26 Kasım 2017 Pazar

İYİLİĞE ve BARIŞA ADANMIŞ BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ RACHEL CORRİE


Cengizhan Güngör
"Neden barış hâlâ bir hayal dünyada ve neden savaş bu kadar yakınımızda bir gerçek? Neden her gün kırk bin çocuk ölüyor? Yırtılan ozon tabakası, ölen balinalar, kesilen ağaçlar... Aklımda bin çeşit şey var. Ama bunların hepsinin önünde gelen şey, barış!.."

Bir zenginlik ülkesinde, okul töreninde 11 yaşındaki bir kız öğrencinin ağzından dökülen bu sözleri duymuş olsaydınız ne hissederdiniz? Büyük bir olasılıkla ‘kimi çocukların böyle büyük laflar etmeye yatkın olduğunu’ düşünür ve belki de ‘öğrenilmiş’ olduğunu varsayardınız…

Rachel Corrie bu sözleri okul kürsüsünden dile getirdiğinde 11 yaşında bir kız çocuğuydu. 1979 yılında Amerika’nın Olimpia şehrinde doğmuştu ve bu konuşmayı yaptıktan 12 yıl sonra, 2003 yılı Mart’ında  ülkesinden binlerce kilometre uzaklıktaki Gazze bölgesinin Refah kentinde bir İsrail askeri zırhlı dozerinin altına kalacak ve böylece onun kısacık yaşamı sona erecekti. Rachel 11 yaşında okul kürsüsünden dile getirdiği duygularının/düşüncelerinin izini sürmüş, barışa ve ‘ötekine’ adanmış kısacık yaşamı trajik bir şekilde sonlanmıştı. Rachel dozerin paletleri altında ezilerek öldürüldüğünde Refah’lı bir eczacının evinin yıkımını elinde megafonla engellemeye çalışıyordu.
Rachel ‘Uluslararası Dayanışma Gönüllüleri’nin barış aktivistiydi. Ve Refah kentinde İsrail ordusunun evleri yıktığı, katliam yaptığı, yaşam kaynakları olan seralarını ve su kuyularını tahrip ettiği bir kentin insanları ile dayanışma amacıyla bir grup arkadaşıyla birlikte bulunuyordu.

''Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek, canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi'', diyordu Rachel annesine Refah’tan yazdığı mektubunda.

Bakın annesine daha neler yazıyor, zulmün ve yıkımın ateşinin içinden;
“Dolayısıyla, eğer ben bu çocukların(GAZZE’li çocuklar) yaşadığı dünyaya ulaşmam ve kısa süreliğine ve de kısmen içine girmemden sonra nefret hissi duyuyorsam, tersine, onlar benim dünyama girselerdi ne hissedeceklerini merak ediyorum. Onlar Birleşik Devletler'deki çocukların anne ve babalarının vurulmadığını biliyorlar ve okyanusu görmeye gidebildiklerini biliyorlar. Fakat eğer okyanusu görmüş olsanız ve su bulma sıkıntısının olmadığı, (su kaynaklarının) geceleyin buldozerler tarafından yok edilmediği, huzurlu bir yerde yaşamış olsanız ve eğer uykudan evinizin duvarlarının aniden içeriye yıkılmasıyla uyanmak korkusu hissetmeden bir gece geçirseniz ve eğer hiç kimsesini kaybetmemiş insanlarla karşılaşsanız— eğer ölüm saçan kuleler, tanklar, silahlı “yerleşimler” ve bu şimdiki dev metal duvar ile çevrelenmemiş bir dünyanın gerçekliğini yaşasanız, dünyanın tek süpergücü tarafından desteklenen, dünyanın dördüncü büyük ordusunun, sizi vatanınızdan silmek için yaptığı devamlı baskıya karşı direniş içinde, sağ kalma—yalnızca yaşama—mücadelesiyle geçen tüm çocukluk yıllarınız için dünyayı affedebilir miydiniz, merak ediyorum. Bu, buradaki çocuklar hakkında merak ettiğim bir şey. Gerçekten bilselerdi, ne olacağını merak ediyorum.”  Bu ölçüde ‘öteki’ olabilmek-dikkat edin empatiden söz etmiyorum; bu satırlarda açığa çıkan ‘o’ haline gelebilmek-; galiba Rachel ve Rachel  gibi insankızlarının/oğullarının ‘gücü’nün kaynağı…

Ve yine galiba insan denilen türümüzün bütün bitimsiz ‘intihar’ çabalarına rağmen, kendi türüne reva gördüğü tüm barbarlıklara rağmen hala varlığını sürdürüyor olmasının sırrı, Rachel ve Rachel gibi binlerce ‘kahramanın’ öteki için feda edilmiş yaşam öykülerinde gizli.

Evet türümüz onların yüzü suyu hürmetine hala ayakta ve yine biz ancak onlar sayesinde hala barış içerisinde, özgür ve eşitlikçi bir dünya özlemini/umudunu diri tutabiliyoruz.

Hasılı; yine ve her zaman ‘kahramanlara ihtiyaç duymayan’ bir dünya özlemiyle Rachel’in ve onun gibi binlerce kahramanın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Rachel'in mektuplarını okuyunuz:
http://ifamericaknew.org/cur_sit/rlinturkish.html

10 Kasım 2017 Cuma

KAHRAMANLAR MI, KAHRAMANLARA İHTİYAÇ DUYMAYAN DÜNYA MI?




Bu satırların konusu bir ‘kahraman’; MORDECHAİ VANUNU. Bu adam kim mi? Okuyunuz…

KİM?
Yıl 2004, Nisan’ın 21’i, dünya basınında flaş haber; 11,5 yılı tek başına, kimseyle görüştürülmeden hücrede geçirerek 18 yıllık cezasını dolduran Vanunu, İsrail Askelon/Sekme Cezaevi’nden tahliye oluyor. 31 yaşında girdiği cezaevinden 49 yaşında çıkabiliyor.

1986 yılında İsrail’de gizli bir mahkemede vatana ihanet ve casusluk suçlarından yargılanmış, suçlu bulunmuş ve 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezasının ilk 11 buçuk yılını tek başına hücrede geçirdi. Bu sürenin ilk iki buçuk yılında 24 saat boyunca kamerayla izlendi, penceresiz hücresinde ışıklar sürekli açıktı. Bu durum 1998’de en uzun süre hücrede kalan mahkum ünvanıyla Guinness dünya rekorlar kitabına girmesini sağladı. Dış dünyayla bağlantısı sadece gardiyanı ve ailesinden birinin iki haftada bir gerçekleştirdiği ziyaretlerdi. Cezasının onikinci yılında diğer mahkumların arasına karışmasına izin verildi.

Serbest bırakılmıştı ama cezası(?) bitmemişti. Yabancılarla görüşemeyecek ve yazışamayacak, e-mail ve faks kullanamayacak. Nerede yaşamak istediğini seçmesine izin verilecek, ama buradan polisi izni olmadan ayrılamayacak. Yabancı büyükelçiliklere, sınırlara, limanlara veya havaalanlarına yaklaşmasına izin verilemeyecek. En az bir yıl için İsrail’den ayrılamayacak. Bu kısıtlamalar 6 ay sürecek, bu süre sonunda tekrar yenilenebilecek. Eğer bunları ihlal ederse yeni bir davadan tekrar mahkeme önüne çıkarılabilecekti. 21 Nisan 2004'te serbest bırakılmasının ardından Vanunu, tam 30 kez şartlı tahliye koşullarını yerine getirmediği gerekçesiyle tutuklandı ve benzeri görülmemiş kısıtlamalarla yüzleşmek zorunda kaldı. Vanunu 2004, 2007 ve 2010'un Mayıs ayında çeşitli gerekçelerle defalarca hapse yollandı. Vanunu en son 24 Mayıs'ta üç aylık hapis cezasına çarptırıldı.

NE ‘SUÇ’ İŞLEMİŞTİ?
Peki, gizli mahkeme, 11,5 yıl hücre cezası olmak üzere 18 yıl hapis ve sonrasında bunca tedbire(!) maruz bırakılan bu adam ne suç işlemişti? Onun suçunu 1997 yılında o zamanki İsrail cumhurbaşkanı Ezer Weizmann veciz bir şekilde özetlemişti: “O sırları ifşa eden bir casus. Bunu PARA YERİNE İLKELER İÇİN yapması bir fark yaratmaz. O vatanına ihanet etti”.

EVET, Vanunu ‘devlet sırlarını’ ifşa etmişti. 9 yıl teknisyen olarak çalıştığı ve varlığı İsrail hükümeti tarafından kabul edilmeyen Necef çölündeki gizli Dimona nükleer üssünün fotoğraflarını çekmiş ve bu fotoğrafları ve bilgileri İngiliz Sunday Times gazetesi ile paylaşmıştı, 1986 yılında… Bu belgeler/bilgiler ışığında uzmanlar, İsrail’in güneyinde Ürdün sınırı yakınında, Dimona'da -Vanunu 1976'dan itibaren beri burada çalışıyordu - "tekstil fabrikası" olarak gösterilen tesislerde, 200 kadar nükleer bomba ürettiği sonucuna vardı. Ve böylece varlığı çokça speküle edilen ve resmen kabul edilmeyen İsrail’in nükleer gücünden bütün dünya haberdar olmuştu.

Hapisten çıktığında yabancılarla konuşması yasak olduğundan İsrail'li bir gazeteciye BBC için gizlice verdiği bir röportajda Vanunu şöyle diyordu: “ASLA, HİÇ PİŞMAN DEĞİLİM. Ödediğim o ağır bedel ve çektiğim ceza da dahil yaptıklarım her şeye değerdi. Bu cezayı hak ettiğimi de düşünmüyorum. Bunun yalnızca benim değil herkesin yapması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum.” Hapisten çıktığında ise destekleyen/protesto eden israillilerden oluşan kalabalığa "yaptığım her şeyle gurur duyuyorum" demişti.

Vanunu, barış aktivistleri ve nükleer santral karşıtları için bir 'kahraman'. Pentagon'da analist olarak görev yapan Ellsberg de Vanunu gibi vicdanının sesini dinleyenlerden biri. Vietnam Savaşı sırasında Pentagon ve Beyaz Saray'ın Amerikan halkına söylediği yalanları, gizi belgeleri New York Times'a vererek ortaya çıkaran Ellsberg, Vanunu'yu 'nükleer dönemin önde gelen kahramanlarından biri' olarak niteledi. Vanunu birçok kez Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. Eylül 2004'te John Lennon adına verilen Barış Ödülü'ne Yoko Ono tarafından layık görüldü. Aralık 2004'te ise Glasgow Üniversitesi öğrencileri tarafından üniversitenin fahri rektörü olarak seçildi.

2009 yılında ise Vanunu, yazdığı bir mektupla Nobel Barış Ödülü adaylığından çıkarılmasını istedi. "Komite'den beni adaylık listesinden çıkarmasını istiyorum. Adaylar arasında Simon Peres'in olduğu bir listenin parçası olamam. Peres İsrail'in nükleer programının arkasındaki adamdır. Peres 30 Eylül 1986'da benim kaçırılmamı emretti, gizli bir mahkemede casus ve vatan haini olarak hüküm giymemi sağladı. Hâlâ benim serbest bırakılmama engel oluyor. Özgür olmadığım, İsrail'de kalmak zorunda bırakıldığım sürece, hiçbir adaylığı kabul etmeyeceğim. Tek istediğim özgürlük, sadece özgürlük!"

Mordechai Vanunu halen Kudüs’teki Anglikan Kilisesi’nde kalıyor.

Vanunu hala özgür değil. Yaptığı fedakarlık bir sonuç verdi mi? Dünyanın en az 200 nükleer başlığa sahip olan İsrail nükleer programına karşı sessizliğine bakılırsa, vermedi. Ötesi İran’ın başlangıç aşamasındaki nükleer programı için koparılan gürültüye/iki yüzlülüğe bakarsanız içinize bir sıkıntı çöker…

Ama o vicdanının sesini dinledi ve onun gerektirdiğini yaptı. Bedelini de bir insanoğlunun kaldıramayacağı ağırlıktaki bedelini de, alnının akıyla ödedi. Ve insanlık tarihinin kahramanlar galerisinde yerini aldı.

Bize düşen, kahramanlara ihtiyaç duyulmayan eşit, özgür bireylerin oluşturduğu, sömürünün ve baskının ortadan kalktığı sonsuz barış ve uyum dünyasını yaratmak için uğraşmaya devam etmek…

Cengizhan Güngör

http://acikradyo.com.tr/arsiv-icerigi/mordechai-vanunu

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...