya çok yakın sermaye sınıflarının , devlet
bürokrasisinin, saray ve efradının oligarşik çıkarlarından başka bir ‘dava’ yoktur.
BU SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR
DURUM MUDUR?
Normal(!) koşullarda
hayır! Fakat yaşadıklarımız hiçbir ‘norm’a işaret etmiyor. Kongreden iki kareye
dikkatle bakınız. Birisi, salonun sarayın mesajını ayakta ve hüşu içerisinde
dinlediği kare. Diğeri tribünlerden çıkan ve giderek devasa boyutlara ulaşan
lider görseli. Bunlar faşizmin tipik simgeleridir.
Önümüzdeki tablo
kelimenin tam anlamıyla ideolji olarak islam temelli ,faşizme doğru evrilme
istidadı gösteren bir sürece işaret ediyor. Hedeflenen saray etrafında örülmüş
siyaset ve silahlı güç tekeline sahip bir rejim. Ancak böyle bir hedef bu
ölçüde çılgın bir süreci göze alabilecek bir motivasyon sağlayabilir.
ANCAK,
Neredeyse 150 yıllık bir
parlamento geleneğine sahip, askeri darbelerin bile en fazla iki yıl varlık
gösterebildiği, çeşitli sınıf ve tabakalardan, azınlıklardan ve farklı halklardan
ve siyasi güç odaklarından oluşan bir ülkede zor görünüyor. Hele hele sadece bu
iktidar dönemini dikkate alırsak, Gezi ve Kürt siyasi hareketinin direnişinde
ifadesini bulan mücadele geleneği dikkate alındığında. Yaşayıp göreceğiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder