8 Mayıs 2017 Pazartesi

MUCİZELER Mİ, GERÇEKLER Mİ? (1)


Referandum sonuçları ve referandum ertesi gelişmeler, iktidar muhalifi demokratik- siyasi aktörlerin şapkayı önlerine koyarak yeniden düşünmelerini ve ortaya çıkan durumu analiz ederek yeni çıkış yolları aramalarını zorunlu kılıyor. Böylesi zorlu koşulların ‘gerçeği bütün ayrıntılarıyla’ ortaya koymak ve gerçeklikten korkmama/kopmama zorunluluğu doğurduğu açıktır. Hem iktidar sahipleri ve onları öyle ya da böyle 15 yıldır iktidarda tutan etkenler, hem de muhalif demokratik-siyasi güçleri belirleyen koşullar açısından. ‘Aslında biz kazandık’ şeklinde özetlenebilecek ve mezarlıktan geçerken ıslık çalma şeklindeki subjektif algılara kapılmadan. Bize lazım olan sadece ve sadece gerçeklerdir.  Artık bir an önce bir nefes alma ihtiyacı içinde olan, yaşam alanlarımızın oksijenini hızla emen  diktatoryal inşa sürecinin sekteye uğratılmasını bekleyen, umut eden milyonların varlığını bilerek söylüyorum; orta da sihirli bir değnek yoktur. Mucize beklenmemelidir. Demokrasi mücadelesinin başarı kazanması daha uzun ve meşakkatli bir süreci zorunlu kılmaktadır.

İKTİDAR ALANI
Saray/AKP iktidarı 15. yılında bile hiçbir cumhuriyet hükümetine nasip olmayan bir seçmen desteğine sahip.  Ne tek parti döneminin CHP’si, ne DP, ne AP, ne Ecevit CHP’si bu kadar uzun süreli ve ülke nüfusunun yarısını kapsayan bir kitle desteğine mazhar olabildiler. Bu durum, oldukça uzun bir parlamenter siyaset geleneğine sahip ülkemiz için ilk defa rastlanan özgün bir durumdur. %34’le, 2002 yılında çıkılan iktidar yolculuğu, %40’ın altına hiç düşmeyen ve gelinen noktada hala %50’ler civarında seyreden bir seçmen desteğine sahiptir. Bu gerçeklik-büyük bir kitle desteği- ne uluslar arası siyasi aktörler, ne de ülke içi-özellikle- siyasi aktörler tarafından  ihmal edilebilir. İktidar muhalifi-siyaset yelpazesinin hangi kanadından olursa olsun- iddia sahibi her oluşum öncelikle bu gerçeği sindirmek zorundadır.
İster sonuçları etkileyecek ölçüde olan ‘hayır’ oylarının YSK tarafından çalındığını ya da tersini düşünelim;  öyle ya da böyle saray iktidarı yine kazanmıştır ve özgüven tazeleyerek tahripkar yolculuğuna devam etmektedir. Başka bir deyişle otokrasiye yönelik muhalefet çok önemli olan ve kapının eşiğine kadar gelen psikolojik üstünlüğü ele geçirme fırsatını kaçırmıştır. ‘Psikolojik üstünlük’ özellikle kullandığım bir tanımlama. Demek istiyorum ki, ‘hayır’ oyları kazanmış olsaydı bile iktidar değişmeyecekti. Ancak ‘hayır’ kazansaydı iktidar ciddi bir yara alacak ve ‘hayır’ daha sonraki bir çok pozitif gelişmeyi tetikleyecek bir rol oynayacaktı. Bu fırsat şimdilik kaçmıştır. İktidar, islamı bir tür zihinleri iğdiş edici ideolojik enstrüman olarak kullanarak yeni bir rejim ve devlet inşası faaliyetlerine devam etmektedir. Yukarıda tasvir ettiğimiz durumu mercek altına alıp iktidarı, onun zihniyet dünyasını, yöntemlerini ve sahip olduğu kitlesel desteğin unsurlarını daha ayrıntılı analiz etmek  gerekiyor.
Öncelikle kitlesel desteğin toplumsal dikey bir yarılmadan beslendiği gerçeğini altını çizerek bir yere kaydetmek gerekiyor. Şüphesiz her otokratik iktidar böyle bir yarılmadan beslenir. Bu anlamda yaşadığımız olgu atipik değildir. Atipik olan olsa olsa, bu dikey yarılmayı yeniden yeniden üretebilme ve bu kadar zamandır sürdürebilme kapasitesine sahip bir iktidar yapısıyla karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Bu dikey yarılma iktidara toplumun yarısının desteğini alarak hegemonyasını sürdürme imkanı sağlamaktadır. İktidar sahipleri bu dikey yarılmayı koruyarak, konsolide etmeyi başararak yeni rejim inşası yolculuğuna devam etmektedir. Üstelik bu destek toplumun görece yoksul ve kırsal bölgelerinde daha da artmaktadır. Önemli ve pozitif bir gelişme olarak ‘hayır’ oylarının kazandığı büyük kentlerin  görece yoksul varoşlarında da ‘iktidara onay tercihi’ hakimdir.
İkinci olarak; iktidarın köklü bir reel politiker zihniyet dünyasına sahip olduğu ve bu anlamda sahip olduğu tek prensibin ‘ne pahasına olursa olsun ve hangi araçlarla olursa olsun iktidarda kalmak’ olduğu söylenebilir. Müthiş bir kıvraklıkla ve kısa süreler içerisinde 180 derecelik politika değişikliklerine gidebilmekte, her fiyaskoyu başka alanlara yönelerek  ve ideolojik müktesabatını kullanarak az zararla atlatmayı becerebilmekte, bozulan ittifakları yenileriyle ikame edebilmektedir. Bu reel politiker kıvraklığın ‘yumuşak geçiş’ çözümlerine imkan vermeyen bir temeli olduğunu da görmek gerekiyor. 15 yıllık iktidar uygulamaları iktidar sahipleri açısından manevra alanlarını ve yumuşak geçiş imkanlarını tüketmiş, onlar için iktidardan düşmenin bedellerini ziyadesiyle tahammül edilemez hale getirmiştir.
Üçüncü olarak; iktidar kendisini hiçbir ahlaki, siyasi, hukuki ve hatta kanuni bir normla bağlı görmemektedir. İktidarda kalmak uğruna ülkenin üçüncü siyasi partisinin eş başkanları da dahil 10 milletvekilini, yüzlerce aktivistini hapse atmakta, 100’e yakın belediyeye ve büyük işletmelere kayyım atamakta, yüzlerce ulusal yerel medya organını, stk’yı mühürlemekte bir beis görmemektedir. Kuşkusuz en etkili muhalif gazetenin yöneticilerini, köşe yazarlarını ve 150 gazeteciyi hapse atma pervasızlığını da özellikle vurgulamak gerekiyor. Devlet asker, sivil ve emniyet bürokrasisiyle eşi görülmedik bir tasfiye sonucu sil baştan yeniden inşa edilmektedir. Ha keza ülke yargısı, eğitim kurumları ve tabii ki akademi dünyası… Ayrıca basına yansıdığı kadarıyla ve çeşitli(!) durumlarda kullanılması ihtiyacına paralel olarak yarı legal sokak güçleri örgütlenmektedir.
Polis-askeri özel harekat ve kolluk güçleri kendilerini hukuk ve hatta kanunlarla bağlı görmemektedir. Kendilerine bir çok örnekte olduğu gibi bu cürümlerin sonuçlarından zarar görmeyecekleri güvencesi verilmektedir.
Dördüncü olarak; emperyal güç odaklarının yeniden saflaşmalarının ve uluslar arası güç çatışmalarının  yeni bir boyut kazanmasının da iktidar sahiplerine çeşitli manevra imkanları tanıdığını söyleyebiliriz. Rusya Suriye müdahalesiyle, duvarın yıkılmasından sonraki etkisiz eleman durumundan kurtulmuş ve hegemonya çatışmaları ortamına bütün haşmetiyle yeniden dahil olmuştur. Ha keza Çin, Pasifiğe odaklanan çatışmanın en önemli unsurlarından biri olarak Asya’dan Afrika’ya askeri gücünü de büyüterek yayılmaktadır. ABD Trump’la hegemonya mücadelesinde Obama iktidarına kıyasla daha aktif ve sert bir tavır izlemeye hazır görünmektedir. AB kendi iç sorunlarıyla boğuşmakta, birleşik, müdahil bir güç olarak kalabileceği konusunda tereddütler yaşamaktadır. Bu kaotik ve hareketli ortam, en sıcak çatışmaların hüküm sürdüğü bölgenin hemen dibinde bulunan ülkemizin iktidarına da çeşitli hegemon güçler arasında salınan, birini diğerine karşı kullanabildiği bir politik esneklik(!) imkanı tanımaktadır.
Son olarak; iktidarın uluslar arası arenada demokratik kaygıların epeyi azaldığı, hemen irili ufaklı bir çok ülkede demokrasi dalgasının hızla geri çekildiği bir ortamda icrayı sanat eylediği gerçeğini de belirtmek gerekiyor. . .

MUHALEFET ALANI
Bu konuyu değerlendirmeyi ikinci bir yazıya bırakmakla birlikte, bu alana ilişkin birkaç soru ortaya atarak bu yazıyı noktalamak istiyorum.
-%48.5’luk ‘hayır’ potansiyelini bir ‘cephe’ olarak değerlendirmek mümkün müdür? Başka bir ifade ile bu potansiyeli asgari bir demokratik program-kaçınılamaz bir şekilde Kürt sorunu da dahil olmak üzere- etrafında birleştirmek mümkün müdür?
-Alttan gelen kitlesel hak arayış mücadeleleri ve sosyal uyanış olmadan demokratik süreçlerin sıçrama yapması ne ölçüde mümkün olabilir?
-‘Hayır’ birikiminin olmazsa olmaz ve en büyük bileşeni olan CHP’nin zorlu demokratik mücadelenin kendi payına düşen kısmını omuzlayabilmesi ne ölçüde mümkündür? Eğer değilse CHP’nin demokratik süreçleri sekteye uğratan tutumları nasıl ve hangi güçlerle aşılabilecektir?
-İktidarın bütün cephelere güç yığma ve bütün cephelerde topyekün demokratik süreçleri daha başından tahrip etme girişimleri hangi güçler ve taktik süreçlerle engellenebilir?
-HDP başta olmak üzere radikal demokrasi güçlerinin ya da sosyalist oluşumların bu zorlu mücadelelerin yükünü omuzlayacak potansiyeli var mıdır?
...vs.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...