Kurucu babalar, 1923’de
Türkiye Cumhuriyetinin temellerini, islamın devletleştirilmesi(buna laiklik
adını verdiler), Kürtlerin bastırılması ve asimilasyonu, hristiyan azınlıkların
tasfiyesi kaideleri üstüne inşa ettiler.
Hristiyan azınlıklar
hızlı işleyen bir süreçte yeni devletin hükümranlık alanından büyük ölçüde
tasfiye edildi. Arda kalan son derece az bir nüfus yoğunluğu da her türlü
hakları elinden alınmış olarak etkisizleştirildi.
Yeni devletin ‘Türk’
milleti temelli inşası süreci, ideolojik referanslarını da Türklük efsanelerinde
buldu. Bu gelişmenin yanısıra islam da yeni devletin bir kurumu olarak yukarıdan
aşağı biçimlendirildi. Osmanlı bakiyesi islami elitler artık iktidarın
çeperlerine itilmişlerdi. Ve onlara ve etki alanlarına artık, ancak sosyal
uyanışın bastırılması gereken kritik dönemlerde ihtiyaç duyulacaktı. Bu
süreçte, politik islam bir yandan devlet operasyonlarının yan unsuru olarak sosyal
uyanışa karşı pozisyon alırken, diğer yandan devlet kadroları ve kurumlarında, siyaset
alanında etki alanlarını genişletmeye yönelik olarak-ideolojik vasattan da güç
alarak- örgütlendiler.
Kürtler kendilerine
dayatılan çerçeveye yönelik itirazlarını bir çok kez isyanlarla ya da legal siyaset
alanında yaptıkları çıkışlarla ifade ettiler. Karşılığı şiddet, yok sayılma ve
asimilasyon politikaları oldu.
2000’lere gelindiğinde,
artık bu terazi bu sıkleti çekemez olmuştu. Kürtler varlıklarının ve siyasi ve
kültürel haklarının anayasal bir statüye kavuşturulmasını talep ediyorlar. 1923
çerçevesini zorluyorlar.
Modern(!) islami elitler
koalisyonu 2002’de toplumsal ideolojik vasatın da yoğun desteği ile eskimiş
rejimin bir kısım mağdurlarını da arkasına alacak etkili manevralarla AKP şahsında
iktidarı ele geçirdiler.
YENİ DEVLET…
17. Türk devletinin
inşası sürecini yaşıyoruz. Belki de daha doğru bir deyimle 16. Türk devletinin
0.1 sürümünün inşası sürecini. Eski rejim sahipleri büyük ölçüde tasfiye
edildiler. Kalanlar ise politik islamın ideolojik referansları ve tahakkümü
altında Saray iktidarı ile bütünleşmiş görünüyorlar. Saray ise devletin kimi tabularıyla-örneğin
Kürt politikasının tasfiyesi ve yok sayılması- temelinde uzlaşmış görünüyor.
Bütün devlet kurumları,
eğitim başta olmak üzere yargı, emniyet ve askeri bürokrasi, islamın bir
mezhebinin mensupları tarafından yeniden kurgulanıyor. Devlet ideolojisi fiilen
ve resmen adım adım dinselleştiriliyor. Yeni iktidar sahipleri Diyanet İşleri
Başkanlığı şahsında devletleştirilen ‘devlet’ islamını devraldı, bu kurumu devletin
temel kaidesi haline getirmeye, etki alanını sınırsızlaştırmaya uğraşıyor.
Parlamento alanında MHP
yedeklenmiş, CHP tabiatına uygun olarak ‘devlet çıkarları temelinde’ büyük
ölçüde paralize edilmiştir. HDP bütün nefes boruları ve halka seslenme
imkanları elinden alınarak köşeye sıkıştırılmış, kadrolarına ve üyelerine
yönelik gözaltı ve tutuklama girişimleri
ile siyaset alanının dışına itilmeye çalışılmaktadır.
Demokrasi ve özgürlük
yanlısı laisist muhalefet hiçbir kural tanınmadan bütün renkleriyle,
medyasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, akademisyenleri, öğretmenleri,
memurları, yazarları ve sanatçılarıyla yok edilmek istenmektedir. Medya organlarına işletmelere ve yerel yönetimlere kayyım atanmaktadır. Siyaset alanı
çapaklarından arındırılarak tekelleştirilmekte, iktidar dikensiz bir gül
bahçesi yaratmak istemektedir.
İktidar sahipleri bugüne
kadar gerek muktedirler arasındaki çatışmalardan doğan, gerekse de etkin
muhalif çıkışlardan-gezi ve Kürt direnişi- oluşan ciddi badireleri başarıyla
atlatmış görünüyor.
Saray iktidarını
diktatoryal amaçları doğrultusunda konsolide ederken, dev güçler arasındaki uluslar
arası hegemonya mücadelesinin yarattığı manevra alanını etkin bir pragmatizmle
lehine kullanmayı becerebilmektedir. Kimi zaman ABD’yi dikkate alarak Rusyayı;
Rusyayı hesaba katarak ABD’yi kollamakta ve böylece bu tehlikeli sularda sörf
yapmayı-iktidarı için en büyük tehlikenin de emperyal güçlerin arasındaki
çatışmaların giderek sertleşmesi olduğunun da altını çizmek gerekir- becerebilmektedir.
Dönülmez denilen keskin virajları alabilmekte, bir günün Esed’i daha sonra Esad,
‘öldürmeyi iyi bilen İsrail’i’ dost olabilmektedir. İŞİD’i desteklemekten ‘DAEŞ’e’
karşı silahlı operasyonlara geçebilmektedir.
İktidar üretime dayanan
ciddi bir sosyal uyanışla da karşılaşmıyor olması ya da o gelişmeyi engelleyici
ekonomik, sendikal ve politik anti-demokratik polisiye tedbirleri alıyor olması
dolayısıyla da rahat bir durumdadır.
İktidar, dayandığı kadroların
yetersizliği, güvenilmez müttefikler, uluslararası camiada giderek büyüyen olumsuz algısı, küçük de olsa bir
türlü bastırılamayan aktif ve potansiyel muhalefet odakları dolayısıyla
zorluklar içerisindedir aynı zamanda. Ancak rüzgar hala ondan yana esmektedir,
seçmen desteği devam etmektedir ve inisiyatifi büyük ölçüde elinde tutmaktadır.
Diktatörlük rejimi büyük ölçüde inşa
edilmiştir.
ELDE NE VAR?
-Parlamento alanında Bir
kısım CHP milletvekilinden ve HDP’den oluşan etkinliği sınırlanmış sesi
duyulamayan bir muhalefet.
-Bastırılamayan Kürt
talepleri
-Büyük baskılarla işinden
gücünden atılan ya da atılma tehdidi altındaki akademisyen, sanatçı, gazeteci
ve yazarlar.
-Dar bir militan
kitlesine harekete geçirme becerisine sahip sivil toplum örgütleri ve bir kısım
sendikalar.
-Yine kitlesel
temsiliyeti sınırlı genç aktivistler.
-Yine yoğun baskılar
altında sesleri boğulmaya ve kürsüleri elinden alınmaya çalışılan sosyalist
parti ve kuruluşlar…
NE YAPILACAK, O ZAMAN?
Öncelikli olarak bu
tabloyu önümüze koymak; demokrasi, özgürlük ve laiklik için mücadelenin uzun
soluklu olacağını kabul etmek gerekiyor.
Hemen ardından her ne
kadar ihtimal dahilinde olsa bile emperyal güç çatışmaları arenasında bir
emperyal odak tarafından bu iktidarın tasfiye edilmesi beklentisinden uzaklaşmak
gerekiyor. Birincisi ilkesel olarak, ikincisi bu tür bir tasfiye sürecinin daha
anti demokratik süreçleri tetiklemesinin kaçınılmaz olması bakımından…
Üçüncüsü, ekonomik kriz beklentilerine
bel bağlamaktan ve Gezi gelecek dertler bitecek hayalinden…
Gerisini bilahare tartışalım...
Çok mu karamsar bir yazı
oldu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder