Referandum sonuçları ve referandum ertesi gelişmeler, iktidar muhalifi demokratik- siyasi aktörlerin şapkayı önlerine koyarak yeniden düşünmelerini ve ortaya çıkan durumu analiz ederek yeni çıkış yolları aramalarını zorunlu kılıyor. Böylesi zorlu koşulların ‘gerçeği bütün ayrıntılarıyla’ ortaya koymak ve gerçeklikten korkmama/kopmama zorunluluğu doğurduğu açıktır. Hem iktidar sahipleri ve onları öyle ya da böyle 15 yıldır iktidarda tutan etkenler, hem de muhalif demokratik-siyasi güçleri belirleyen koşullar açısından. ‘Aslında biz kazandık’ şeklinde özetlenebilecek ve mezarlıktan geçerken ıslık çalma şeklindeki subjektif algılara kapılmadan. Bize lazım olan sadece ve sadece gerçeklerdir. Artık bir an önce bir nefes alma ihtiyacı içinde olan, yaşam alanlarımızın oksijenini hızla emen diktatoryal inşa sürecinin sekteye uğratılmasını bekleyen, umut eden milyonların varlığını bilerek söylüyorum; orta da sihirli bir değnek yoktur. Mucize beklenmemelidir. Demokrasi mücadelesinin başarı kazanması daha uzun ve meşakkatli bir süreci zorunlu kılmaktadır.
İKTİDAR ALANI
Saray/AKP iktidarı 15. yılında bile hiçbir cumhuriyet
hükümetine nasip olmayan bir seçmen desteğine sahip. Ne tek parti döneminin CHP’si, ne DP, ne AP,
ne Ecevit CHP’si bu kadar uzun süreli ve ülke nüfusunun yarısını kapsayan bir
kitle desteğine mazhar olabildiler. Bu durum, oldukça uzun bir parlamenter
siyaset geleneğine sahip ülkemiz için ilk defa rastlanan özgün bir durumdur. %34’le,
2002 yılında çıkılan iktidar yolculuğu, %40’ın altına hiç düşmeyen ve gelinen
noktada hala %50’ler civarında seyreden bir seçmen desteğine sahiptir. Bu
gerçeklik-büyük bir kitle desteği- ne uluslar arası siyasi aktörler, ne de ülke
içi-özellikle- siyasi aktörler tarafından
ihmal edilebilir. İktidar muhalifi-siyaset yelpazesinin hangi kanadından
olursa olsun- iddia sahibi her oluşum öncelikle bu gerçeği sindirmek
zorundadır.
İster sonuçları etkileyecek ölçüde olan ‘hayır’ oylarının
YSK tarafından çalındığını ya da tersini düşünelim; öyle ya da böyle saray iktidarı yine
kazanmıştır ve özgüven tazeleyerek tahripkar yolculuğuna devam etmektedir.
Başka bir deyişle otokrasiye yönelik muhalefet çok önemli olan ve kapının
eşiğine kadar gelen psikolojik üstünlüğü ele geçirme fırsatını kaçırmıştır.
‘Psikolojik üstünlük’ özellikle kullandığım bir tanımlama. Demek istiyorum ki,
‘hayır’ oyları kazanmış olsaydı bile iktidar değişmeyecekti. Ancak ‘hayır’
kazansaydı iktidar ciddi bir yara alacak ve ‘hayır’ daha sonraki bir çok
pozitif gelişmeyi tetikleyecek bir rol oynayacaktı. Bu fırsat şimdilik
kaçmıştır. İktidar, islamı bir tür zihinleri iğdiş edici ideolojik enstrüman
olarak kullanarak yeni bir rejim ve devlet inşası faaliyetlerine devam
etmektedir. Yukarıda tasvir ettiğimiz durumu mercek altına alıp iktidarı, onun
zihniyet dünyasını, yöntemlerini ve sahip olduğu kitlesel desteğin unsurlarını daha
ayrıntılı analiz etmek gerekiyor.
Öncelikle kitlesel desteğin toplumsal dikey bir yarılmadan
beslendiği gerçeğini altını çizerek bir yere kaydetmek gerekiyor. Şüphesiz her
otokratik iktidar böyle bir yarılmadan beslenir. Bu anlamda yaşadığımız olgu
atipik değildir. Atipik olan olsa olsa, bu dikey yarılmayı yeniden yeniden
üretebilme ve bu kadar zamandır sürdürebilme kapasitesine sahip bir iktidar yapısıyla
karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Bu dikey yarılma iktidara toplumun
yarısının desteğini alarak hegemonyasını sürdürme imkanı sağlamaktadır. İktidar
sahipleri bu dikey yarılmayı koruyarak, konsolide etmeyi başararak yeni rejim
inşası yolculuğuna devam etmektedir. Üstelik bu destek toplumun görece yoksul
ve kırsal bölgelerinde daha da artmaktadır. Önemli ve pozitif bir gelişme
olarak ‘hayır’ oylarının kazandığı büyük kentlerin görece yoksul varoşlarında da ‘iktidara onay
tercihi’ hakimdir.
İkinci olarak; iktidarın köklü bir reel politiker zihniyet
dünyasına sahip olduğu ve bu anlamda sahip olduğu tek prensibin ‘ne pahasına
olursa olsun ve hangi araçlarla olursa olsun iktidarda kalmak’ olduğu
söylenebilir. Müthiş bir kıvraklıkla ve kısa süreler içerisinde 180 derecelik
politika değişikliklerine gidebilmekte, her fiyaskoyu başka alanlara
yönelerek ve ideolojik müktesabatını
kullanarak az zararla atlatmayı becerebilmekte, bozulan ittifakları yenileriyle
ikame edebilmektedir. Bu reel politiker kıvraklığın ‘yumuşak geçiş’ çözümlerine
imkan vermeyen bir temeli olduğunu da görmek gerekiyor. 15 yıllık iktidar
uygulamaları iktidar sahipleri açısından manevra alanlarını ve yumuşak geçiş
imkanlarını tüketmiş, onlar için iktidardan düşmenin bedellerini ziyadesiyle
tahammül edilemez hale getirmiştir.
Üçüncü olarak; iktidar kendisini hiçbir ahlaki, siyasi,
hukuki ve hatta kanuni bir normla bağlı görmemektedir. İktidarda kalmak uğruna
ülkenin üçüncü siyasi partisinin eş başkanları da dahil 10 milletvekilini,
yüzlerce aktivistini hapse atmakta, 100’e yakın belediyeye ve büyük işletmelere
kayyım atamakta, yüzlerce ulusal yerel medya organını, stk’yı mühürlemekte bir
beis görmemektedir. Kuşkusuz en etkili muhalif gazetenin yöneticilerini, köşe
yazarlarını ve 150 gazeteciyi hapse atma pervasızlığını da özellikle vurgulamak
gerekiyor. Devlet asker, sivil ve emniyet bürokrasisiyle eşi görülmedik bir
tasfiye sonucu sil baştan yeniden inşa edilmektedir. Ha keza ülke yargısı,
eğitim kurumları ve tabii ki akademi dünyası… Ayrıca basına yansıdığı kadarıyla
ve çeşitli(!) durumlarda kullanılması ihtiyacına paralel olarak yarı legal
sokak güçleri örgütlenmektedir.
Polis-askeri özel harekat ve kolluk güçleri kendilerini hukuk ve hatta kanunlarla bağlı görmemektedir. Kendilerine bir çok örnekte olduğu gibi bu cürümlerin
sonuçlarından zarar görmeyecekleri güvencesi verilmektedir.
Dördüncü olarak; emperyal güç odaklarının yeniden
saflaşmalarının ve uluslar arası güç çatışmalarının yeni bir boyut kazanmasının da iktidar
sahiplerine çeşitli manevra imkanları tanıdığını söyleyebiliriz. Rusya Suriye
müdahalesiyle, duvarın yıkılmasından sonraki etkisiz eleman durumundan
kurtulmuş ve hegemonya çatışmaları ortamına bütün haşmetiyle yeniden dahil
olmuştur. Ha keza Çin, Pasifiğe odaklanan çatışmanın en önemli unsurlarından
biri olarak Asya’dan Afrika’ya askeri gücünü de büyüterek yayılmaktadır. ABD
Trump’la hegemonya mücadelesinde Obama iktidarına kıyasla daha aktif ve sert
bir tavır izlemeye hazır görünmektedir. AB kendi iç sorunlarıyla boğuşmakta,
birleşik, müdahil bir güç olarak kalabileceği konusunda tereddütler
yaşamaktadır. Bu kaotik ve hareketli ortam, en sıcak çatışmaların hüküm sürdüğü
bölgenin hemen dibinde bulunan ülkemizin iktidarına da çeşitli hegemon güçler
arasında salınan, birini diğerine karşı kullanabildiği bir politik esneklik(!)
imkanı tanımaktadır.
Son olarak; iktidarın uluslar arası arenada demokratik
kaygıların epeyi azaldığı, hemen irili ufaklı bir çok ülkede demokrasi
dalgasının hızla geri çekildiği bir ortamda icrayı sanat eylediği gerçeğini de belirtmek
gerekiyor. . .
MUHALEFET ALANI
Bu konuyu değerlendirmeyi ikinci bir yazıya bırakmakla
birlikte, bu alana ilişkin birkaç soru ortaya atarak bu yazıyı noktalamak
istiyorum.
-%48.5’luk ‘hayır’ potansiyelini bir ‘cephe’ olarak
değerlendirmek mümkün müdür? Başka bir ifade ile bu potansiyeli asgari bir
demokratik program-kaçınılamaz bir şekilde Kürt sorunu da dahil olmak üzere-
etrafında birleştirmek mümkün müdür?
-Alttan gelen kitlesel hak arayış mücadeleleri ve sosyal
uyanış olmadan demokratik süreçlerin sıçrama yapması ne ölçüde mümkün olabilir?
-‘Hayır’ birikiminin olmazsa olmaz ve en büyük bileşeni olan
CHP’nin zorlu demokratik mücadelenin kendi payına düşen kısmını omuzlayabilmesi
ne ölçüde mümkündür? Eğer değilse CHP’nin demokratik süreçleri sekteye uğratan
tutumları nasıl ve hangi güçlerle aşılabilecektir?
-İktidarın bütün cephelere güç yığma ve bütün
cephelerde topyekün demokratik süreçleri daha başından tahrip etme girişimleri hangi güçler ve
taktik süreçlerle engellenebilir?-HDP başta olmak üzere radikal demokrasi güçlerinin ya da sosyalist oluşumların bu zorlu mücadelelerin yükünü omuzlayacak potansiyeli var mıdır?
...vs.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder