15 Temmuz 2018 Pazar

ENSEYİ KARARTMANIN BİR ZARARI YOK, ‘YENİ YOLU’ AYDINLATMAK İÇİN…


DÜŞÜNME ZAMANI



“Dün dünde kaldı cancağızım,
bugün yeni şeyler söylemek lazım”
Mevlana


Yaşamın durdurulamaz akışına, ‘değişimin’ mutlaklığı ve sonsuzluğuna vurgu yapan bu bilgece söz asırlardır değerinden bir şey kaybetmedi. Bu çok anlamlı özdeyiş özellikle yenilgi dönemlerinde bizi sisteme yeniden entegre etmek amaçlı kimi fikirlere ikna etmek için de kullanıldı; tarih sonlanmıştı, sınıf mücadeleleri dönemi kapanmıştı; emperyalizm yoktu, karşılıklı bağımlılık vardı; toplum yoktu, birey vardı; devrim yoktu, ilerleme vardı, toplumsal yarar yoktu, piyasa vardı.
Vecizenin bol bol istismar edilen bu anlamından tamamen bağımsız olarak bugün ‘YEPYENİ’ bir durumla karşı karşıyayız. Ve gerçekten ‘DÜN DÜNDE’ kaldı. Bu ülkenin sosyalistleri, demokratları, muhalif iyi insanları olarak öncelikle bu gerçeği bilince çıkarmalıyız.

PARANTEZ KAPANDI…
Uzunca bir süredir devam edegelen 1. Cumhuriyeti yıkma ve yeni bir toplumsal sözleşme dayatma çabaları; ideolojik enstrümanı islam, siyasi hedefi lider merkezli oligarşik bir diktayı kurumlaştırmak   olan; geleneksel sermaye sınıflarını baskılayarak-bir kısmını tasfiye, bir kısmını içerme yoluyla- servetin el değiştirmesini sağlayarak yeni bir egemen sınıf yaratma yolunda ilerleyen güçlerce geri dönülmesi mümkün olmayan bir süreçte ilerletilmektedir. Ülke içinde siyaseten, sosyolojik ve ekonomik olarak yeni rejimi inşa çabaları kurumlarını oluşturmaya devam ederken; yeni egemenler kapitalist emperyalist sistemle ‘yeni’ bir kimlikle bütünleşme çabalarına hız kazandırmış görünüyorlar. Bu yeni rejime uzunca bir süre tereddütle bakan dünyanın hegemon güçleri bir yandan tereddütlerini devam ettirirken, diğer yandan sistem içinde ona açtıkları alanı genişletmeye hazırlanmaktadırlar. Onlarca yıldır alışılageldiğimiz siyasi kurumlar, toplumsal yapılanmalar, eğitim düzeni, ekonomik oluşumlar, karar alma mekanizmaları, toplumun dokusunu belirleyen değerler, hükümet etme biçimleri, muhalefet kurgusu…vb her şey ‘yeni’ dalganın kasıp kavurucu, yıkıcı şiddetiyle karşı karşıyadır. Açıklıkla tespit edilmesi gerekmektedir ki, bu süreç henüz tamamlanmamış olsa da, geri dön(dür)ülebilir noktayı geçmiştir. İnisiyatif özellikle 24 Haziran’dan da sonra yeni egemenlerin elindedir. MORAL ve fiziki ÜSTÜNLÜK onlardadır.

MUHALEFET ŞAPKAYI ÖNÜNE KOYMALI…
İster onlarca yılın alışılagelen muhalefet kurumları ve onların muhalefet etme tarzları açısından olsun ve fakat özellikle son 16 yılın muhalefet kurumlarının ve muhalefet etme tarzlarının, yeni politik, toplumsal perspektiflerle masaya yatırılması ihtiyacı çok açıktır.
Öncelikle 1. Cumhuriyeti yeniden ihya etme, toplumu yeniden ‘Atatürk ilke ve inkilapları’ doğrultusunda dizayn etme çabalarının son derece beyhude olduğu kabul edilmelidir. Bu eski cumhuriyetin kimi asker-sivil kadrolarına ve aydınlarına hakim olan ve yeni rejim muhalifleri arasında da ağırlıklı bir güç oluşturan toplumsal taban/zihniyet ‘değişmek’ zorundadır. Muhalefetin ‘Atatürkçü’ güçleri ve bütün muhalefet bilinci artık demokratik, laik, eşitlikçi, özgürlükçü, geçmişiyle yüzleşen, kimliklere ve farklılıklara saygılı, evrensel insan haklarını temel alan yeni demokratik cumhuriyet hedefine evrilmek zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Özellikle muhalif duruşun en kalabalık partisi CHP’nin önünde böyle bir evrilmeye önderlik etme görevi durmaktadır. Ancak 1. Cumhuriyeti kurumsallaştıran bu partinin devlet kurucusu özelliği böylesi bir gelişmenin önünü tıkamaktadır. CHP devlet partisi olma özelliğinden arınamamakta, her kritik dönemeçte bu karakterinin gereğini yaparak devletin bekasının yanında saf tutmaktadır. 24 Haziran öncesi CHP kamuoyunda ve tabanında en geniş demokratik hassasiyetlerin harekete geçmesi ve kendi dışındaki birikimlere kalbini ve kulaklarını açması kuşkusuz önemli ve gelecek için umut verici gelişmelerdir. Ancak CHP’nin devletçi karakteri ve yeni rejim kurucularının özellikle CHP ve diğer demokratik güçlerle HDP arasına kama sokma çabaları en geniş demokratik birliğin gerçekleşmesi şansını azaltmaktadır.
Kendini seçim zaferlerine endekslemiş muhalefet tarzı miadını doldurmuştur. Artık rejim güçlerinin bir seçimi kaybedebilmesinin koşulları yeni muktedirlerce ortadan kaldırılmıştır. Mücadelenin orta ve UZUN VADELİ, sabır isteyen yeni, alternatif demokratik ve siyasi kurumlar yaratma, kitle inisiyatifleri oluşturma yönü kendini dayatmaktadır.
İşçi, üretici emekçi sınıflar bağımsız kitlesel inisiyatiflere sahip siyasi aktörler olarak mücadele sahnesinde değildirler. Yeni rejimin kurucu faillerince bilinçli olarak yaratılan ve ısrarla her türlü araçla sürdürülen dikey bölünmenin/toplumsal kutuplaşmanın ve yeni rejimin amansız baskıları altında paralize durumdadırlar. İnatla ve her türlü yolla kalıcı kılınmaya çalışılan bu toplumsal dikey bölünme ve kutuplaşma yeni rejimin kurumlaştırılması çalışmalarının en verimli ve etkin ‘can suyudur’. Bu yapay ve kurgusal bölünme boşa çıkarılmadan, başka bir deyimle toplumsal ayrışma sınıfsal zeminlere oturmadan demokratik gelecek mümkün değildir. Bu da demokratik ve sosyalist muhalefet açısından görmezden gelinemeyecek bir gerçekliktir. Ve mücadelenin uzun vadeli karakterini dayatmaktadır.

HDP ve SOSYALİST MUHALEFET…
Muhalif güçlerin en direngen partisi belli ki, sosyalistlerin, kimi demokratların ve Kürt siyasi hareketinin oluşturduğu HDP’dir. Benzeri olmayan baskılar altında ve her türlü rejim kaynaklı tecrit çabaları karşısında ayakta kalmaya çalışmakta ve gücünü geliştirerek korumaktadır. Özellikle baskılar başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin ontolojik sorunları, parti içi işleyişi sorunlu kılan yapısal problemler, gelecek açısından HDP’nin nereye doğru evrileceğini kestirebilme olanağı tanımamaktadır. Kürt demokratları ve siyasileri kendi tasavvurları ne olursa olsun Türkiye’nin demokratikleşmesinin kendi sorunları açısından da tayin edici bir öneme sahip olduğunu unutmamalılar. Türkiye’de kurumlaştırılmaya çalışılan yeni oligarşik düzen şimdiye kadar ki icraatlarıyla özellikle demokrasiyi yok ederek Kürt demokratları için tehlike arzetmektedir. Bütün zaaflarına rağmen HDP, yeni rejimin kurumlaşma sürecinin tamamlanmasını sekteye uğratabilecek en dinamik güç olma özelliğini bünyesinde taşımaktadır.
Sosyalist kurum ve topluluklar ise-HDP içinde olanlar ya da dışındakiler- bir yandan 12 Eylül darbesinin yarattığı tahribatların etkilerinin bir türlü aşılamaması-ideolojik, örgütsel olarak-, ‘duvarın’ enkazından kurtulmakta hala çekilen sıkıntılar, toplumsal hareketlerin neredeyse sönümlenmiş karakteri ve ezilen sınıfların ataleti dolayısıyla bir nevi felç durumu yaşamaktadırlar. En azından bir kısmını hala ayakta tutan şey insanlık ideallerinin en tutarlı taşıyıcısı olmalarıdır. Sosyalistler eğer bu yapısal sorunlarını aşabilirlerse ya da aştıkları ölçüde kitleselleşebilecekler ve tarihi bir zaruret olan en geniş demokratik güç birliğinin katalizörü olabileceklerdir. Bu mümkün müdür, potansiyel olarak mümkündür. İşaretleri var mıdır, cılız da olsa vardır…

ÖZETLE…
Hamasetten, kısa vadeli başarılar peşinde koşmaktan, birbirimizi kerameti kendinden menkul yakın gelecek tasavvurlarıyla oyalamaktan, muhalefeti egemenlerin çizdiği sınırlar ve kurumlar içerisinde yapma alışkanlıklarından kurtulmak gerekiyor. Tarihsel haklılık, ideallerinin tutarlılığı gelecek garantisi sağlamıyor. Potansiyellerin varlığı, yapılacak işlerin büyüklüğünün, öneminin üstünü örtmemeli. AKP’nin oylarının düşmesi, egemen ittifakın önünde bulunan devasa iç ve dış güçlükler, yaklaşan krizin büyüklüğü illa ki daha iyi bir geleceğin ortaya çıkmasına yol açmayabilir. Hatta çoğu zaman tarihsel örneklerinde görüldüğü gibi daha ceberrut sonuçlar üretebiliyor.
Boş umutlar pompalamaktan, ‘enseyi karatmayalım’ gazı vermekten vazgeçelim. ŞAPKAYI önümüze koymanın zamanı…
CENGİZHAN GÜNGÖR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...