“Şeytanın Gör Dediği”
Her gün yeni ve bir öncekinden daha büyük bir saldırı ile karşı karşıya
kalıyoruz. Demokratik muhalefet güçleri dur durak bilmeyen bir saldırı sağanağı
altında. Sadece son bir-iki ayı dikkate alacak olursak; Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay şokunu üzerimizden
atamamışken, yayın organları kapatılıp dururken, Kürt il ve ilçelerindeki
belediyelere kayyım atamaları furyasıyla karşılaşmışken, Gültan Kışanak-Fırat
Anlı içeri tıkılırken Cumhuriyet Gazetesi tutuklamaları ve hemen arkasından
HDP’li dokuz milletvekilinin hapishaneye atılmaları ile sarsılıyoruz. Her saldırı bir öncekini gölgede bırakıyor. Hergün açığa alınan, sürülen, gözaltına alınan
binlerce kamu emekçisi yazar ve akademisyen gündelik hayatın artık sayılardan
ibaret istatistikleri haline geldiler. Aslına bakılırsa yaşadıklarımız hiç de
sürpriz değil. Her saldırı aylar öncesinden işaretlerini vermeye başlıyor.
Bu ülke ordusu tankıyla, topuyla, askeriyle başka bir ülkenin
topraklarında ilerliyor; sınıra yüzlerce tank, zırhlı araç ve askeri teçhizat
ve askeri personel yığılıyor. Bir fetih seferberliği ve ‘alalım bizim eski
yerleri’ çığırtkanlığı ile şoven-milliyetçi duygular harekete geçiriliyor,
kitleler mobilize ediliyor. Meclis devre dışı, memleket sarayın şefliğinde
hükümet kararnameleriyle yönetiliyor. İçte
savaş, dışta savaş, iç hainler ve onları destekleyen dış hainler … İktidarın
tozu dumana katan gündelik propaganda retoriği… İrili ufaklı iktidar beslemesi
ya da iktidarın yıldırdığı-sindirdiği yazılı ve görsel medya devasa bir yalan
üzerinden kurgulanmış bu saldırgan propagandayı her türlü komplo teorisiyle
süsleyerek insanların üzerine boca ediyor.
Peki biz ne yapıyoruz? ‘Yoğun bir ekonomik kriz kapıda, zaten AB ve
ABD’de saray iktidarına karşı tutumunu sertleştiriyor, saray iktidarının her cephede dış politikası
iflas etmiş durumda … ‘Karanlığın en koyulaştığı an sabahın yaklaştığı andır’,
‘zulüm ile abad olunmaz’, ‘darbeyle gelen askeri cuntalar bile uzun süre
iktidarda kalamadı’, ‘saldırganlığı zayıflığından’, ‘umuda sarılalım’,
demokrasi cephesi kurulmalı…vb. içerikli onlarca okkalı analiz. Ve her bir
köşede farklı itirazlarla karşılanan bitimsiz demokratik cephe kurma
çalışmaları.. Son günlerde yukarıdaki özdeyişleri, benzerlerini ve tespitleri
sık kullanır/yapar olduk. Aslına
bakarsanız bu tespitler/analizler tek tek ele alındığında da, daha büyük
ölçekte değerlendirildiğinde de ne bir abartı içeriyor, ne de yanlış…
Ancak halimiz; bir nevi karanlıkta ıslık çalma hali ya da ringin
köşesinden antrenörünün ’aslansın kaplansın rakibin neredeyse devrilecek’
şeklindeki motivasyonuna(!) karşı, ‘peki beni kim dövüyor’ diyen, yediği
yumruklardan fena halde sersemlemiş, neredeyse yıkılmakta olan boksörün
durumuna benzemiyor mu?
Peki sorun ne? Neden en geniş anlamda muhalif duruş, bu saldırıları, püskürtmeyi
bırakın savuşturacak gücü kendinde bulamıyor? Neden diktatörlüğün inşası
sürecini bırakın durdurmayı, yavaşlatmayı bile beceremiyoruz? Neden saldırılara
karşı fedakarca direnen, ancak yalnızca cılız ve marjinal tepkiler
oluşturabilen ‘reaktif- tepkisel’ bir konuma mahkum olduk? Kayıtsız-kuyutsuz
bir demokrasi cephesi kurulabilmesi için daha ne tür melanetlerin, olmadık
felaketlerin başımıza gelmesi gerekiyor? Hadi diyelim bir mucize gerçekleşti ve
islamofaşist gidişata karşı bir demokrasi cephesi inşa edildi; geçmiş olsun ‘tren’
kaçmış olabilir mi? Diktatörlük inşasında kritik eşiği geçmiş olabilirler mi?
Muktedir; ‘en iyi savunma saldırıdır’, ‘yılanın başını küçükken ezmek
gerekir’, ‘kesinlikle ve her şart altında göz açtırmamak gerekir’ düsturuyla ve
‘ne pahasına olursa olsun’ mantığıyla hiçbir hukuki norm ve evrensel ilke
tanımadan/gözetmeden saldırıyor. Bu topyekün ve her cephedeki saldırı-bazen
naif mantığımızın sınırlarını zorlayan-kendileri açısından bir hayat-memat meselesi.
Sırtlarındaki günah küfesi başka türlüsüne imkan tanımıyor… Onlar bu stratejiye
mahkumlar, mecburlar…
Elhak, bu stratejik-taktik saldırı furyasını Bizans-Osmanlı mirası
entrikalar temelinde yalan ve iftira üzerinden ve her türlü aracı mübah görerek,
başarıyla sürdürüyorlar. Kuvvetli ve
etkin araçlara sahipler… İrili ufaklı bir çok kanalla birlikte medya alanında
tam bir tekele sahip oldular. Tam ve su sızdırmaz bir iktidar tekeli kurmak
istiyorlar.
Kimileri bu iktidar stratejisinin sürdürülebilir olmadığını
söyleyeceklerdir. İçerde ve dışarıda son derece tehlikeli sularda
sürdürülen ve her gün bir önceki
politikaların tam aksi manevralar yapmak zorunda kalan gidişatın hiç beklenmedik anda tepe üstü
çakılma potansiyeli taşıdığını söyleyeceklerdir. Haklıdırlar, katılırım. Sarayın
yaslandığı yeni itifak zemininin hiç de güven verici olmadığını söyleyenler
çıkacaktır, haklıdırlar. Ha keza hiçbir istibdat rejiminin hele bu topraklarda
uzun vadeli kökler salamayacağını söyleyecektirler, tartışırım. Hatta yine
bazıları iç dinamikler olmasa bile emperyal güçlerin müdahaleleriyle bu
iktidarın bir çeşit darbe ile gitmesi ihtimalinin çok kuvvetli olduğunu
söyleceklerdir. Bu ihtimalin gerçekleşebilir olduğu açık. Ancak o halde, bu kesif
karanlığın daha uzun vadeli ve çıkışsız hale geleceği açıktır. Ve her halükarda,
bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde başka
muktedirlerin dümeninde olduğu yeni bir karanlık sürecin başlayacağını öngörmek
yanlış olmaz. Bu memleketin tarihi emperyal müdahalelerin sonucunda gerçekleşen
iktidar değişikliklerinin çok acı sonuçlara yolaçtığını gösteren deneylerle
doludur.
Bağlarken, en geniş anlamıyla demokratik muhalefetin-iç dinamiklerin-
kısa vadede, demokratik bir sürece yol
verecek şekilde başarıya ulaşma şansı olmadığını belirtmek gerekiyor. Bu bakımdan demokratların, sosyalistlerin,
devrimcilerin, kişi ve kuruluşların uzun vadeli bir mücadeleye kendilerini
hazırlamaları, eylem çizgilerini ve kurumlar inşa etme çabalarını bu noktaya
yoğunlaştırmaları gerekiyor… İşimiz hiç kolay değil…
HDP den tutuklanan vekil sayısı 10 oldu.
YanıtlaSilSosyalistler ve Komünistler , kurmak istedikleri demokrasinin adını koyamadıkları için kitleler önünde bir alternatif oluşturamıyorlar.
BHH nin Laiklik ve Cumhuriyet talepleri gibi HDP nin öne çıkardığı ezilen ulusların demokratik hakları da özünde burjuva taleplerdir.
Elbette ki bu talepler sosyalistler ve komünistler tarafından desteklenebilir. Ancak, onların mücadelesinin ana hattını oluşturmaz. Ülkemizde ise bu yapılamıyor. Çünkü sosyalist ülke ekonomilerinin domino etkisiyle ard arda yıkılışını halen kişisel hatalarla açıklamaya çalışarak, çökmüş bir anlayışın yerine yenisini koyma becerisini gösteremiyorlar. Sosyalizm için atacakları adıma, öncelikle kendilerinin inancı kalmamış durumda.
Mevcut sosyalist-komünist partilerin hiç birinin ciddi bir toprak programı bile yok. Burjuva demokratik haklar üzerinden , sendikal faaliyetler üzerinden, çevre hareketinden beslenerek, sistem içinde dönüp duruyorlar.