Üstündeki kalın bir sır perdesini ve yanıtlanmayan, daha doğrusu yanıtlanmak istenmeyen bir çok soruyu bir ön kabul olarak görüp ve fakat bu yazı dolayımıyla bir kenara koyarak bazı çıkarsamalar yapabiliriz.
Fetullahçı çetenin 15 Temmuz darbe girişimi başarısız oldu. Yaşadığımız 3,5 başarılı(!) darbe deneyimlerinden yola çıkarak, eğer 15 Temmuzcular başarılı olsalardı, ‘olacaklar’ konusunda bir takım tahminler de bulunabiliriz;
-İlk iş
olarak ‘memleketin huzur ve sükununu’ sağlamak ve ‘kardeş kavgasını engellemek’-geçmiş
örneklerden hatırlıyoruz- üzere OHAL ilan edilecekti.
-Bütün uluslar
arası ve ikili anlaşmalara riayet ve dahil olunan iuluslar arası
organizasyonlara sadakat teyid edilecekti.
-Cemaat yandaşı yayın organları ve hatta merkez medya
darbeyi selamlayacak ve yayınlarıyla topluma hiza vereceklerdi.
-Siyaset
tatil edilecek. belki de bütün siyasi partiler kapatılacak, kukla bir atanmış parlamento
oluşturulacaktı.
-TSK içinde ve
MİT‘de cemaatçi olmayan ya da biat etmeyen kadrolar hızla ve topluca tasfiye
edilecekti.
-Darbecilerin
muarızı iktidar partisi yöneticileri başta olmak üzere, siyasetçiler hapse
atılacak, belki de HDP ve sosyalist partiler, ve dahi parlamento kapatılacaktı.
-Başta Kürt
medyası, STK’ları, belediyeleri tasfiye edilecek, kanaat önderleri
tutuklanacak, devrimci- demokratik medya
kuruluşları, meslek kuruluşları kapatılacak ya da yayınları üzerinde yoğun bir
sansür uygulanacaktı.
-Her türlü
toplantı, yürüyüş, gösteri ve özellikle grevler yasaklanacak, Kürt siyasi
hareketi başta olmak üzere bütün sosyalist ve muhalif önderler, gazeteciler
baskı altına alınacak ya da tutuklanacaktı.
-Zaten ele
geçirilmiş yargı, ergenekon, balyoz ve KCK davalarında pek çok örneğine şahit
olduğumuz gibi uydurma ve sahte delillerle, göstermelik mahkemelerle muhalif
demokratik potansiyeli dağıtma ve hapse tıkma misyonunu üstlenecekti. ‘İç ve dış düşmanlar ve ajan faaliyeti’
başlıca suçlama konuları olacak ve tasfiye gerekçeleri haline gelecekti.
-Kamu
kurumları ve üniversitelerden büyük çaplı tasfiyeler yapılacak yerlerine kendi-cemaat-
kadroları yerleştirilecekti.
-Cemaat
yanlısı holding ve şirketler ihaleleri sırtlamaya, kayırılmaya, kollanmaya
kaldıkları yerden devam edeceklerdi.
-Darbecilerin
mensup olduğu cemaatin ideolojik referansları hesaba katılırsa; AKP’nin islamı
temsil etmediği ve hatta islamı yozlaştırdığı ve yanlış tanıttığı iddiaları
üzerinden yeni bir dindar nesil yerleştirme ve devleti İslami çerçevede yeniden
düzenleme faaliyetine hız verilecekti.
BAŞARILI
OLMADI…
İyi ki de…
Ancak bir yıl sonrasında vardığımız noktayı ve yaşadığımız gerçekliği-tahminler
ve varsayımlar olarak değil-olgular olarak değerlendirirsek;
-Hemen OHAL
ilan edildi ve her üç ayda bir uzatılmaya devam ediliyor.
-Memleket
OHAL KHK’ları ile yönetiliyor. Bu KHK’lar a itiraz mümkün değil. KHK’larla
onbinlerce emniyet, TSK , yargı ve sivil bürokrasi mensubu işlerinden edildi.
Ha keza sıradan memurlar, öğretmenler sokağa atıldı. KHK tasfiyelerinin
hedeflerinden biri de üniversiteler oldu. Binlerce öğretim üyesi-siyasi
görüşleri ve eğilimleri ne olursa olsun, sırf muhalif kimlikleri ya da biat etmemeleri
nedeniyle kıyıma uğradılar.
-KHK’lar,
OHAL ilan edilmesinin gerekçeleriyle alakalı olmayan birçok alanda sorumsuzca
kullanılıyor. Medyada, yerel yönetimlerin kayyım atanarak seçilmişlerden
atanmışlara devrinde, iş hayatının onlarca şirkete kayyım atanarak yeniden düzenlenmesinde.
bir çok dev kamu iktisadi kurumunun Türkiye varlık Fonu oluşturularak bu fona
devredilmesinde, örneğin.
-OHAL altında
gerçekleştirilen referandumla tek adam yönetimi inşasının yolu açıldı. OHAL
dayanaklı KHK’larla yönetim pratiği parlamentoyu kısır ve sonuçsuz
tartışmaların yapıldığı göstermelik bir platform haline getirdi. Parlamento bir
köşeye itildi.
-Üçüncü büyük
partinin iki eş başkanı dahil 12 milletvekili ve bir ana muhalefet partisi
milletvekili çok su kaldırır gerekçelerle hapse atıldı ve aylardır duruşma
gününü bekliyorlar. Ana muhalefet partisinin başkanı ve siyasileri dahi en üst
makamdan hergün tehdit edilerek siyasi hayatlarını sürdürebiliyorlar. Siyaset
seçilmişler açısından bile bir risk alanı haline getirilerek tekel altına
alınmaya çalışılıyor.
-Üçüncü büyük
partinin seçilmiş yöneticilerinin bulunduğu belediyelerinin başına kayyım
atandı. Ve bir çoğu hapiste. Binlerce
üyesi gözaltına alındı, önemli bir kısmı tutuklu.
-Kürt
illerinde yerel yayın organları, çocuk tv’leri dahil, STK’lar, belediyelerin
kültür, sosyal hizmet ve kadınlara ve gençlere hizmet veren merkezleri
kapatıldı.
-En
büyüğünden en küçüğüne muhalif medya organlarının tanınmış köşe yazarları ve
yöneticileri ve 150’yi aşkın gazeteci sudan sebeplerle tutuklandı. Aylardır duruşma bekliyorlar… Merkez Medyaya
ve yöneticilerine diz çöktürüldü.
-Yandaş
şirketler iktidarın koruması ve kollaması altında pervasızca palazlanmaya devam
ediyorlar.
-Grevler-CB’nin
da açıkca ifade ettiği gibi OHAL sayesinde ve onun kararnameleriyle
yasaklanıyor. Grev yapmak artık olanaklı olmaktan çıkarıldı. Hak aramak ise
ister bireysel, ister birlikte büyük riskler almayı gerektiriyor., artık.
-Yargı
kadrolaşması Beştepe iktidarı açısından tamamlanmış gibi. Mahkeme kararları
artık mahkemelerde alınmıyor. Yine uydurma ve sahte deliller, yine keyfi tutuklamalar, mesnetsiz iddianameler.
-Dindar ve
kindar nesil yetiştirme amacı eğitim alanında yapılan düzenlemelerle, devletin
ve kurumlarının dinsel referanslarla yeniden düzenlemesi dolu dizgin
sürdürülüyor.
-Memleket
bölgesel çatışmaların hemen kıyısında, savaş felaketlerine savrulma potansiyeli taşıyan, her an fiyaskoyla sonuçlanan dış
politika oyunlarıyla tehlikeli sularda dolaşıyor.
Ve ne
üzücüdür ki, sadece haksız yere atıldıkları işlerine dönebilmek için açlık
grevi yapan iki eğitimci Nuriye ve Semih 129. günde ölüme biraz daha yakınlar…
Başka söze ya da kıssadan hisseye gerek var mı? Başka bir deyimle bu seksen milyonluk ülke, 15 Temmuz darbecilerine de, bu zalim dikta heveslilerine de layık mıdır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder