21 Ağustos 2016 Pazar

‘TOPLUMSAL UZLAŞMA’ SARAY YA DA YALAN RÜZGARI MI?


‘Bizim toplum balık hafızalıdır’ klişesini hepimiz biliriz. Toplumsal hafızamızın da bireysel hafızamız gibi seçici olduğu yadsınamaz. Toplumlar da büyük acılar ve felaketleri, travmatik olayları ‘unutmaya’ eğilimlidir. Yaralarını böylece sarar ve yaşamaya ancak böyle devam edebilir.

Ancak bu ‘unutma’ faaliyetine, çoğu zaman, bu tür büyük acı ve felaketlerin birinci dereceden sorumlularının-çoğu zaman devletler- manipülasyonlarının eşlik ettiğini de biliyoruz. Örneğin 6/7 Eylül İstanbul azınlıklarını tasfiye kalkışması bizzat zamanın devlet güçleri tarafından organize edilmiştir. Bu gerçeği 30 yıl sonra öğrenebildik. Ha keza ’38 Dersim katliamı arkasındaki gerçekleri hafızamızın derinliklerinden-kimilerimiz hariç tabii ki- 65 yıl sonra açığa çıkarabildik… Egemen siyaset odaklarının bu tür ‘unutturma’ manipülasyonları her durumda büyük felaketler ve acılar sonrasını beklemez.

Egemen siyaset odağı açısından bu manipülasyonların, iktidarını tehlike altında hissettiği, bu nedenle 180 derecelik siyaset değişiklikleri ihtiyacı içinde, yakın geçmişi unutturma, artık ‘değiştiği’ imajını yaratarak yeni müttefikler edinmek ve böylece iktidarını tahkim etmek için kullanışlı olduğu açıktır. Bu anlamda o kritik ana kadar son derece tekelci ve zorba iktidar, birdenbire son derece esnek, hoşgörülü ve birleştirici olduğu gibi bir algı yaratma çabasına girişir ve bu yolda adımlar atmaya başlar. O zorba ve tekelci iktidar ne kadar uzun bir geçmişe sahipse, başka bir deyimle bu iktidarın olumsuz izleri toplum içinde ne kadar derin izler bırakmışsa; sanılanın aksine toplum, hemen yerini geçmişi unutma ve bir çeşit umuda bağlanmaya hazırdır. Muktedir her zaman geleceğe yönelik bu toplumsal iyimserliği istismar eder. Ta ki iktidarını yeniden tahkim ettiği ve tırnaklarını yeniden çıkarmaya hazır olduğu ana kadar…

Peki geçmişin zorba iktidarı da değişemez mi? Kritik zorluklarla ve son derece travmatik tehlikelerle karşılaşan iktidar o ana kadar izlediği çizgiden başka bir ‘yol’ tutturamaz mı? Bu soruya prensip olarak olumsuz yanıt vermek mümkün değil, şüphesiz. Nitekim siyasi tarih, bırakınız değişmeyi, kenara çekilebilme esnekliği gösterebilmiş iktidarlara da tanıklık etti.

Bu uzun girişten sonra meramımızı somut olarak tartışmak zorundayız. 15 Temmuzda  muhatap olduğu darbe girişiminden sonra Saray iktidarının daha uzlaşmacı ve ‘milli birlikçi’ tutumu hangi türden bir siyasi girişime işaret ediyor? Daha açık ifadeyle muktedir, artık iktidar etmede yaşadığı ciddi zorlukları tek başına aşamayacağı bilincine ulaşmıştır ve muhalif toplum kesimlerinin ve siyasetin desteğine samimi olarak ihtiyaç duymaktadır.  Ya da iktidar kendisi için ciddi tehlikelerle dolu olan dönemi bir tür takiyye yaparak ve uzlaşmacı görünerek aşmaya çalışmaktadır; 14 yıllık tekçi, despotik iktidar alışkanlığının değiştiğini gösteren bir işaret yoktur.  Her kritik soru da olduğu gibi cevap için yaşanan pratiği analiz etmek elzem.

-Muktedirin ‘toplumsal uzlaşma, milli mutabakat, birlik ve beraberlik’ çağrıları kesinlikle ve tartışmasız olarak belki de ülkenin yaşadığı bütün sorunların kaynağı olan Kürt sorununun siyasi temsilcilerini kapsamamaktadır. HDP’nin dışlanması bir siyasi partinin ya da bir takım siyasilerin dışlanmak istenmesinin ve hatta 6 milyonluk bir seçmen kitlesine  işaret eden bir temsiliyetin yok sayılmak istenmesinin ötesinde bir anlama ve içeriğe sahiptir. Bu tercih ‘nasıl bir Türkiye’ tasavvuruna sahip olduğunuzla ilgilidir. Ve bütün uyarılara rağmen ısrarla sürdürülen tecrit politikası-görüşmelere çağırmama, mitinge davet etmeme, anayasa komisyonuna almama, daha da ötesinde itibarsızlaştırma kampanyası- ülkenin korkunç tehlikelerle dolu bir bölünme sürecine girmesinin muktedir tarafından göze alındığının göstergesidir. Bu tehlikeli gelişmeyi daha da tehlikeli kılan bir başka gösterge de ana muhalefet partisinin meselenin ciddiyetiyle orantısız bir şekilde yasak savma tutumu-‘ben eleştirdim, bence yanlış..vs’-  içerisinde olmasıdır.

-Bu tür toplumsal uzlaşma çağrılarına iktidarın-14 yıllık tarihinde sıklıkla yaşadığımız despotik uygulamaların- katmerleşmiş olanlarının eşlik ettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. OHAL ilanı, ilan edilme gerekçesiyle bağdaşmayan ülkenin geleceğini ipotek altına alan kararnameler, onbinlerce insanın bir cadı avı başlatıldığı görünümü veren bir şekilde gözaltına alınması, tutuklanması, işlerinden atılmaları… Bahaneyle bir bütün olarak bütün muhalefeti tasfiye amacı taşıdığı inkar edilemeyecek uygulamalar; gazeteci, yazar, öğretim üyesi tutuklamaları, gazete kapatmalar, kayyum atamaları, dizginsiz özelleştirme girişimleri..vb. İşkencelerin ve gözaltında kayıpların sıklaşması…

-Son derece yakıcı bir istek olan ülke içi BARIŞ talebi iktidarın ilgi alanında değildir. İç savaş ihtimalini ortadan kaldıracak barışçıl girişimler yerine savaşçı politikalarda ısrar edilmektedir. Para militer güçler inşa edildiği gözlemlenmekte ve toplumsal gerilimi düşürücü çabalar yerine sokağa hakim olma mobilizasyonu ön plana çıkmaktadır. Ha keza bölgesel barış çabaları da iddiaların aksine fiiliyata henüz yansımış değildir.

-İktidar medyası hedef gösterici, provakatif ve dezinformasyon amaçlı yayın çizgisini ısrarla sürdürmektedir.

Ana çizgileriyle özetlediğimiz bu süreç muktedirin ‘toplumsal uzlaşma ve milli mutabakat’ çağrılarının samimiyeti konusunda derin şüpheler uyandırmaktadır, şüphesiz.  Anlaşılan demokratlar, sosyalistler bütün ezilenler kendi göbeğini kendisi kesecek.. İhtiyaç, en geniş demokratik cephe. Barış, özgürlük ve eşitlik taleplerini temel alan bir program temelinde, laik ve halkların kardeşliğine dayanan bir demokratik Türkiye’ye doğru. Barışçıl ve toplumun bütününe seslenen bir üslupla…

13 Ağustos 2016 Cumartesi

15 TEMMUZ SONRASI-BİR KEZ DAHA!


Bir gerçeği tespit etmek gerek. Muktedirin değişen koşullara uyum sağlama yeteneği olağanüstü. Kısa bir dönem içerisinde AB perverlikten AB düşmanlığına; Fetullah örgütü düşkünlüğünden, Fetullah  düşmanlığına; askeri vesayet karşıtlığından, mitinglerde Genel Kurmay Başkanı konuşturmaya; Rusya düşmanlığından ve Rusya’nın Suriye’deki rolünü kınamaktan, Rusya dostluğuna ve Suriye’de çözümün  Rusya olmadan gerçekleşmeyeceği görüşüne; İsrail’in ‘katil devlet’ olduğu iddiasından, aynı ülkeyle ilişkileri geliştirmek aşamasına; dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı duruştan, dokunulmazlıkların kaldırılması aşamasına; ‘çözüm’ süreçlerinden savaş süreçlerine bir çırpıda sıçranıveriyor… Belli başlılarını dile getirdiğimiz bu listeye şüphesiz  bir dizi başka örnek de eklenebilir…

14 yıllık iktidar sürecine damgasını vuran bu sert kırılmalar, 180 derece dönüşler; bir başka deyişle düşmanlıktan-dostluğa, karşıtlıktan-taraftarlığa geçişler tutarlı bir zemin teşkil eden ideolojik-politik referanslara da dayanmıyor… Ha keza siyaset bilimcilerinin sıkça vurguladığı ‘esnek politika’ zorunluluğunun gereklerine de!.. Tamamen muktedirin kendi iktidarının devamını ve bekasını garanti altına almaya yönelik sıçramalar… Bu sıçramalarda zaman zaman ‘o gün için öyle görünmek zorunluluğu(!)’, yani takiyye motivasyon kaynağı oluyor. Diğer yanda ‘paçanın fena halde sıkışması’…

Bu ‘yeteneğin’ iki yönü var kuşkusuz. Bir yanıyla ‘fosluğa’,  ülke içi ya da uluslar arası politikanın gerçeklerinden uzaklığa , politikalarının ve programlarının içinin boşluğuna… Ve hatta bütün bu hamaset dolgusuyla işlenen politikaları yerine getirmek için gerekli güçlere, kadrolara sahip olmamasına. Yani ‘el yardımına’ muhtaçlığa… Bu yanı muktedirin zaafına işaret ediyor.  

Diğer yanıyla 14 yıldır ciddi ‘badirelerle’ karşılaşan iktidarın, değişen koşullara, hiçbir ilkesel kaygı taşımadan, geçmiş müktesebatına uygunluğu tasasını zerre miskal taşımadan uyum sağlayarak, bu badirelerden sıyrılabilme yeteneğine işaret ediyor. Bu açıdan politik psikoloji anlamında ‘kişilik bölünmesiyle’, ‘çok kişiliklilikle’ malül iktidar, bu özelliğini ‘kuvvete’, krizleri  fırsata çevirmeyi becerebiliyor… Ve ilginç olan şu ki, sıçradığı yeni platformda bir zamanlar düşman olduklarıyla müttefik olmayı; liberallerden koparken ulusalcıları yedeklemeyi beceriyor…  Ya da bir kısım muhalefet odaklarını paralize etmeyi…

DARBE SONRASI!
İktidar egemenleri 14 yıllık iktidarlarının en büyük ‘kriziyle’ 15 temmuz 2016’da karşılaştı… Bir zamanların ‘kanka’sı, bütün operasyonlarda birlikte hareket ettikleri ortakları TSK içindeki güçlerini harekete geçirerek kanlı-faşist bir darbe girişiminde bulundu.

Bugünden geriye baktığımızda ‘çekirge’ ateş çemberinden yine kurtulmuş görünüyor, üstelik döneme özgü yeni avantajlarla birlikte… Günün geçerli sloganı ‘darbelere karşı büyük milli uzlaşma’… Etkili olmuşa benziyor… ‘Darbelere karşı mısın-değil misin, milli uzlaşma sağlanıyor’ psikolojik terörü, daha 14 Temmuzda muhalif olan kimi güçleri hayırhah bir tutuma sürüklerken ve paralize ederken, İktidar daha öncesinden yedeklediği MHP’nin yanına en büyük muhalif parti CHP’nin yönetimini de eklemlemeye çalışıyor. Bu yolda CHP’de-şimdilik  olmasını umuyorum- ökseye yakalanmış görünüyor… Üstelik OHAL kararnameleriyle, onbinlerce gözaltı ve tutuklamalarla, hapishanelerin dolup taştığı, Fetöcü yakalama kampanyası adı altında fırsat bu fırsat bütün muhaliflerin içeri tıkılmaya çalışıldığı, tarihin en büyük asker-sivil bürokrat ve akademisyen tasfiyesinin yaşandığı koşullarda… Üstelik para-militer sokak güçlerinin örgütlenmesinin provalarının yapıldığı-tamamlandığı- koşullarda… Medyada da  kırıntı halinde kalmış muhaliflerin yerlerine yeni yandaşlar eklenerek tam tekel sağlanmış görünüyor. HDP’nin şahsında ‘elbirliği ile’ 6 milyonun dışlandığı ve linç çağrılarının yankılandığı koşullarda yeni bir ‘rejim’ inşa ediliyor… Devlet yeniden yapılandırılıyor… İktidar güçlerini konsolide ediyor, muhalif aydınlar yeniden saflaşıyor…

Bu böyle ne kadar daha devam edebilir? Çekirge daha kaç kere sıçrayabilir? Krizi fırsata çevirme, yeni durumlara hemen uyum sağlama yeteneği daha ne kadar sürebilir? Belirsiz…

Üstelik batının hegomonlarının müttefiklerine nerede patlayacağı belli olmayan bir el bombası olarak baktığı, artık ‘sabrın’ sınırlarına gelindiğinin gözlemlenebildiği koşullarda; bütün manevralara rağmen Rusya ile ilişkilerin düzelmesinin zamana ve ciddi tavizlere bağlı olduğu koşullarda… Ortadoğu’da düşülen bataklıktan çıkmak için çırpınıldığı koşullarda…

Ülkenin ‘öngörülebilir ülke’ olmaktan çıkarak dış yatırımların çekilmeye başladığı, turizm gelirlerinin neredeyse sıfırlandığı koşullarda yakın ve orta vadeli gelecek belirsizliğini koruyor.

Sonuç olarak, iktidarın hacıyatmaz gibi her şart altında dört ayağı üzerine düştüğü ve otokrat iktidarını koruyabildiği zeminin, kelimenin gerçek anlamında en geniş demokrasi cephesinin kurulamadığı koşullarda gerçekleştiğini de unutmamak gerekiyor.  Hastalığın ilacı burada…

1 Ağustos 2016 Pazartesi

‘HDP HARİÇ SÜRECİ’



“Liderler Saraya davet edildi…
HDP hariç”
“Birlik ve beraberliği tahkim amacıyla hakaret davaları geri çekildi…
HDP hariç”
“Liderler Yenikapı mitingine davet edildi…
HDP hariç”

Gazeteler

Egemenin neden ‘davet etmediği’ pek anlaşılır. Hayır, hayır kastım HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarı yüzünden  başkanlık hayallerinin suya düşmüş olması değil… Ya da sürekli kulağının dibinde ‘demokratik değerlere’ ve ‘Kürt sorununa’ vurgu yapan HDP’nin varlığı da değil tek başına  onu rahatsız eden… Bu rakibi eğip bükememesi, ne yaparsa yapsın ‘hizaya sokamaması’, bir türlü etkisizleştirememesi, gündemden düşürememesi de değil… Davet edilmeme nedeninin bütün bu saydıklarımın yanında son derece ‘insani’ bir boyutunun da olduğu kanaatindeyim. Çok basit ve anlaşılır aslında, dizginlenemeyen kişisel öfke…  Egemenin bu tür öfke patlamalarına bir çok kere şahit olmadık mı? Bu öylesine bir öfke ki hani ‘sureti haktan görünme’, ‘zevahiri kurtarma’ ihtiyacı bile duymuyor… Siyaseten bile… Takdire şayan!

Bakınız ‘hırsızlık, yolsuzluk, vatan hainliği’ propagandalarını siyasi manifestosu yapmış MHP nasıl da uysal bir koyun gibi hizaya girdi. Nasıl da yedeklendi… Kongresini engelleyebilmek için bile AKP hükümetinin desteğine ihtiyaç duyuyor. Meclis MHP’si AKP’nin ‘elde bir’ oy potansiyeli haline geldi…

Anlı şanlı ordu ve bir zamanların mangalda mangalda kül bırakmayan ulusalcı solu egemenin ağzına bakıyor, epeydir. Egemende anti-emperyalizm keşfettiler…

CHP yönetimi de-CHP değil- neredeyse kapana girmek üzere, maalesef ! Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda alınan ve ‘anayasaya aykırı ama…’ diye başlayan siyaset parodosiyle de başlamadı süreç.  Mustafa Sarıgül’ün İstanbul adaylığından, Ekmeleddin İhsanoğlu mutabakatından geçerek bugünlere geldik. 45 gün süren avara kasnak ‘istikşafi’ görüşmelerde figüran olma basiretsizliği de ayrıca siyaset tarihine kaydoldu… Ha keza il, ilçe ve mahalleler yerle yeksan edilirken en ufak bir demokratik tepki belirtisi gösterememe aymazlığı da unutulmadı… ‘Efendim ben sarayda sordum, neden HDP davet edilmedi, edilmeliydi, dedim’…  Eee! Bitti mi, görev tamam mı? ‘Böylece ne kadar demokrat olduğumuzu da göstermiş olduk, olmadı mı?’ Yersen! Aslında E. Kürkçü veciz bir şekilde ifade etti, Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin açmazını; ‘yeni bir rejim inşa ediliyor ve CHP yönetimine de bu rejimin icazeti solu olma görevi teklif ediliyor’.  CHP’den kuvvetli bir tepki yükselmezse CHP yönetimi bu teklifin üstüne atlayacak gibi görünüyor… Aslında CHP gibi damarlarında devletin kanı dolaşan bir partinin ‘HDP hariç sürecinin’-eğer genel kabul görüp kronikleşirse- devletin bekası açısından nasıl bir tehlike oluşturduğunu gör(e)memesi de ayrıca kayda değer…

İtinayla  tırmandırılan ‘HDP hariç sürecinin’,  üzerinde siyaset yapılan zemin açısından ne kadar büyük tehlikelere gebe olduğunun HDP dışındaki sosyalist oluşumlarda da gereken uyarıcı etkiyi yaratmadığı görülüyor. Bu umursamazlıkla malul tutumun demokrasi mücadelesinde CHP’yi kerteriz almaktan kaynaklandığı açık. En azından bir kısım sosyalist oluşumlar bakımından. CHP ile aradaki mesafenin daralmasının başka bir deyimle HDP ile mesafeyi netleştirme arzusunun sosyalist mücadeleye olsa olsa zararı olur… ‘Efendim egemenin daveti de önemli mi, gidecek miydi ki’ sorusu da son derece yanlış. Sorun gidip gitmemenin ötesinde ‘HDP hariç sürecinin’ nelere yolaçabileceğini görmek meselesi

S. Demirtaş HDP’nin önemini şöyle vurguluyor:
“…Tümüyle Türkleşmiş bir Kürt partisinden asla korkmazlar, tümüyle Kürdistan’a hapsolmuş bir bölge partisinden de asla korkmazlar. Korktukları şey , bu dengeyi sağlayabilen partidir. HDP 7 Haziranda bu dengeyi sağlayabildiği için zaten rejim kendisini tehlikede hissedip  Sarayın etrafında milli blok oluşturdu.”  Express 144. Sayı.

‘HDP hariç süreci’ bu dengeyi bozmayı hedefliyor. Egemenler bu dengenin bozulmasının bu ‘güzel ve yalnız ülkenin’ dengelerini de bozacağının ne kadar farkındadır, bilinmez.

Biz sosyalistlerin farkında olmama ve tepkisiz kalma lüksümüz yok!

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...