İster yeni anayasa
yapılma tarihlerini esas alarak sıralayın, isterse 1923 toplum sözleşmesinin
2000’li yıllara kadar devam ettiğini varsayarak sıralayın ‘yeni’ Türkiye Cumhuriyetini anayasal olarak da taçlandırmanın
arefesindeyiz. Birincisini esas alırsanız 6. cumhuriyetimiz, diğer tercihi esas
alırsanız 2. cumhuriyetimiz kuruluyor.
2002 yılında AKP
iktidarının kurulmasıyla ‘yeni’ cumhuriyetin inşa süreci başlamış oldu. ‘Yeni’
ifadesi kuşkusuz bir olumluluk içermiyor. 1923’de kurucu babalar tarafından
oluşturulan 90 yıllık toplumsal mutabakatının eskide kalmak üzere olduğunu
vurgulamak için ‘yeni’.
1923 kurucu mutabakatının
en önemli ayaklarından biri İslamın devletleştirilmesi ve politik islamın
siyaset alanının dışına itilmesine karar verilmesiydi, kuşkusuz. Bu mümkün
olamadı. Erken cumhuriyet dönemi bu süreci zorla da olsa 1922 zaferinin
yarattığı dalgayı da arkasına alarak bir ölçüde başardı. Ancak süreç içerisinde
rejimin karşılaştığı her krizde gerek sosyal uyanışlar ve kitle mücadeleleri karşısında,
gerekse milli(!) davalarda rejimin güçlerinin payandası ve sivil muharip gönüllü gücü görevini
üstlenen politik islam siyaset arenasından dışlanmak şurada dursun, giderek o
rejimin ortağı oldu.
Sarsıntılarla da olsa
2000’li yıllara kadar idare eden ’23 rejimi son büyük ekonomik, siyasi ve
askeri krizlere dayanamayarak komaya girdi. ’23 rejiminin dışladığı diğer bir kesim
olan Kürtlerin 30 yıllık isyanı bir türlü bastırılamıyor, ardarda patlak veren
ekonomik ve siyasi krizler ölümcül darbeler indiriyordu, 90 yıllık rejime. Bu
süreç politik islamın aradan sıyrılması ve iktidara adım atmasıyla sonuçlandı. 2002
Kasım ayında yapılan seçimlerden birinci ve çoğunluğa sahip parti olarak çıkan
AKP ‘yeni’ sürecin başlangıcının tayin edici adımı oldu.
Klişe deyimiyle artık ‘hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak’tı. Her köklü rejim değişikliği gibi bu yeni süreçte iktidar,
ilk yıllarını toplumun bütününü dikkate aldığı izlenimi vererek, genel
hassasiyetlere duyarlı olduğunu ifade ederek , hasımlarını ürkütmemeye
çalışarak, rejimin temel problemlerini çözmeye hazır olduğunu iddia ile dile
getirerek bastığı zemini güçlendirmeye çabaladı.
Bu süreç eski rejim sahiplerinin politik müdahalelerini altederek, kitlesel
uyanışları ezerek, her yeni döneme uygun ittifak politikaları izleyerek
bugünlere kadar geldi. Öyle görünüyor ki yeni iktidar sahipleri, Osmanlı’dan,
Bizans’tan tevarüs ettikleri yönetme potansiyeliyle ve politik islamın ideolojik
bagajıyla türlü krizlerle başederek adım adım taşlarını döşedikleri rejim
değişikliği tasavvurlarını taçlandırmak için tam zamanı olduğunu düşünüyorlar… Başkanlık
rejimi adı verilen anayasal taçlanma ile birlikte, zaten uzunca bir süredir
başlamış olan bütün toplumsal dokunun, gündelik yaşam alışkanlıkları ve
davranış kalıplarının, ekonomik sistemin, eğitimin, siyasi yapının politik
islamın bir yorumunun ideolojik referansları temelinde YENİDEN İNŞASI süreci
hızlanacak.
Yepyeni bir durumla
karşı karşıyayız. Bu ‘yeniliği’ anlamak için muhtemel yanlış anlamaları da
hesaba katarak, 1979 islam devrimi ve sonrasında yeni rejimin inşası sürecinde
yaşanılan İran deneyimiyle paralellik kurulabilir. Bu deneyimi köklü bir
şekilde incelemek gerek. Bu anlama çabaları maalesef, ‘şeriat geliyor, İran gibi olacağız’ kısırlığının
engelinden kurtularak tartışılmalı. Yoksa ne Türkiye İran, ne de 79'lar dünyasındayız. Hatırlanacağı üzere İran'da islami yeni rejim
komünistlerden liberallere geniş bir ittifak yelpazesiyle işe koyulmuş, eski
rejimin modern versiyonlarını-Bahtiyar, Beni Sadr- yedekleyerek başladığı
sürece istisnasız bütün muhalefeti kısa zamanda tasfiye ederek devam etmiş ve
nihayetinde İran rejimini EN KÜÇÜK DOKULARINA kadar yeniden kurgulamıştı. Ha keza ‘23 rejimi inşa edilirken o dönemin
kurucu babalarının yaptıklarını hatırlayarak-içerik olarak tamamen farklı da
olsa- bugün yapılanları manalandırabiliriz. Tıpkı onlar gibi bunlarda 'yepyeni' bir şey peşindeler. Özetle mesele basit bir parlamenter rejimden
başkanlık sistemine geçiş ya da sistem değişikliği değildir. Köklü bir rejim değişikliğidir..
‘YENİ’ CUMHURİYETİN
TEMEL KARAKTERİSTİKLERİ
Kuşkusuz geride
bıraktığımız 15 sene yeni rejimin hangi temel özelliklere sahip olacağı
noktasında çıkarsamalar yapabilmek için zengin bir veri kaynağı sunuyor.
İlkönce bu rejim, çok belli ki; sınırsız-sorumsuz tek adam yönetimine dayanan,
yargı bağımsızlığının, çeşitli denetim mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı ya da
etkisizleştirildiği, parlamento ve siyasi partilerin kenar süsü haline getirildiği,
kişisel hak ve özgürlüklerin, basın özgürlüğünün yok edildiği, toplumun
örgütlenme hakkının binbir türlü yolla engellendiği bir baskı rejimi olacak.
Öyle görünüyor ki, bir her
vesileyle yaratılan, manipüle edilen ‘milli seferberlik ve teyakkuz’ hali kalıcılaştırılacak.
Temel konular olan ‘dış tehditler, bölücülük ve terörizm’ manipülasyonlarının
yanına, ’dolar bozdurma’ kampanyaları gibi konjonktürel temalar da eklenerek
artık sürekli seferberlik halinde tutulmaya çalışılacağız, bu açık.
Dış politika denilen
alanın her türlü provokasyona açık içi kof bir hegemonyacı bakışla
sürdürüleceği ve bu olgunun ‘dış düşmanlar’ temelinde süreklileştirileceği
görünüyor.
Bir diğer temel alan olan
eğitim ve bu alanda yapılan operasyonlar sonucu geldiğimiz durum da son derece
açık. Eğitim kindar ve dindar nesiller yetiştirmek temel amacına göre
kurgulanıyor…
Toplumu bir arada tutan ideolojik
kodların da ince bir çabayla yeniden kurgulandığına şahit oluyoruz. Otobüste
şort giyen kadını tekmelemek, hamile kadının sokağa çıkmasının kişisel
saldırganlıkla karşılanır hale gelmesi 15 yıldır inşa edilen kültürel iklimin
sonuçları. Giyimden kuşama, davranış kalıplarına kadar her şey yeniden
kodlanıyor. Birbirimizi anlamlandırmakta son derece önemli olan ‘dilimiz’
değiştiriliyor. Seküler gündelik jargon tamamen yeni bir jargonla ikame edilmiş
bulunuyor.
Yeni rejimin
ekonomisinde cumhurbaşkanı ve etrafında oluşturduğu zümre devletinin çok etkin
bir rol oynayacağı net bir şekilde görülüyor. Devlet zaten bir süredir
özellikle TMSF eliyle ve kayyımlar yoluyla sermaye transferinin en önemli
enstrümanlarından biri. Bir çeşit korporatizmle-toplum çıkarlarının devletin
çıkarları anlamına geldiği- karşı karşıyayız. Belli ki devlet ekonomide
etkinliğini kalıcılaştırmaya hazırlanıyor.
‘Süreç tamamlandı, her
şey bitti, geçmiş olsun mu’, tabii ki değil. Ancak şurası açık ki, bu süreci
tersine çevirecek, eskimiş rejimin bu duruma gelinmesinden sorumlu yüklerinden
de arınmış demokratik, devrimci, özgürlükçü alternatif maalesef etkisiz ve
inisiyatifsiz. Bu durumun kısa vadede değişmesi mümkün mü, ben bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder