DÜŞÜNME ZAMANI |
“Dün dünde kaldı cancağızım,
bugün yeni şeyler söylemek lazım”
Mevlana
Yaşamın durdurulamaz akışına, ‘değişimin’ mutlaklığı ve
sonsuzluğuna vurgu yapan bu bilgece söz asırlardır değerinden bir şey
kaybetmedi. Bu çok anlamlı özdeyiş özellikle yenilgi dönemlerinde bizi sisteme yeniden
entegre etmek amaçlı kimi fikirlere ikna etmek için de kullanıldı; tarih
sonlanmıştı, sınıf mücadeleleri dönemi kapanmıştı; emperyalizm yoktu,
karşılıklı bağımlılık vardı; toplum yoktu, birey vardı; devrim yoktu, ilerleme
vardı, toplumsal yarar yoktu, piyasa vardı.
Vecizenin bol bol istismar edilen bu anlamından tamamen bağımsız
olarak bugün ‘YEPYENİ’ bir durumla karşı karşıyayız. Ve gerçekten ‘DÜN DÜNDE’
kaldı. Bu ülkenin sosyalistleri, demokratları, muhalif iyi insanları olarak
öncelikle bu gerçeği bilince çıkarmalıyız.
PARANTEZ KAPANDI…
Uzunca bir süredir devam edegelen 1. Cumhuriyeti yıkma ve
yeni bir toplumsal sözleşme dayatma çabaları; ideolojik enstrümanı islam,
siyasi hedefi lider merkezli oligarşik bir diktayı kurumlaştırmak olan; geleneksel sermaye sınıflarını
baskılayarak-bir kısmını tasfiye, bir kısmını içerme yoluyla- servetin el
değiştirmesini sağlayarak yeni bir egemen sınıf yaratma yolunda ilerleyen güçlerce
geri dönülmesi mümkün olmayan bir süreçte ilerletilmektedir. Ülke içinde
siyaseten, sosyolojik ve ekonomik olarak yeni rejimi inşa çabaları kurumlarını
oluşturmaya devam ederken; yeni egemenler kapitalist emperyalist sistemle
‘yeni’ bir kimlikle bütünleşme çabalarına hız kazandırmış görünüyorlar. Bu yeni
rejime uzunca bir süre tereddütle bakan dünyanın hegemon güçleri bir yandan
tereddütlerini devam ettirirken, diğer yandan sistem içinde ona açtıkları alanı
genişletmeye hazırlanmaktadırlar. Onlarca yıldır alışılageldiğimiz siyasi
kurumlar, toplumsal yapılanmalar, eğitim düzeni, ekonomik oluşumlar, karar alma
mekanizmaları, toplumun dokusunu belirleyen değerler, hükümet etme biçimleri,
muhalefet kurgusu…vb her şey ‘yeni’ dalganın kasıp kavurucu, yıkıcı şiddetiyle
karşı karşıyadır. Açıklıkla tespit edilmesi gerekmektedir ki, bu süreç henüz
tamamlanmamış olsa da, geri dön(dür)ülebilir noktayı geçmiştir. İnisiyatif
özellikle 24 Haziran’dan da sonra yeni egemenlerin elindedir. MORAL ve fiziki
ÜSTÜNLÜK onlardadır.
MUHALEFET ŞAPKAYI ÖNÜNE KOYMALI…
İster onlarca yılın alışılagelen muhalefet kurumları ve
onların muhalefet etme tarzları açısından olsun ve fakat özellikle son 16 yılın
muhalefet kurumlarının ve muhalefet etme tarzlarının, yeni politik, toplumsal
perspektiflerle masaya yatırılması ihtiyacı çok açıktır.
Öncelikle 1. Cumhuriyeti yeniden ihya etme, toplumu yeniden
‘Atatürk ilke ve inkilapları’ doğrultusunda dizayn etme çabalarının son derece
beyhude olduğu kabul edilmelidir. Bu eski cumhuriyetin kimi asker-sivil
kadrolarına ve aydınlarına hakim olan ve yeni rejim muhalifleri arasında da ağırlıklı
bir güç oluşturan toplumsal taban/zihniyet ‘değişmek’ zorundadır. Muhalefetin
‘Atatürkçü’ güçleri ve bütün muhalefet bilinci artık demokratik, laik, eşitlikçi,
özgürlükçü, geçmişiyle yüzleşen, kimliklere ve farklılıklara saygılı, evrensel
insan haklarını temel alan yeni demokratik cumhuriyet hedefine evrilmek
zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Özellikle muhalif duruşun en kalabalık partisi
CHP’nin önünde böyle bir evrilmeye önderlik etme görevi durmaktadır. Ancak 1. Cumhuriyeti
kurumsallaştıran bu partinin devlet kurucusu özelliği böylesi bir gelişmenin
önünü tıkamaktadır. CHP devlet partisi olma özelliğinden arınamamakta, her
kritik dönemeçte bu karakterinin gereğini yaparak devletin bekasının yanında
saf tutmaktadır. 24 Haziran öncesi CHP kamuoyunda ve tabanında en geniş
demokratik hassasiyetlerin harekete geçmesi ve kendi dışındaki birikimlere kalbini
ve kulaklarını açması kuşkusuz önemli ve gelecek için umut verici
gelişmelerdir. Ancak CHP’nin devletçi karakteri ve yeni rejim kurucularının
özellikle CHP ve diğer demokratik güçlerle HDP arasına kama sokma çabaları en
geniş demokratik birliğin gerçekleşmesi şansını azaltmaktadır.
Kendini seçim zaferlerine endekslemiş muhalefet tarzı
miadını doldurmuştur. Artık rejim güçlerinin bir seçimi kaybedebilmesinin
koşulları yeni muktedirlerce ortadan kaldırılmıştır. Mücadelenin orta ve UZUN
VADELİ, sabır isteyen yeni, alternatif demokratik ve siyasi kurumlar yaratma,
kitle inisiyatifleri oluşturma yönü kendini dayatmaktadır.
İşçi, üretici emekçi sınıflar bağımsız kitlesel
inisiyatiflere sahip siyasi aktörler olarak mücadele sahnesinde değildirler. Yeni
rejimin kurucu faillerince bilinçli olarak yaratılan ve ısrarla her türlü
araçla sürdürülen dikey bölünmenin/toplumsal kutuplaşmanın ve yeni rejimin
amansız baskıları altında paralize durumdadırlar. İnatla ve her türlü yolla kalıcı
kılınmaya çalışılan bu toplumsal dikey bölünme ve kutuplaşma yeni rejimin
kurumlaştırılması çalışmalarının en verimli ve etkin ‘can suyudur’. Bu yapay ve
kurgusal bölünme boşa çıkarılmadan, başka bir deyimle toplumsal ayrışma
sınıfsal zeminlere oturmadan demokratik gelecek mümkün değildir. Bu da
demokratik ve sosyalist muhalefet açısından görmezden gelinemeyecek bir gerçekliktir.
Ve mücadelenin uzun vadeli karakterini dayatmaktadır.
HDP ve SOSYALİST MUHALEFET…
Muhalif güçlerin en direngen partisi belli ki,
sosyalistlerin, kimi demokratların ve Kürt siyasi hareketinin oluşturduğu HDP’dir.
Benzeri olmayan baskılar altında ve her türlü rejim kaynaklı tecrit çabaları
karşısında ayakta kalmaya çalışmakta ve gücünü geliştirerek korumaktadır. Özellikle
baskılar başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin ontolojik sorunları, parti
içi işleyişi sorunlu kılan yapısal problemler, gelecek açısından HDP’nin nereye
doğru evrileceğini kestirebilme olanağı tanımamaktadır. Kürt demokratları ve
siyasileri kendi tasavvurları ne olursa olsun Türkiye’nin demokratikleşmesinin
kendi sorunları açısından da tayin edici bir öneme sahip olduğunu
unutmamalılar. Türkiye’de kurumlaştırılmaya çalışılan yeni oligarşik düzen şimdiye
kadar ki icraatlarıyla özellikle demokrasiyi yok ederek Kürt demokratları için
tehlike arzetmektedir. Bütün zaaflarına rağmen HDP, yeni rejimin kurumlaşma
sürecinin tamamlanmasını sekteye uğratabilecek en dinamik güç olma özelliğini
bünyesinde taşımaktadır.
Sosyalist kurum ve topluluklar ise-HDP içinde olanlar ya da
dışındakiler- bir yandan 12 Eylül darbesinin yarattığı tahribatların etkilerinin
bir türlü aşılamaması-ideolojik, örgütsel olarak-, ‘duvarın’ enkazından kurtulmakta
hala çekilen sıkıntılar, toplumsal hareketlerin neredeyse sönümlenmiş karakteri
ve ezilen sınıfların ataleti dolayısıyla bir nevi felç durumu yaşamaktadırlar.
En azından bir kısmını hala ayakta tutan şey insanlık ideallerinin en tutarlı
taşıyıcısı olmalarıdır. Sosyalistler eğer bu yapısal sorunlarını aşabilirlerse
ya da aştıkları ölçüde kitleselleşebilecekler ve tarihi bir zaruret olan en
geniş demokratik güç birliğinin katalizörü olabileceklerdir. Bu mümkün müdür,
potansiyel olarak mümkündür. İşaretleri var mıdır, cılız da olsa vardır…
ÖZETLE…
Hamasetten, kısa vadeli başarılar peşinde koşmaktan,
birbirimizi kerameti kendinden menkul yakın gelecek tasavvurlarıyla
oyalamaktan, muhalefeti egemenlerin çizdiği sınırlar ve kurumlar içerisinde yapma
alışkanlıklarından kurtulmak gerekiyor. Tarihsel haklılık, ideallerinin tutarlılığı
gelecek garantisi sağlamıyor. Potansiyellerin varlığı, yapılacak işlerin
büyüklüğünün, öneminin üstünü örtmemeli. AKP’nin oylarının düşmesi, egemen
ittifakın önünde bulunan devasa iç ve dış güçlükler, yaklaşan krizin büyüklüğü illa ki daha iyi bir
geleceğin ortaya çıkmasına yol açmayabilir. Hatta çoğu zaman tarihsel örneklerinde
görüldüğü gibi daha ceberrut sonuçlar üretebiliyor.
Boş umutlar pompalamaktan, ‘enseyi karatmayalım’ gazı
vermekten vazgeçelim. ŞAPKAYI önümüze koymanın zamanı…
CENGİZHAN GÜNGÖR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder