Zonguldak maden işçilerinin Ankara yürüyüşü 1991 |
60’lı yılların ortalarından itibaren 70’li yılların sonuna kadar-12 Mart 1971 askeri darbesine rağmen- toplumun derinliklerinden-alttan- gelen devasa bir özgürlükçü kitlesel dalgayla sarmalanmıştı Türkiye toplumu… Ülkenin büyük bir sosyo-ekonomik gelişme yaşadığı, halkın özneleştiği fırtınalı yıllar. Vietnam, Laos ve Kamboçya zaferleriyle büyük yara alan ABD emperyalizminin gerileyişi, barış ve anti-emperyalist mücadele dalgasının bütün dünyayı kaplaması ile at başı gidiyordu, ülkemizdeki sola, demokrasiye ve özgürlüklere açık kitleselleşme… 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren 16 yıl boyunca üniversite gençliği ayaktaydı, cumhuriyet tarihinin en büyük ve kitlesel grevlerine şahit oluyordu, ülke, üreticiler ayaktaydı. TİP(Türkiye İşçi Partisi) parlamentoya 1965’de 15 milletvekili sokuyor, bu dip dalgası CHP’yi ortanın solu adı altında arayışa itiyor. Milli şef İnönü devrilerek sola yüzünü dönmüş-o dönemler- Ecevit, CHP’nin başına geliyordu. Bu gelişme CHP’yi 1977 seçimlerinde 212 milletvekili kazanmaya kadar götürdü. Bugün ‘marjinal diye nitelendirilen sol grupların yayın organları yüzbinlerle ifade edilen satış rakamlarına ulaşıyordu. Özgürlükçü kitlesel dalga DGM’lerin kaldırılmasına yolaçıyordu, İşçi sınıfının sendikalaşması çığ gibi büyüyordu ve askeri darbe gerçekleştiğinde yüzbinlerce işçi grevdeydi. Kültür sanat dünyası bütün sektörleriyle demokrasiye, sola ve özgürlüklere açık bu dalgayla bütünleşmişti. Bu süreç 12 Eylül askeri darbesiyle kanlı bir şekilde bastırılacaktı.
Bu nisbeten uzun sayılabilecek yakın
tarih tasviri, nostalji ihtiyacından doğmuyor. Bugüne dair gerçekçi sonuçlar
üretebilmek için geçmiş bize çok önemli veriler sunuyor:
-Demokrasi ve özgürlük mücadelesi
ezilen, sömürülen, baskı altındaki sınıfların dip dalgasıyla bütünleşebildiği
ölçüde sıçramalarla ilerliyor. O dönemin karakteristik özelliği buydu. Kitleler
sokakta, grevlerde, fabrika ve toprak işgallerinde, üniversiteler ayaktaydı.
Sol cesaretle fabrikalara, işçi mahallelerine ve üretim bölgelerine yöneliyor
ve büyük bir hüsn-ü kabulle karşılanıyordu.
-Kör kişisel menfaatlere odaklanmış,
köşe dönmeci, azgın rekabet koşullarında birbirinin sırtına basarak ayakta
kalmaktan başka çaresi olmayan, toplumu var eden bütün olumlu özelliklerin
çürüdüğü bugünün tipik bireyleri ve toplumu; o yıllarda dayanışmayı,
fedakarlığı, birlikte mücadele azmini özgürlükçü değerleri ayakta
tutuyordu. Alttakiler aşağıdan yukarıya
fedakarlıklarla dolu bir mücadeleyle yeni bir toplum inşa ediyordu. Ta ki, hakim
sınıflar durumun vehametinin farkedip kanlı darbelerini yapana kadar.
Geçerken o dönemin olumlu-olumsuz
bütün veçheleriyle irdelenmesinin bu yazının konusu olmadığını belirtmek
gerekiyor.
BUGÜN İSE…
Dünya çapında dip dalgaları geri
çekilmiş durumda. Cenova, Seattle, Wall-street’i işgal et eylemleriyle ortaya
çıkan kitlesel parıltılar sönümleniyor ve süreklilik üretemiyor. 1991 Irak
müdahalesi sırasında milyonlarca protestocuyla uzun yıllardır ilk defa zirve
yapan barış hareketi artık neredeyse marjinal
hale geldi. Uluslar arası siyaset alanı özgürlük ve demokrasi
rüzgarlarının giderek etkisinin daha az hissedildiği bir arena haline geldi. Bir
çok ülkede sağcı ve ırkçı hareketler yükseliyor ya da o akımların yarattığı
etkiler siyaset yapıcılar arasında karşılık buluyor. 70’li yılların özgürlükçü
rüzgarının etkisiyle hızla yükselen uluslar arası sosyalist hareket hem
anavatanlarında, hem de bütün ülkelerde dibe vurmuş durumda…
Ülkede ise ’80 askeri darbesinin son derece yıkıcı etkisi
etkisi bugünlere kadar devam eden sonuçlar üretmiş görünüyor. Sendikal örgütlenme
neredeyse deveye hendek atlatmaktan zor hale getirildi, oluşturulan mevzuatla.
Bugünkü sendikalaşma oranları 70’li yılların sendikalı işçilerinin oranları ile
mukayese bile edilemez. En küçük hak arama talepleri zorla bastırılıyor, bütün
prosedürleri tamamlanmış grev girişimleri daha ilan edilmeden iktidar
tarafından yasaklanıyor. Sınıf dayanışması çökertildi. En küçük hak arama
girişimleri daha başlamadan gazla, copla, tazyikli suyla, keyfi gözaltılarla
bastırılıyor. Son otuz yıla damgasını vuran kitlesel hareketliliği bir elin
parmaklarının sayısıyla bile ifade etmek mümkün. 1990-91 Zonguldak maden işçilerinin
Ankara’ya kitlesel yürüyüşleri, Susurluk’taki kazadan sonra derin devlete karşı
yapılan bir dakika karanlık eylemleri, özelleştirme karşıtı eylemler, Tekel
işçilerinin direnişi, Hrant Dink
cenazesi kitleselliği, tabii ki tarihimizde çok özel bir yer işgal edecek gezi
direnişi ve Kürt siyasi hareketinin kitleselliği tartışılmaz yükselişi…Bu
kitlesel hareketlilikler de bir süreklilik arzetmeden kendi konjonktürlerinin
özgün çıkışları olarak kaldılar.
Bütün bunları sıkıcı olmak pahasına
aktarmamın nedeni, bildiğim, inandığım, tanığı olduğum bir gerçeği özellikle
vurgulamak içindi. Sosyal uyanışla, kitlesel hak arayış eylemleriyle, ezilenlerin mağdurların,
baskı altında olan sınıfların ve toplumsal kesimlerin toplu direnişiyle
desteklenmeyen özgürlük ve demokrasi mücadelesi hakim sınıfların kendi
aralarındaki hesaplaşmalarının girdabında ve düzen payandası siyasi koridorların,
kulislerin mahfillerin çıkmazında kaybolmaya mahkumdur.
MUHALEFET ALANI…
Kuşkusuz %50’yi bulan-ya da geçen- ‘hayır’
tepkisi çok önemlidir. En azından saray iktidarına korku dolu anlar
yaşatmıştır. Ve şimdi onlar pabucun pahalı olduğunu görmüşlerdir. Ve
şapkalarını önlerine koyup yeni stratejik-taktik tedbirler ve kararlar almaya zorunlu
kılınmışlardır. Ancak %50’lik bu tepkiden bir birlikte hareket eden, koordine,
politik bir merkeze sahip ‘cephe’ yaratmaya çalışmak gerçeği bükmek olarak
görünüyor.
En büyük kısıt, tabii ki en kritik
anlarda depreşen süreci akamete uğratan CHP devletçiliği… Varsayılan ya da
oluşturulması düşünülen bu cephenin doğal olarak en büyük bileşeni olacak olan-olmak
isteyip istememesinden bağımsız olarak- CHP’nin yeni hayal kırıklıkları üretecek
provokatif çıkışlar yapması ihtimali, olumlu bir rol oynaması ihtimalinden çok
daha kuvvetlidir. Maalesef tarihsel koşullar öyle ya da böyle %25’lik bir
seçmen desteğine sahip ana muhalefet partisine kendisinin doğasına uygun
olmayan bir görev yüklemiş görünüyor. Fakat aşağıdan yukarıya bir kitlesel
desteğin olmadığı koşullarda ne CHP’nin dönüşmesi, ne de onun dışında ve ona
rağmen bir alternatif itiraz kitleselliğinin oluşması mümkün görünüyor.
CHP açısından ikinci ve en önemli
kısıt Kürt sorunu karşısında ve bu tutumun bir uzantısı olarak Kürt siyasi
hereketiyle ve onunla ilgili oluşumlar karşısında iktidarla-daha doğrusu devlet
çizgisiyle- nüans düzeyinde bile farklılıklara sahip olmamasıdır. CHP’nin, HDP
ile ve Kürt siyasetiyle bırakın mesafeli yaklaşımlarını, her vesileyle mesafeyi
ve düşmanlıkları büyütmeye çalışan bir çizgi izlemesi demokratik mücadele
açısından ciddi bir handikaptır. Oysa bir-iki yıldır yaşadığımız gelişmeler ve
en son 7 Haziran gösteriyor ki, CHP açısından HDP ile dirsek temasına girmeden,
ayrıca Kürt sorunu konusundaki geleneksel çizgisini değiştirmeden saray
iktidarına karşı mücadelenin başarıya ulaşması mümkün değildir. HDP ve temsil
ettikleri bu anlamda anahtardır.
Bilmiyorum; MHP muhaliflerinin ‘hayırcı’
birikimleri ‘cephe’ yaratma çabaları açısından ayrıca analiz etmeyi gerektirir
mi? Ancak yeri gelmişken altını ısrarla çizerek belirtmek gerekir ki, MHP’nin hayırcı
tabanıyla ve daha da önemlisi AKP’nin ‘evetçi’ kitlesiyle temas noktaları ve
dili oluşturulmadan başarı beklemek de mümkün değildir.
Saray daha 7 Haziran’da HDP’nin
iktidarının geleceği açısından ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlamıştı.
İronik bir şekilde söylersek HDP dışındaki sosyalistler, HDP konusunda tereddütler
yaşarken saray anlamıştı durumun vehametini. Onun için gelinen noktada,
eşbaşkanlar dahil 10 milletvekili hapiste, belediyeler kayyım altında, binlerce
aktivist hapishanede, seçmen yoğunluğu olan iil, ilçe ve mahalleler yerle
yeksan… Bu nedenle HDP’nin eli kolu bağlanıyor, etkisizleştirilmeye ve
itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. HDP açısından önemli kısıt budur. İkinci
kısıt ise hala geniş seçmen kitlelerinde bir Kürt partisi olarak algılanmasının
önemli bir yaygınlık göstermesidir.
Bütün bu saydığımız kısıtlara ve
iktidar kaynaklı zorbalıklara rağmen ‘hayır’ birikimi muhalif siyasi partileri,
STK’ları, sivil–demokratik birikimleriyle ve inisiyatifleriyle göz kamaştırıcı
bir kampanya yürüttüler. Başta kolu kanadı kırık olmasına rağmen HDP, Haziran
hareketinin bütün bileşenleri, sendikalar, meslek odaları, Demokrasi için Birlik
Grubu, ‘Hayır ve Ötesi’ ve sosyalist oluşumlar, bu aidiyetlerin kadın ve
erkekleri, gençleri ve yaşlıları ve tüm gönüllüler, demokrat yurttaşlar olmak
üzere. Ha keza CHP gençleri, kimi CHP vekilleri ve teşkilatları. Bu kampanyada özellikle
akademisyenlerin, kadınların ve gençlerin coşkusu, çalışkanlığı, fedakarlığı
gelecek açısından demokrasi güçlerine umut veriyor.
Yeni rejim inşasının muktedirleri her
alanda, her cephede, topyekün, demokratik inisiyatifleri oluşumları, kişileri
ezmeye, kürsüleri ve toplumun nefes alma borularını tahrip etmeye çalışıyor. Bu topyekün
saldırılar karşısında bütün alanlarda demokratik-kitlesel meşruiyete dayalı bir
topyekün direniş ihtiyacı vardır. Ne mücadeleyi 2019’a ertelemeye ve uygun CB
adayı bulmaya endeksleme lüksümüz var, ne de parlamentonun, siyasi kulis ve
mahfillerin çıkmaz sokaklarına. Yurttaşlarımızın bulunduğu her yer demokratik
topyekün direniş alanlarıdır.
Her şeye rağmen
60’lı-70’li yılların özgürleştirici rüzgarını bu ülkenin sokaklarında ve meydanlarında hissettik.. Ve
bu ülke de derinlerde bir yerlerde çağlayan devasa bir yer altı nehri var. Nereden
mi biliyoruz? Kritik dönemlerde büyük bir coşkuyla bu ülkenin meydanlarında ve
sokaklarında uç vermesinden ve günlerce sokakları, meydanları işgal etmesinden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder