Fidel’in
ölümüyle birlikte sosyalizm ve demokrasi tartışmaları canlanmış görünüyor. Bu yazının
konusu turist olarak bile Küba’da bulunmamış,-bulunmuş olsaydım bile bu konuda
bir şey söylemek hakkını kendimde bulamazdım-
Küba hakkındaki bilgileri okumalarından ve yaşamı boyunca Küba’ya kulak
kabartmaktan ibaret biri için tabii ki
‘Küba demokrasisi’ değil. Bu yazının konusu Fidel’in vedası vesilesiyle
yeniden gündeme gelen verili demokrasi kavramını sorgulamak ve sosyalist
demokrasi için ipuçları yakalamaya çalışmak.
Bu nedenle
verili demokrasi olgusunun, takılıp kalınan Kuzey Avrupa ülkeleri örneklerinin ötesinde
‘alternatif demokrasi’ kavramına kafa yormak gerekiyor. Sosyalizm deneylerinin
kimilerinin ‘duvar’ altında kalmış olması, kimilerinin merkezi, hiyerarşik,
otoriter, büyük kalabalıkların iradesini dışlayan yapılar haline gelmesi zaman
zaman alevlenerek epeydir devam edegelen bu tartışmayı zorunlu kılıyor.
Temel
sorular;
-Neden
doğrudan demokrasi değil, temsili demokrasi? Neden temsilciler seçmek
zorundayız? Temsilcileri parti liderlerinin belirlediği ya da kimi güç ve
sermaye sahibi olmanın ya da ‘eğitimli’ olmanın temsilci olmanın asgari şartı
olduğu-‘az gelişmiş demokrasi’ örneklerinden de bağımsız olarak- neden
temsilcilerle irademizi yansıtmak(!) zorundayız? Son derece gelişmiş iletişim
teknolojilerine sahip olunan bu çağda neden temsiliyet? Ve tabii ki neden son
derece kalabalık topluluklar altında hiyerarşik merkezi yapılar içinde yaşamak
zorundayız? Küçük yerel birimlerde, özerk yapılarda ve özyönetimlerle
örgütlenmiş insanlık, neden iradesini doğrudan gerçekleştirebilmek olanağına
sahip olamasın? Sosyalist demokrasi aşağıdan yukarı küçük toplumsal birimler ve
yerele dayanmak zorunda değil midir? Bugün bize
dayatılan ve önünde secde etmemiz istenen sandığa ve belli zaman aralıklarıyla
yapılan seçimlere ve merkeziyetçiliğe dayalı ‘temsili ‘demokrasi’ kavrayışı ve
olgusu olsa olsa bir demokrasi illüzyonudur. O ‘demokrasi’, egemen sınıfların çıkar
çatışmalarının ya da genel anlamda sınıfsal çatışmaların krize dönüşerek
sistemi yıpratır hale gelmesini önlemek amacıyla oluşturulmuş bir denge bulma
ve uzlaşma enstrümanıdır.
-Ezen ezilen,
sermaye sahibi-emekçi, zengin-fakir, muktedir-mağdur, güçlü-güçsüz ayrımlarının
ve nihai olarak uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin belirlediği toplumlarda nasıl bir
halk iradesinden, daha da ötesinde bir ‘demokrasiden’ bahsedilebilir? İlla
bahsedilecekse bu insanlığın geleceğini nasıl temsil eder? Eğer böyleyse, bu durum,
uzlaşmaz sınıf çatışmaları ve çelişkilerinin insanlığın mutlak kaderi olduğunu
kabullenmek olmaz mı? Bütün büyüklü
küçüklü ekonomik birim ve sektörlerde daha fazlave daha fazla kar
esasının ve üretim araçlarının özel mülkiyetinin hüküm sürdüğü koşullarda hangi
demokrasiden bahsedilebilir? Büyük silah üreticilerinin, büyük sanayi
komplekslerinin, finans baronlarının tam tekel belirleyiciliği altında nasıl
bir demokrasiden bahsedilebilir? Bütün kitle iletişim ve kamoyu oluşturma
araçlarının kar maksimizasyonu temelinde ekonomik birimler haline geldiği bir
toplumsal yapıda hangi ideal demokrasiden ve özgür iradeden söz edilebilir?
-Devletler
halinde örgütlenmiş toplumlarda, ezilen ve sömürülen sınıflara yabancılaşmış,
onların denetimlerinin hiç olmadığı ya da o kurumlara etkisinin hiçbir şekilde
mümkün olmadığı silahlı kurumlara ve istihbarat teşkilatlarına sahip bir
yapılanma sosyalist demokrasinin bir özelliği olabilir mi?
-Verili
demokrasi olgusu ister İsveç’de, ister Türkiye’de ya da Amerika’da sömürülen
sınıf ve tabakaların güncel ve uzun erimi taleplerini sistem içinde
massedebilme olanaklarını egemenlere sunar. Verili demokrasinin öznesi egemen
sermaye, onların hiyerarşik siyasi partileri ve liderleri değil midir? Öyleyse
sosyalist demokrasi hiyerarşik olmayan, aşağıdan yukarıya biraraya gelmiş
hiçbir özel ayrıcalığa sahip olmayan özgür yurttaşların, sınırsız kendilerini
ifade etme ve karar alma yetkisine sahip yüzlerce meclisinden oluşmak durumunda
olmamalı mıdır?
-İsveç'de ya da Türkiye'de kendi
ürettiklerine, özgür iradesine ve doğaya tamamen yabancılaşmış, uzmanlık
alanlarına hapsedilmiş, ‘derin iktidarın’ çeperlerine bile ulaşma olanağı olmayan,
4-5 yılda bir sandığa gidebilme olanağıyla edilgenleştirilmiş, yaşadığı
gezegenin akıbetini kar maksimizasyonunun belirlediği, ‘rutin’ dışına çıkıp kaderine
isyan ettiğinde de merkezi devlet tarafından zorbalıkla bastırılan, tröstleşmiş
medya tekelleri tarafından ufku iğdiş edilmiş insanlığın verili sitemin dışında
bir arayışa girmesinden daha doğal ne olabilir?
Murat Sevinç’den
mülhem olarak söylersek; sosyalizm deneylerinin öznesi olan halklar ve
devrimciler yola çıkarken yaşadıkları sistemin ‘gerçek demokrasi’ olmadığını
düşünüyorlardı. Yerden göğe kadar haklıydılar. Sonuç olarak yine bu sistemin
dışına çıkamamış ya da alternatif bir dünya yaratamamış olmaları onların haklılıklarını
gölgeleyemez. Bugün o zamanlardakinden daha çok ‘haklıyız’. Çünkü verili sistem
küçücük bir parçası olduğumuz eko sistemi ve türümüzün geleceğini tehlikeye
atıyor. Bir daha deneyeceğiz, hep deneyeceğiz. Ta ki, sınırsız özgürlük
içerisinde bütün farklılıkların kendilerini ifade edebildikleri ve kendilerini gerçekleştirebildikleri
eşit ve özgür, yöneten ve yönetilen ayrımının, sömürünün, sınıfların ve savaşların ortadan kalktığı büyük uyum dünyasını gerçekleştirene kadar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder