28 Mayıs 2024 Salı

DKSD, FESTİVAL, ‘POETİKA’…


Cengizhan Güngör
Datça Kültür Sanat Dayanışması(DKSD)’nın, 2024 yılı Can Yücel Kültür Sanat Festivali bir-iki gün önce başarılı bir şekilde tamamlandı. Emeklere sağlık. Festival artık gelenekselleşmiş görünüyor. Bu Datça’mız için önemli bir kazanç. Belli ki maya tuttu ve bu süreç gelecek yıllarda da devam edecek.

Bu yılın festivalinde önemli olduğunu düşündüğüm kimi ayırt edici özellikler var. Birincisi festival ‘Cumhuriyet Meydanı’nın kavurucu sıcağından Kentpark’a taşınarak daha izlenebilir hale geldi. İkincisi festival bir tema etrafında(GÖÇ) yapıldı. Üçüncüsü neredeyse tamamının yenilendiği KOORDİNASYON kurulu tarafından gerçekleştirilen ilk festival. Karşılaştığım beklenmedik kişisel aksilikler dolayısıyla ancak bir kısmını yerinde, çoğunu ise sosyal medyadan izleyebildiğim festival etkinlikleri ya da bütünü hakkında bir eleştiri de bulunma hakkını kendimde bulmuyorum. İşin bu kısmını arkadaşlar radikal bir biçimde yaparak gelecek seneler için dersler çıkaracaklardır, eminim.

‘Teşekkür’ mesajı hipokrit bir metin olmuş. Üzüldüm.

Ben DKSD’nın geleceği açısından daha genel bir nokta/gelecek üzerinde durmak istiyorum. Biliyorsunuz Datça’nın demografisi son 3-5 yılda büyük ölçüde ve hızla değişti. Bu süreç artan bir hızla devam edecek gibi görünüyor. Maddi sorunu olmayan ve aynı zamanda eğitimli/eğitimsiz bir kesim Datça’ya akıyor. Kültür/sanat alanındaki kendi beklentileri ve beğenileriyle. Bir kere bu karşı konulamaz bir süreç. Datça daha geriden olmakla birlikte ‘Bodrumlaşma’ya doğru evriliyor. DKSD’nın bu süreç içerisinde kendi toprağından da güç alan ilkelerini, halkçı yaklaşımlarını muhafaza edebilmesi gerekiyor. Elitist, Datça halkından ve gençlerinden kopuk kültür/sanat anlayışları baskın hale gelebilir. Gerçi DKSD bagajı, birikimleri ve ilkeleri itibarıyla benzer gelişmelere hazırlıklı.

Ne demek istiyorum; DKSD faaliyetlerini kalıcı olmasına özen göstererek, düzenli planlamalarla köylere ve gençlere taşımalı. Konser yapılacaksa oralarda, tiyatro okulu olacaksa oralarda, seramik atölyeleri, fotoğrafçılık kursları, belgeselcilik eğitimi, kitap okuma grupları, resim atölyeleri…vb. araçlarla çepere yönelinmeli. Bunları söylerken geçmiş dönemlerde hep konuştuğumuz, bizzat alanlarının uzmanları tarafından önerilmiş ve sorumluluk almaya hazır olduklarını ifade eden bir birikime inanarak söylüyorum. Hem potansiyel, hem de elini taşın altına koymaya hazır birçok sanatçının varlığından cesaret alarak söylüyorum. Koşullara uygun periyodlarda kalıcı organizasyonlarla. Kent merkezine sıkışıp kalınmamalı.  Bunları söylerken kent merkezini ya da orada yapılan etkinlikleri küçümsediğim anlamı çıksın istemem. Tam tersine.

Bir yanlış anlamaya meydan vermemek açısından belirtmek ihtiyacı duyuyorum. Söylediklerim, bir toplum kesiminin-son yıllarda Datça’ya göç eden ve etmeye de devam eden- beğenilerinin, beklentilerinin hesaba katılmaması gerektiği anlamını da içermez. DKSD seçici ve halkçı bir düzlemde bu kesimlerin beklentilerini de karşılamalı tabii ki. Siz karşılamazsanız onlar kendilerine bir yol bulur, bulacaktır da zaten. Ben sadece DKSD’nın önündeki ELİTİST bir kültür/sanat anlayışına evrilme tehlikesine işaret ediyorum, belki de bir kuruntu olarak. Bakınız Bodrum ve Marmaris’teki olumsuz gelişme ve örnekler.

DKSD imeceyi esas alacak ve ücretsiz etkinlikler yapacak derken Datça’nın özgünlüğünden güç alıyordu. Datça Bodrum’a Marmaris’e benzemesin derken kasıt salt betonlaşma, doğanın tahribi kaygısı taşımıyordu. Aynı zamanda Datça’nın yüz yıllar öncesine dayanan gelenek ve göreneklerinin, kültür, sanat ve sosyal yaşamının betonlaşmaması, tahrip edilmemesi, gelecek nesillere kendi özgünlüğü içinde aktarılması kaygısı taşıyordu. Taşımalıdır. Datça ‘başka’dır, başkalığından, özgünlüğünden güç alarak bu devasa gelişmenin içinde yer almalıdır. Soru şudur; kent merkezli kolonyalistlerin(!)/yeni göçmenlerin ihtiyaçları mı yolumuzu belirleyecek, yoksa Datça özgünlüğüne ayağını basan halkçı, sentezi hedefleyen harmanlanmış bir kültür, sanat faaliyeti mi?

‘Geçmiş olsun’ diyebilirsiniz, ‘ne özgünlüğü, özgünlük mü kaldı’ diyebilirsiniz, ‘bunlar kuruntu’ da diyebilirsiniz. ‘hadi canım sende’de diyebilirsiniz. Ama ‘biz deneyeceğiz, denemeliyiz’de diyebilirsiniz. Seçim DKSD emektarlarının. Gelecek festivallerde daha kapsayıcı ve Datça’nın yerelliğini de harekete geçirmiş festivallerde buluşmak üzere. DKSD emekçilerine kolay gelsin.


13 Mayıs 2024 Pazartesi

'TEMATİK SOHBETLER(1-2)' Hakkında,

 

-Datça Muçep çok olumlu bir girişim başlattı. Hele Datça’nın eylemliliğe koşullanmış bir ilçe olduğunu dikkate alırsak. Soluklanma aralarını fikir tartışmaları ve bu yolla birbirimizden öğrenme toplantılarına ayırmak öteden beri özlemini duyduğum bir şeydi. Sevinçle karşıladım ve her iki toplantıya da katıldım.

-‘Antroposen çağı’ toplantısı daha önce belirttiğim moderasyon sorunları dışında, genel hava olarak insan fıtratında cisimleşmiş kimi özelliklerin, yaşadığımız ekolojik yıkımda ve yaklaşan ekolojik kıyametteki rolünü irdelemek üzerinde yoğunlaştı. Gerçi birçok kez temel nedenin kapitalizm olarak ifade edildiğine şahit olundu. Ama bu temel neden bir kenar süsü olarak kaldı. İrdelenmedi. Bir ‘ön kabul’ olarak değinilip geçildi. Ne kapitalizmin bir sistem olarak ekolojik yıkımın esas sebebi olduğu gerçeği, ne de savaşlar, sömürü, dikta rejimlerinin üreticisi olduğu gerçeği tartışılabildi. Ne de ona karşı nasıl mücadele edileceği. Eğer amaç bu değildi denilecekse de; o zaman temel neden olarak gördüğümüz kapitalist sistemin bütünlüklü olarak değerlendirilmesine birkaç paragraf ayırmak gerekmez miydi? Bense, özetin özeti olarak insanın daha çok tüketime koşullanmış, israfa ve ekolojik yıkıma destek mahiyeti taşıyan yanlarının özel vurgu yapılacak bir tayin edicilik taşımadığını düşünüyorum. Daha da ötesinde bu tür özelliklerimizin de binlerce yıllık sınıflı toplumun yan çıktısı olduğu kanısındayım. Kısaca ekolojik yıkımın, büyük bir ihtimalle türümüzün yok olması ile de sonuçlanacak bu sürecin nedeninin, kar-daha fazla kar amacına bünyesel olarak koşullanmış; bu amaçla savaşları, katliamları, soykırımları, dikta rejimlerini araç olarak gören kapitalist-emperyalist sistemin olduğundan eminim.

-İkinci toplantının ise bende bir dejavu hissi uyandırdığını itiraf etmeliyim.1980’de sosyalizm gemisi 12 Eylül faşist darbesinin kayalıklarına çarptığı tarihi dönemeçten itibaren aralıksız maruz kaldığımız bir söylem silsilesi/manzumesi. ‘Düşünmediniz ve hala düşünmüyorsunuz’, ‘uzlaşmadınız ve hala uzlaşmıyorsunuz’, ‘sekterdiniz, dogmatikdiniz ve hala öylesiniz’, ‘farklılıklara tahammülsüzdünüz, empati duygunuz gelişmemişti ve hala öylesiniz’; ikinci toplantıyı da bu özetle ifade edersem haksızlık etmemiş olurum, umarım. Bu özelliğin toplantının ruhuna da ters düştüğü kanısındayım; adeta kafamıza kafamıza vura vura binlerce defa çeşitli kollardan, yıllardır dile getirilen söylemlere bir kere daha tanık olduk. Zinhar geçmişte ya da şimdi bu tür olumsuz özelliklere sahip olmadığımızı iddia ediyor değilim. Geçmişte belki de ayırdedici özelliklerimizdi bu olumsuzluklarımız. Ama el insaf 45 yıl geçti bu travmanın üzerinden ve biz çok tartıştık, hala tartışıyoruz. Yüzlerce makale, kitap ve broşür yayınlandı. Bırakın bunları olgular üretildi. Bir arada olmaz denilenler bir araya geldi. Birlikte çalışamaz denilenler bir arada  çalışır oldular. Desteklenemez denilen siyasi oluşumlar desteklenir oldu. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Datça örneği bile yeterince öğretici. Datça ile ilgili ölçek sıkıntısı yaşıyorsak kafayı kaldırıp etrafa ve olanca çeşitliliği içinde dünyaya bakmak yeter. Umutla izlediğimiz Kadın Hareketi, Kürt hareketi, LGBTİ hareketi, emin olun tek tek kadın-erkek sosyalistlerin ve sosyalist oluşumların elinin değdiği-ürettiği, yarattığı demiyorum- oluşumlardır. Emin olunuz sosyalistlerde de kafa var, onlar da aralıksız düşünüyorlar. Peki tamam mıdır, arındık mı, artık ‘ol’duk mu? Kesinlikle hayır. Daha katedilmesi gereken çok yol var. Kökleşmiş ve bünyeye nüfuz etmiş zaaflarla maluluz. Mücadelenin tabiatı da bu değil midir? Marilyn Monroe’ya atfedilen bir söz duymuştum, ‘tam finişe vardığını düşündüğün anda hayat yeniden başlar’. Özetle 1. ve 2. toplantıda zihniyet dünyamızın ve birikimlerimizin ayrımcılığa uğradığı kanısındayım. Yaşadığımız dönemin son derece girift, başedilmesi zor güçlüklerini sosyalist deneyler ya da sosyalistlerin hataları üzerinden tartışarak çözemeyiz.

Bu bitimsiz mücadeleden her dönemeçte olumluluklarımıza dayanarak çıkacağız. Hiçbir zaman ‘unutmayacağız’ birikimimize sahiplenerek kendimizi yenileyeceğiz. Daha işin başındayız. Prometheus’un kararlılığı, Sisyphos’un inadıyla.

Emeği geçenlerin eline koluna sağlık.

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...