GİDECEKLER... |
Ne yaptılar ettiler olmadı. Tek başlarına denediler olmadı, siyasi
tarihin siyasi ahlaktan en yoksun ittifakını kurdular olmadı. 1+1 eşittir iki
olmuyor. Memleketi topyekün uçuruma sürükleyecek maceralara giriştiler dini,
milli hassasiyetlerle pervasızca oynadılar, olmadı. Bu ittifak dikiş tutmuyor. Oradan
buradan pırtlıyor. Başkanlık rejimi hevesleri bıçak sırtında. OHAL ilan ettiler,
uzattıkça uzatıyorlar yine olmuyor. Anketlere bakıyorlar, olmuyor. ‘Ekonominin
Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birinin başlangıç aşamalarında ve
patlamanın suni tedbirlerle bastırılmakta olduğu’ tespiti giderek daha fazla uzmanda
kaygı doğurur, gözle görünür, elle tutulur hale gelirken sorumlu bakanların
demeçlerinden itiraf edilir oldu. En büyük patronlar bankalarla masaya oturmak
zorunda olduklarını dillendiriyorlar. Tehlike çanları çalıyor, alarm zilleri
kulaklarında çınlıyordu. Ya bir de 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde birkaç
kritik belediyeyi kaybederlerse 2019 Kasım’ındaki CB ve meclis seçimlerine
nasıl gidebilirlerdi? ‘Hazır OHAL varken, medyanın neredeyse tamamını ele
geçirmişken, başka türlü çıkabilecek sonuçları tersine çevirebilecek devlet
kurumlarına hakimiyet varken’ dediler, baskın seçim kararı aldılar. Durum daha da kötüleşmeden, belki de böylece
erozyonun tümüyle iktidarlarını içine çekecek sarsıntılara yol açması
ihtimalini önleyebilecekleri umuduyla baskın seçimi tezgahladılar.
NE YAPILABİLİRDİ?
En doğru tutum muhalefet partilerinin ortak tutum almaları
kaydıyla seçimleri BOYKOT olabilirdi. 'Baskın basanındır' mantığı ile
hazırlanan, hiçbir demokratik ve etik değer taşımadan, üstelik OHAL
koşullarında kotarılan/tezgahlanan bu seçimin layığı muhalefet partilerinin
kitlesel seferberliğe dayanan boykotu olabilirdi. Böylece şer ittifakı bütün
sorumluluklarıyla, kendi çalar kendi oynar durumda bırakılabilirdi. Hala belli
ölçüde varlığını sürdüren toplumsal meşruiyetleri de yerle yeksan olurdu. En
azından ağırlıklı bir MUTABAKAT olması kaydıyla…
OLMADI. İrrasyonel bir 'delikanlılık' tavrıyla, bir an durup düşünmeden yelpazenin farklı renklerden ve boylardan muhalifleri balıklama bu tezgaha dalıverdiler. Demokrasi dendiğinde aklına 'seçimden' başka bir şey gelmeyen, kitlesel inisiyatiflere yabancı zihniyet dünyası açısından anlaşılabilir bir tutumla karşı karşıyayız, aynı zamanda.
ŞİMDİ NE YAPILABİLİR?
Bereket versin bu karanlık ittifakın tezgahı her şeye rağmen
su sızdırmaz bir seçim başarısı garanti edecek sağlamlıkta değil... Güvenceleri;
OHAL koşulları, Ali Cengiz oyunları yapabilecek becerilere/kurumlara sahip
olmaları, seçimlere doğru bir takım manipülatif milliyetçi/şoven potansiyeli
harekete geçirebilme kabiliyetleri(!), %90’lara varan medya tekeli. Denilebilir
ki, daha ne olsun? Doğrudur, muhtemelen siyaset tarihinde seçimlere giderken
böylesine imkanlara sahip olan çok az iktidar olmuştur ve ayrıca bu imkanlara
rağmen seçimlerin kaybedildiği nadirdir.
ANCAK!
-Her şeye rağmen iktidarın/ittifakın toplumsal değerler
temelinde yükselen meşruiyetinin son derece tartışılır hale gelmesi, iktidarlarının
devamının elzem olduğu noktasında öne sürdükleri argümanların kamuoyu vicdanında
inandırıcılıklarını neredeyse yitirmiş olması, anlatılarının sadece tükenmekle
kalmayıp yeni uydurdukları anlatılarının da ‘YALAN’ kategorisinde algılanır
oluşu, yani özetle şapkadaki tavşanların tükenmiş olması,
-Son 3-4 yılda iktidarın toplumsal kesimler arasında
yarattığı mağduriyet alanı olağanüstü şekilde genişlemiştir. Mağdur emekçi-üretici-esnaf,
aydın, genç, kadın ve kimi orta, üst sınıflardan oluşan toplumsal kesimlere,
kendi kapalı av alanı olarak gördükleri potansiyel tabanlarından da geniş
kesimler katılmıştır. Hatırı sayılır ölçüde kendi seçmen tabanlarında-özellikle
Kürtler- ve kendi sermaye kesimlerinde mağduriyet alanı doğmuştur. Bu kesimler
kimi zaman yüksek sesle, kimi zaman homurdanarak tepkilerini dile getirir
oldular. Bu kesimlerin artık gidebilecekleri bir kapı da var, SAADET Partisi.
Ha keza ittifakın küçük ortağı ciddi bir biçimde bölünmüş, muhalefet cephesine
İYİ Parti’nin katılmış olması,
-Muhalefet partileri ve siyasi oluşumlar arasında
çekincelerin ortadan kalkmaya yüz tuttuğu, birbirlerine daha sağduyulu bakmaya
başladıkları bir süreç yaşıyoruz. Örneğin CHP yönetim kademelerinde HDP ve
Kürtler daha çok dillendirilir oldu. Bu süreç 24 Haziran’a doğru artık olmazsa
olmaz bir zorunluluk haline gelen birlikte hareket etme, aynı hedefe yönelme
alanını güçlendirmekte,
-7 Haziran seçimleriyle büyük bir demokratik başarıya imza
atan HDP’nin, eşi benzeri görülmemiş baskı ve saldırılara maruz kaldığı halde,
toplumsal desteğinden-ittifak çevrelerinin umdukları/bekledikleri kadar- bir
şey kaybetmemiş olması,
-Bu ülkenin seçmenlerinin hiç umulmadık/beklenmedik anlarda
beklenmedik tepkiler gösterebilmesi. Örneğin 12 Eylül faşist generallerinin
kendi devamları niteliğinde örgütledikleri MDP-horoz partisi(halkın taktığı
isim)- emekli general paşasıyla birlikte siyasi tarihin mezarlığına büyük bir
hezimetle gömülmüştü, 1983’te. Ha keza Özal bütün devlet olanaklarını seferber
ederek, prestijinin en yüksek olduğu dönemde sürdürdüğü ‘siyasi yasakların
devamına evet’ referandum kampanyasında yenilgiye uğramıştı.
OLUR MU, OLUR!
Bütün bu etkenler, baskın seçimin/tezgahın/tuzağın meşum
iktidar açısından başarıyı garanti etmediğini göstermektedir. Yeter ki,
muhalefet odakları bütün renkleriyle, enerjileriyle, GEZİ ve HAYIR kampanyası
ruhunu hayata geçirebilsin ve bir tek hedefe yönelebilsin. Kolay mıdır, değildir!
Garanti midir, değildir!
Bu demokratik muhtemel başarının önündeki tek engel, başarıyı yenilgi olarak gösterebilecekleri hile-tertip ve entrikalardır. Bu durum ise kesinlikle İKTİDAR ittifakının avantajı değildir. Avantajları(!) gibi görünen şey olsa olsa demokratik cepheyi kırbaçlar/kırbaçlamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder