‘Bizim toplum balık hafızalıdır’ klişesini hepimiz biliriz. Toplumsal
hafızamızın da bireysel hafızamız gibi seçici olduğu yadsınamaz. Toplumlar da
büyük acılar ve felaketleri, travmatik olayları ‘unutmaya’ eğilimlidir. Yaralarını böylece
sarar ve yaşamaya ancak böyle devam edebilir.
Ancak bu ‘unutma’ faaliyetine, çoğu zaman, bu tür büyük acı ve
felaketlerin birinci dereceden sorumlularının-çoğu zaman devletler-
manipülasyonlarının eşlik ettiğini de biliyoruz. Örneğin 6/7 Eylül İstanbul
azınlıklarını tasfiye kalkışması bizzat zamanın devlet güçleri tarafından
organize edilmiştir. Bu gerçeği 30 yıl sonra öğrenebildik. Ha keza ’38 Dersim
katliamı arkasındaki gerçekleri hafızamızın derinliklerinden-kimilerimiz hariç
tabii ki- 65 yıl sonra açığa çıkarabildik… Egemen siyaset odaklarının bu tür ‘unutturma’
manipülasyonları her durumda büyük felaketler ve acılar sonrasını beklemez.
Egemen siyaset odağı açısından bu manipülasyonların, iktidarını tehlike
altında hissettiği, bu nedenle 180 derecelik siyaset değişiklikleri ihtiyacı
içinde, yakın geçmişi unutturma, artık ‘değiştiği’ imajını yaratarak yeni
müttefikler edinmek ve böylece iktidarını tahkim etmek için kullanışlı olduğu
açıktır. Bu anlamda o kritik ana kadar son derece tekelci ve zorba iktidar,
birdenbire son derece esnek, hoşgörülü ve birleştirici olduğu gibi bir algı
yaratma çabasına girişir ve bu yolda adımlar atmaya başlar. O zorba ve tekelci
iktidar ne kadar uzun bir geçmişe sahipse, başka bir deyimle bu iktidarın
olumsuz izleri toplum içinde ne kadar derin izler bırakmışsa; sanılanın aksine toplum, hemen yerini geçmişi unutma ve bir çeşit umuda bağlanmaya hazırdır. Muktedir
her zaman geleceğe yönelik bu toplumsal iyimserliği istismar eder. Ta ki
iktidarını yeniden tahkim ettiği ve tırnaklarını yeniden çıkarmaya hazır olduğu
ana kadar…
Peki geçmişin zorba iktidarı da değişemez mi? Kritik zorluklarla ve son
derece travmatik tehlikelerle karşılaşan iktidar o ana kadar izlediği çizgiden başka
bir ‘yol’ tutturamaz mı? Bu soruya prensip olarak olumsuz yanıt vermek mümkün
değil, şüphesiz. Nitekim siyasi tarih, bırakınız değişmeyi, kenara çekilebilme
esnekliği gösterebilmiş iktidarlara da tanıklık etti.
Bu uzun girişten sonra meramımızı somut olarak tartışmak zorundayız. 15
Temmuzda muhatap olduğu darbe
girişiminden sonra Saray iktidarının daha uzlaşmacı ve ‘milli birlikçi’ tutumu hangi
türden bir siyasi girişime işaret ediyor? Daha açık ifadeyle muktedir, artık iktidar
etmede yaşadığı ciddi zorlukları tek başına aşamayacağı bilincine ulaşmıştır ve
muhalif toplum kesimlerinin ve siyasetin desteğine samimi olarak ihtiyaç
duymaktadır. Ya da iktidar kendisi için ciddi
tehlikelerle dolu olan dönemi bir tür takiyye yaparak ve uzlaşmacı görünerek
aşmaya çalışmaktadır; 14 yıllık tekçi, despotik iktidar alışkanlığının
değiştiğini gösteren bir işaret yoktur. Her
kritik soru da olduğu gibi cevap için yaşanan pratiği analiz etmek elzem.
-Muktedirin ‘toplumsal uzlaşma, milli mutabakat, birlik ve beraberlik’
çağrıları kesinlikle ve tartışmasız olarak belki de ülkenin yaşadığı bütün
sorunların kaynağı olan Kürt sorununun siyasi temsilcilerini kapsamamaktadır.
HDP’nin dışlanması bir siyasi partinin ya da bir takım siyasilerin dışlanmak
istenmesinin ve hatta 6 milyonluk bir seçmen kitlesine işaret eden bir temsiliyetin yok sayılmak
istenmesinin ötesinde bir anlama ve içeriğe sahiptir. Bu tercih ‘nasıl bir
Türkiye’ tasavvuruna sahip olduğunuzla ilgilidir. Ve bütün uyarılara rağmen ısrarla
sürdürülen tecrit politikası-görüşmelere çağırmama, mitinge davet etmeme,
anayasa komisyonuna almama, daha da ötesinde itibarsızlaştırma kampanyası- ülkenin
korkunç tehlikelerle dolu bir bölünme sürecine girmesinin muktedir tarafından göze
alındığının göstergesidir. Bu tehlikeli gelişmeyi daha da tehlikeli kılan bir
başka gösterge de ana muhalefet partisinin meselenin ciddiyetiyle orantısız bir
şekilde yasak savma tutumu-‘ben eleştirdim, bence yanlış..vs’- içerisinde olmasıdır.
-Bu tür toplumsal uzlaşma çağrılarına iktidarın-14 yıllık tarihinde
sıklıkla yaşadığımız despotik uygulamaların- katmerleşmiş olanlarının eşlik
ettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. OHAL ilanı, ilan edilme gerekçesiyle
bağdaşmayan ülkenin geleceğini ipotek altına alan kararnameler, onbinlerce
insanın bir cadı avı başlatıldığı görünümü veren bir şekilde gözaltına
alınması, tutuklanması, işlerinden atılmaları… Bahaneyle bir bütün olarak bütün
muhalefeti tasfiye amacı taşıdığı inkar edilemeyecek uygulamalar; gazeteci,
yazar, öğretim üyesi tutuklamaları, gazete kapatmalar, kayyum atamaları,
dizginsiz özelleştirme girişimleri..vb. İşkencelerin ve gözaltında kayıpların
sıklaşması…
-Son derece yakıcı bir istek olan ülke içi BARIŞ talebi iktidarın ilgi
alanında değildir. İç savaş ihtimalini ortadan kaldıracak barışçıl girişimler
yerine savaşçı politikalarda ısrar edilmektedir. Para militer güçler inşa
edildiği gözlemlenmekte ve toplumsal gerilimi düşürücü çabalar yerine sokağa
hakim olma mobilizasyonu ön plana çıkmaktadır. Ha keza bölgesel barış çabaları
da iddiaların aksine fiiliyata henüz yansımış değildir.
-İktidar medyası hedef gösterici, provakatif ve dezinformasyon amaçlı
yayın çizgisini ısrarla sürdürmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder