Bence ayrı ayrı değerlendirilmeyi hakediyorlar…
A.
Altan...
Bir dönemin muktedirlerinin hazırladığı proje gazeteciliğinin-rakibi
saf dışı etme projesi- genel yayın yönetmeni. Yönetmenliğine AKP
destekçiliğiyle başladı. 'Askeri vesayete(!)' karşı mücadele de bugünün saray
iktidarına, o zaman şartsız kayıtsız omuz verdi. Gözü öylesine kararmıştı ki ya
da öylesine bir gazetecilik(!) şehvetine kapılmıştı ki kendisine bavullarla
gelen uydurma bilgi ve belgeleri yayınlayarak devasa bir komplonun tetikçisi
oldu. Birçok insanın mağduriyetine yol açan sürecin köşe taşlarının döşenmesine yardımcı oldu.
Ta ki, gazetesinin 'gerçek' sahibi o günkü iktidarla boğaz
boğaza gelene kadar. O andan itibaren sert muhalefet yürütmeye başladı. Çok
geçti. İnandırıcılığını tamamen yitirmişti. İtibarını sıfırlamıştı.
En büyük hassasiyeti olduğunu iddia ettiği askeri vesayetin
temel direği şahsiyetler, kendi gazetesinin destek verdiği davaların bir bir
çökmesiyle serbest kaldılar. Uydurma delillerle ve aleni hukuksuzluklarla
açılan davalarda bir çok masum insanla aynı torbaya doldurulan gerçek darbeci
ve kontracılar da 'aklanmış' olarak tahliye oldular. Askeri vesayete karşı
mücadele niyetiyle hararetle destek verdiği, görmezden geldiği hukuksuzluklar
ve provokatif yayıncılık nedeniyle
gerçek suçlular da 'ak'landılar. Tam tersi askeri vesayet şimdi eskisinden daha
güçlü. Bu da onun ilahi cezası, kişisel azabı herhalde... İşin acıklı tarafı
odur ki; bir zamanlar hararetle desteklediği saray iktidarı askeri vesayetle
bütünleşti.
Benim için bu hazin deneyden çıkardığım iki hisse şu: En büyük
tehlike, kötülük diye bellediğiniz hedefe karşı mücadelede her türlü aracı
mübah, her türlü provokasyonu göz yumulabilir, her türlü haksızlığı,
hukuksuzluğu 'ayrıntı' görürseniz, her türlü ortaklığı içinize
sindirebilirseniz; sonuç olarak o kötülüğü güçlendirmiş, o tehlikeyi büyütmüş
olursunuz. Bugün olan budur. Hedefinizi gerçekleştirmek için başvurduğunuz
araçlar, sandığınızın aksine, hiç de önemsiz ve tali değildir. Makbul ve doğru olmayan
araçlar sizi hedefinize ulaştırmaz. Ya da araçlarınızın niteliği sizin
hedefinize ulaştıktan sonra nasıl bir kimlik kazanacağınızın da işaretlerini
verir.
İkincisi, gazetecilik halkın doğru bilgilendirilmesidir ve bu
meslekte ne olursa olsun gerçekler esas alınır. Gazeteci için en tehlikeli alan
bir yandan kimi iktidar sahiplerinin maddi çıkarlarının genişletilmesi
mücadelesi(!) vermekse; diğer yandan muktedirler arasındaki çatışmaların koç
başı rolü oynamaya soyunmaktır.
M.
Altan…
Onun temel hassasiyeti ‘ne olursa olsun AB üyesi olmak’ noktasında
düğümleniyordu. Onun için bu ideal, memleketi her türlü ‘dertten’-askeri
vesayet dahil- kurtaracak(!) bir mahiyet arzediyordu. Bu amaca müthiş bir
tutkuyla bağlıydı. Her konuşması ve hatta paragrafının ana teması AB üyeliğiydi.
İlginçtir bu tutkusu onun aynı zamanda aşil topuğuydu, tam da oradan yakalandı.
Sonradan saray iktidarı haline gelen AKP hükümetinin ilk yıllarında, AB’ye üye
olmak için gösterdiği çabalar(!) ve azim(!) M. Altan’ı mest etmişti. O da
böylece ‘politik’ kariyerine ‘AKPperverlikle’ başladı, diğer kardeşi gibi…
İktidar sahipleri AB üyeliği hedeflerinden uzaklaştıkça o da muhalif olarak
konumlandı. Gezi direnişinden sonra kendisine sunulan her türlü olanağı sert
bir muhalefet yürüterek kullandı.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, M. Altan saf kötülüğün ‘aleti’
olmadı. Bir tertibin ve provokasyonun içinde yer almadı. Belki onun için günün
moda deyimi ‘kandırılma’ ve iyi niyetlerinin kurbanı olma sıfatı
kullanılabilir.
Bu son cümle, diğer kardeşin bilinçli bir kişisel seçim ve
iradeyle iktidar sahipleri çatışmasının ve provokasyonun aleti olduğu iddiası
taşımaz. Bunu nacizane ben bilemem. Olsa olsa ve sadece yayın politikasıyla
yüzlerce masum insanın-ve dolayısıyla yakınlarının çektiği acıyla- mesleğinden olmasıyla,
yıllarca hapiste kalmasıyla, hapishanede ölmesiyle, intihar etmesiyle oluşan ‘saf
kötülüğün’ müsebbiplerinden biri olduğu anlamını taşır.
Sonuç
olarak…
Altan kardeşlerin birlikte yola çıktıkları arkadaşları Yıldıray
Oğur, Melih Altınok, M. Esayan..vb’nin demir attıkları zavallı ve sefih konum
dikkate alındığında; onların vardığı yer yine de bir ‘olumluluk’ olarak
işaretlenebilir. Bu da benim ‘saflığımın’ yolaçtığı bir not düşme kaygısı
olsun.
Cengizhan Güngör
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder