24 Mart 2016 Perşembe

Bu güzel ülke intihar ediyor!

12.03.2016 

"Yalova’da altı liseli kız, evini bastıkları kız arkadaşlarının alnına rujla TC yazıp eline bayrak vererek çektikleri resimleri sosyal medya da paylaştı.”
 Gazeteler

Ölümün, öldürmenin ve şiddetin bu ölçüde sıradanlaştığı, kanıksandığı başka bir çok ülke adı ve hatta kıta -Afrika- adı  telaffuz etmek mümkün kuşkusuz. Suriye, Irak, Pakistan diye başlayıp devam edebilirsiniz. Uluslar topluluğu içerisinde de bayağı anlamlı bir sayıya ulaşabilirsiniz, sonuç olarak. Bu küçük gezegenimizin geleceği açısından kaygı verici bir durum, tabii ki. Çok açık ki, bir yanda bu ülkeler ve bu ülkelerde yaşayan ve en temel insani ihtiyaçlarını karşılayamayan milyarlarca insan, öte yanda refah adacıkları… Bu terazinin bu sıkleti daha ne kadar kaldırabileceğini düşünüp kaygılanmamak elde değil. Bu anlamda dünyamızı  bir ‘barbarlık’ çağının beklediği kehanetleri ya da öngörüleri pek de haksız sayılamaz. Haksız sayılamaz çünkü; refah adacıklarında hüküm süren egemen sistem kar hırsıyla mefluç ve daha da ötesinde buralarda yaşayan milyarlarca insan öteki dünyanın milyarlarına ve onların acılarına karşı kapılarını kapatmış, duvarlar örüyor.

Açık ki, küçük gezegenimizin küçük ve güzel ülkesi Türkiye bu feci akıbetten ayrı düşünülemez kuşkusuz.  Bugün için farklı olan ülkenin egemen siyasetinin benzeri çok az görülen bir şekilde bu felakete koşar adım gidiyor olması… Büyük bir aymazlıkla, gözü dönmüşlükle ve hızla. Sanki gezegenimizin feci akıbetini de çabuklaştırmak ister gibi..
Bu ülke doksan küsür yıllık cumhuriyet tarihinde bir çok badireden geçti, biliyoruz. Katliamlar, askeri darbeler, büyük kitlesel kırımlar, etnik temizlik ..vb.  Ama hiçbir dönemde bu ölçüde umutsuz, bu ölçüde endişeli, bu ölçüde çaresiz insanların ülkesi olmamıştı. Egemen iktidarın ondört yıllık iktidarının sonuçları olarak ülkemizin üzerinde kesif kara bulutların dolaştığını söylemek abartılı olmaz, sanırım.

Hayır devletin özellikle Kürt il ve ilçelerinde yürüttüğü katliam ve yıkım politikalarından söz etmiyorum, sadece. Ya da en küçük bir hak arama çabasının gaza, copa ve plastik mermiye boğulmasından da. Ha keza devlet yetkililerinin Yüksekova’da başlatacakları operasyon öncesi-en iyimser ihtimalle birkaç yüz kişinin öleceği-  törenle kurban kesmeleri hoyratlığından da. Mesela mültecilerin üzerinden ‘biz enayi miyiz, otobüse-trene koyar göndeririz’li kirli pazarlıklardan da; operasyonların yüzlerce insanın ölümü sonucunda bitirilip ilçelere, mahallelere bayrak asarak vatan topraklarının kurtarıldığını iddia eden zavallılıklardan da, söz etmiyorum.  Gazetecilerin, siyasilerin, seçilmişlerin tutuklanmalarından da. ‘Vatan haini akademisyen’ söylemlerinden de… Çalanlardan, çırpanlardan ve egemenlerin dahil olduğu yolsuzluklardan da… Muktedirlerin büyük bir maharetle, pişkinlikle ve kolaylıkla söylediği yalanlardan da. Savaş uçurumunun hemen kenarına getirilmiş olmamızdan da.

Ülke doğasının sorumsuzca madenler ve HES’lerle doldurulmasından da, böylece derelerin yokedilip bütün güzelliklerin acımasızca talan edilmesi ve para hırsına kurban edilmesinden de. Açılması için start verilen nükleer santrallerden de. Çürümüş bürokrasiden, hiçbir güvenilirliği kalmamış yargıdan da. Tamamen rant kapısı haline gelmiş inşaat sektörünün iğrenç ve estetik yoksunu ‘mahalleleri, şehirleri soylulaştırma’ girişimlerinden de. Hallaç pamuğu gibi atılan ve ‘imamhatipleştirilen’  eğitim sisteminden, iğdiş edilen üniversitelerimizden de.

RUHLARIMIZ YARALANIYOR
Ben bütün bunlar gözünün önüde cereyan ederken insanlarımızın ruhunda meydana gelen derin ve sağaltılması son derece güç tahribattan söz ediyorum. Elinden bir şey gelmemenin, bitimsiz çaresizliğin, kesif bir umutsuzluğun yarattığı köşesine çekilme halinden, yurdu terketme eğilimlerinden söz ediyorum. Ben giderek yayılan ‘öleceğiz madem yiyelim badem’ umursamazlığından söz ediyorum. Travmatik gelişmelerle dolu dönemler, aynı zamanda ahlaki olarak ve değerler sistemleri açısından kesinlikle kabul edilemeyecek bir çok gelişmenin rutin ve sıradan hale gelişinin ve bütün bu olup bitenlerin hazmedilmesi(!) kabullenilmesi(!) ve içselleştirilmesi(!) süreçlerinin ruhlarda yarattığı güce tapınıcılıktan, sinizmden, içine kapanma ve ‘etliye süylüye karışmama’  eğiliminden söz ediyorum. Birden bire patlayan öfkelerimizden, şiddet dolu parlamalarımızdan söz ediyorum.

İnsanlar, ne kadar çok ve uzun süreli değerler ve inanç sistemleri açısından kabul edilemeyecek şeylere maruz kalırlarsa ve muhatap olurlarsa, o ölçüde ve zamanla değer sistemlerini sorgulamaya başlıyorlar ve en azından onları ruhlarının derinliklerine gömerek vasata uymaya başlıyorlar. Ben bundan söz ediyorum. Ben artan kadın cinayetlerinden, artan tecavüz vakalarından, birbirimize uyguladığımız vahşetten, dizginsiz çoğalan ırkçılıktan, hızla yükselen muktedirin düşmanı işaret eden parmağı ile özdeşleşme eğilimlerinden söz ediyorum.

Komşunuzun-ya da kendinizin- uğradığı haksızlıklara ses çıkaramamanın ya da çıkarmamanın ve bu sürecin uzamasının giderek ‘komşunuzun-ya da bizzat kendinizin- bu haksızlıkları hakettiği’ inancına evrilmesi kaçınılmaz olmasa bile sık rastlanan bir vakalar değil midir? Hatta giderek bu haksızlıkların faillerinin arasına katılma eğilimlerinin başlaması görülmedik sonuçlar mıdır?

Çok mu karamsarım? Umarım öyledir. Ve gerçeklik benim algıladıklarımın tam tersi yöndedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...