15 Aralık 2014 Pazartesi

Liberal ihanet(!) tamam da, peki 'ulusalcı' ihanet(!) ne oluyor?

Liberal ihanet(!) tamam da, peki 'ulusalcı' ihanet(!) ne oluyor?POLİTİKA
5,0
    
07.12.2014
“Bu kitapta esas olarak Türkiye’nin demokratik gerekçelerle siyasal İslamcılara teslim edilmesinde önemli rol oynayan liberalleri ve sol liberalleri analiz etmeyi, siyasal ve entelektüel tarihin bu en büyük aydın ihanetini-dünyada örneği çok azdır- anlatmayı amaçladım”
Merdan Yanardağ
Son zamanlarda kimi aydınlar, bir dönem ya da hala, AKP hükümetine payanda olan liberal aydınlar üzerinden adeta bir şeytan taşlama faaliyeti sürdürüyor. Yukarıdaki satırlar bu tutumun en uç örneğini ifade etmesi bakımından tipik bir örnek.
AKP hükümetinin şimdiki geldiği noktayı en başından beri gördükleri ve dolayısıyla en kararlı tavrı kendilerinin aldığı üzerinden geliştirilen ve son derece abartılı bir özgüveni ifade eden bu tutum ne ölçüde gerçeklere dayanıyor? Ya da AKP hükümetinin ilk yıllarında liberal aydınların aldıkları destekleyici tutumun olduğu kadar; ittifaklarını son derece yanlış yerlerde ve çıkış yollarında arayan başka kimi aydınların da AKP iktidarının kendini tahkim etmesini son derece kolaylaştırıcı bir rolü olduğu açık değil midir? Bunlar tek tek cevaplandırılması gereken önemli sorulardır.
Sosyal olaylar ve siyasal gelişmeler maalesef ‘bunlar başımıza bela etti’ gibi son derece sübjektif ifadelerle açıklanamayacak kadar karmaşık meselelerdir. Birilerine duyulan özel öfke ya da ‘yalnız bırakılmışlık’ duygusunun yönlendirdiği analiz(!)ler hiçbir açıklayıcı özellik taşımazlar.
AKP’yi kimin ya da hangi süreçlerin ‘başımıza bela ettiği’ başlı başına bu yazının sınırlarını ve boyutlarını aşan bir analiz konusu.  Ancak kimi fırça darbeleri de gerekiyor…
AKP 2001’de ortaya çıkmış bir hareket değil, öncelikle bunun tespit edilmesi gerekir. 1923’de temelleri atılan ve özetle ‘islamı devletleştirme’ diye tanımlanabilecek bir laiklik anlayışı, daha baştan, sonradan ‘milli görüş’ hareketi adını alacak ötekileştirilen bir taban üretmişti. İslamı kendi bildikleri gibi yaşamak isteyen ve o ana kadar yaşayan bu kesimler daha sonrası için ciddi bir istismar alanı olarak varlıklarını sürdürdüler. Milli Nizam Partisi ile başlayan bu akım çeşitli adlar adı altında sürekli kapatılıp açılan partileriyle 2000’li yıllara kadar çeşitli dönemlerde iktidar ortağı olacak noktalara kadar yükselerek geldiler. Diğer sistem partileri içerisinde de uzanan kolları ve oy potansiyelleri dikkate alındığında ciddi bir toplumsal desteğe sahip bir hareketten bahsettiğimiz açıktır. Bu anlamda AKP’nin siyasi ve sosyal temelleri bu çok kısa özetle ancak anlaşılabilir oluyor. 2000’li yılların başında bu hareketin içinden çıkan ve aslında içinden çıktığı hareketi de kısa sürede marjinalize eden  AKP hareketi; yeni yükselen, hatırı sayılır bir ekonomik birikim de elde eden ve bununla orantılı olarak da iktidardan pay talep eden sermaye kesimlerinin sözcülüğüne soyunarak geleneksel Türk siyasetinin ve onun kurumlarının kale kapılarına dayandı. Kale zaten çürümüştü. Yolsuzluklar, ekonomik krizler, Kürt isyanı, artık geleneksel Türk siyasetinin altında onulmaz, tamiri gayri kabil oyuklar açmıştı. Artık yepyeni bir toplumsal sözleşme, yeni anayasal yapı ve kurumlar ihtiyacı kendini dayatmıştı.
Kale kapısını omuzlayan bu güce karşı eskimiş rejimin muktedirleri ve kurumları sonradan umutsuz olduğu ortaya çıkan bir huruç hareketine giriştiler. Geleneksel yöntemlerle-provokasyonlar, derin güçleri harekete geçirme, vatan, millet Sakarya edebiyatı ve daha da çok laiklik elden gidiyor, irtica geliyor söylemleriyle- surlara yüklenen güçleri-yani AKP hareketini- püskürtmeyi denediler, ancak sonucu hepimiz biliyoruz.
Peki kimi sosyalistler, ilericiler, demokratlar ne yaptılar? Onlar da geleneksel Kemalist ideolojik mayalarının verdiği güçle(!) eski rejimin muktedirlerinin-paşalarının, bürokratlarının- yanında saf tuttular. En iyimser ifadeyle onlarla-eskimiş ve hiçbir geleceği olmayan rejimle ve onun söylemleriyle- aralarına hiçbir sınır çekme ihtiyacı duymadan muhalefet(!) edebileceklerini sandılar. Ve ne yazık ki, ulusalcılık ve cumhuriyetçilik adı altında yeni toplumsal gelişmeleri analiz ederek yeni bir muhalefet çizgisi oluşturma görevine sırtlarını dönerek geleceği olmayan eski rejimin yıkılmakta olan değirmenine su taşıdılar. Başka ve daha net bir ifadeyle AKP iktidarının kendisini tahkim etmesine tersten destek oldular, onun işini kolaylaştırdılar. Bir diğer öldürücü zaafları da, Kürt hareketine karşı geleneksel devlet iktidarının yanında sorgusuz sualsiz yer alıyor ve onların ‘bölücülüğe karşı’ mücadelelerine destek veriyor olmalarıydı. Bu son derece ciddi bir aymazlıktı ve eski rejimle köklü ideolojik bağların kaçınılmaz sonucu olduğu kadar, muhtemel bir doğru muhalefet çizgisi geliştirememelerinin de en büyük nedeniydi?
Dolayısıyla aymazlık içerisinde, hiçbir ciddi analiz ihtiyacı duymayan, sınıf perspektifini yitirmiş bir demokrasi anlayışına sahip kimi sosyalist, ilerici, liberal-demokrat aydınların AKP’ye destek vererek gerçekleştirdikleri  ihanetten söz etmenin bir tutarlılık kazanması ve umut verebilmesi için; iddia sahiplerinin yakın dönemde eski rejim sahipleriyle açıktan kurdukları sözüm ona muhalefet cephesinin de bir hesabını vermeleri gerekir.  Aksi takdirde ‘bir öfkeye kurban olma’ analizlerinden öte gidilemez. Yoksa bu cephe de Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Soner Yalçın, Doğu Perinçek..vb kişiliklerin temsil ettiği çizgiyle bir hesaplaşma ihtiyacı yok mu? Sosyalizm iddiası taşıyanların var ve olmalı…
Not: Bu yazının sahibi muhataplarının gereksiz  ‘aha bir yetmez ama evetçi daha’ rahatlamalarına meydan vermemek açısından 2011 referandumunda evet oyu vermediğinin altını çizmek ihtiyacı duyuyor.
Cengizhan Güngör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...