22 Mayıs 2016 Pazar

AKP’NİN SONU MU? İYİ DE...


AKP’nin son kongresi , A. Gül’ün safdışı edilmesiyle başlayan sürecin taçlanması anlamını taşıyor. Aslında bu sürecin başlangıç tarihini Abdüllatif Şener’in istifa ettiğ tarihe kadar çekmek de mümkün. Adına kongre denilen müsamere, ‘parti’ denilen AKP’nin de sonuna işaret ediyor. Tüzel kişiliğinin mevzuata göre ‘parti’ olarak devam ediyor oluşunun hiçbir önemi yoktur.  O artık saray rejiminin şimdilik ihtiyacı olan bir formalitedir. Ancak dönüştüğü haliyle bu yapı koşullar elverdiğince sarayın kullanışlı-çok fonksiyonlu- bir aracı olma işlevini sürdürecektir.

Artık o partide kurucu ‘babalardan’ hiç kimse kalmamıştır. Başka bir deyimle ‘itiraz etme potansiyeli taşıyan’ ya da Erdoğandan başka kulak kabartılabilecek, dikkate alınabilecek kimse bırakılmamıştır. Hatta yeni yapının ilan edilmemiş temel mottosu; ‘saray ne diyorsa odur, hatta ötesi suçtur’, şeklinde formüle edilebilir.

Liderden başka şu ya da bu düzeyde bir özgünlüğe sahip bırakın bir odaktan, ikinci bir kişilikten söz edemiyorsanız, artık geleneksel anlamda bir partiden söz ediyor olamazsınız. Geleneksel partiler-Türkiye siyasi tarihine de şöyle kabaca bir bakış fırlatırsanız- kolayca görülebileceği gibi; bünyelerinde bir ya da birkaç çıkar grubu ve onların kanaat önderlerini barındırırlar. En sıkı lider bağlantıları olan hemen bütün partiler bu tür odaklar ve temsiliyetler barındırmışlardır ve bu temsiliyetler çeşitli dönemlerde ciddi çatışmalarla partilerini dönüştürmüşlerdir. AP’den DYP’ye Anap’tan hayda hayda CHP’ye kadar bu böyledir. Kaldı ki MHP bile bu parti odaklarının en sert çatışmalarını tarihte yaşamış hala yaşayan bir partidir.

AKP 15 yıllık siyasi tarihine başlangıç adımları attığı yıllarda geleneksel siyasi partilerin bütün özelliklerini taşıyordu. Bırakın kendi bünyesi içinde özgünlüğü olan kanaat önderleri ve odaklarını barındırıyor olmasını, irili ufaklı dışsal odaklarla koalisyon olma hüviyeti taşıyordu. Bu nispeten kısa sayılabilecek tarihi dönem, ilginçtir, AKP açısından aynı zamanda bir ‘arınma’ süreci olmuştur. Kimi planlı kimi, zorunluluktan(?) yapılan tasfiyeler artık gelmiş ‘çelik çekirdeğe’ dayanmıştır.

Artık saray vardır ve o ne derse tekrar edecek, o denilenleri talimat addedecek, ikiletmeden, behemahal yerine getirecek tak-şak kullar vardır. Bu yapının başında-ve tabi sonunda- her halükarda saray vardır. Binali ya da Kurtulmuş ya da Akdoğanlar artık birer enstrümandan ibarettirler. Nitekim Sarayın mesajını bile ayakta ve ellerini göbekleri üzerinde birleştirerek dinleyen parti ileri gelenlerinden ve mensuplarından söz ediyoruz. Özetle Saray Militanları Örgütü’nden söz edebiliriz. Ekonomiden-boyun eğdirilmişler de dahil- ve siyaset alanından sonra AKP’de saray tekeline alınmıştır. Oligarşik bir yapıdan ve onun saraya her bakımdan bağımlı militan örgütünden sözediyoruz. Bu anlamda her sahada devam eden tekelleştirme çabaları AKP açısından zaferle sonuçlandırılmıştır.

BÖYLE OLMAYABİLİR MİYDİ?
Olamazdı. Hele hele bu 14 yıl içerisinde yaşadıkları Gezi gibi, Kürt direnişi gibi, cemaat denilen ortakla yaşanan çatışmalı süreç gibi travmatik gelişmelerden sonra. Ve tabii ki dış politika fiyaskolarından sonra. Ve bindikleri trenin son istasyonunun ‘yüce divan’ olduğunu kavradıkları andan itibaren.

Ayrıca 90 yıllık rejimi değiştirmek amacı ile yola çıkmış bir ‘önderlikten’ sözediyoruz. Böyle bir amaçla yola çıkmamış ya da yürünen yolun çeşitli aşamalarında olayın vahametini kavramış kişilikler zaten çeşitli virajlarda savrulup gittiler.

Birlikte yola çıktıkları kimi kişilkler de görünen odur ki, hala bir davanın peşinden gidildiği yanılsamasına sahipler. Ve ‘yeterki dava zarar görmesin’ fikrinin tutsağıdırlar. Oysa ortada artık, kimi saraya çok yakın sermaye sınıflarının , devlet bürokrasisinin, saray ve efradının oligarşik çıkarlarından başka bir ‘dava’ yoktur.

BU SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DURUM MUDUR?
Normal(!) koşullarda hayır! Fakat yaşadıklarımız hiçbir ‘norm’a işaret etmiyor. Kongreden iki kareye dikkatle bakınız. Birisi, salonun sarayın mesajını ayakta ve hüşu içerisinde dinlediği kare. Diğeri tribünlerden çıkan ve giderek devasa boyutlara ulaşan lider görseli. Bunlar faşizmin tipik simgeleridir.

Önümüzdeki tablo kelimenin tam anlamıyla ideolji olarak islam temelli ,faşizme doğru evrilme istidadı gösteren bir sürece işaret ediyor. Hedeflenen saray etrafında örülmüş siyaset ve silahlı güç tekeline sahip bir rejim. Ancak böyle bir hedef bu ölçüde çılgın bir süreci göze alabilecek bir motivasyon sağlayabilir.

ANCAK,   
Neredeyse 150 yıllık bir parlamento geleneğine sahip, askeri darbelerin bile en fazla iki yıl varlık gösterebildiği, çeşitli sınıf ve tabakalardan, azınlıklardan ve farklı halklardan ve siyasi güç odaklarından oluşan bir ülkede zor görünüyor. Hele hele sadece bu iktidar dönemini dikkate alırsak, Gezi ve Kürt siyasi hareketinin direnişinde ifadesini bulan mücadele geleneği dikkate alındığında. Yaşayıp göreceğiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...