10 Mayıs 2019 Cuma

KENDİMLE SÖYLEŞİ ve HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLABİLİR DE, OLMAYABİLİR DE!

*Sen 31 Mart seçimleri gündeme geldiğinde, birkaç ay öncesinden ‘boykot’ demiştin. 31 Mart seçim sonuçları seni yanlışladı. Muhalefet 3 büyük şehir dahil, önemli büyük şehirleri kazanarak umutsuzluk duvarını deldi. Kitleler uzun yıllardır ilk defa tek adam iktidarının da yenilebileceğini deneyimlemiş oldu. Bir özeleştiri ihtiyacı duyuyor musun?
-Boykot fikrini savunurken, muktedirin seçimlere yönelik konuşmalarının-‘kazansalar bile gecikmeden kayyum atarız’…vb-, özellikle HDP’lilere yönelik seri tutuklamaların bende yarattığı olumsuz izlenimlerden ve muhtemel hilelerle seçimleri kendi lehine çevirme ihtimalinden-yaşanmış deneyimlerden yola çıkarak-  hareket ediyordum. Seçimlerin-16 Nisan referandumu, 24 Haziran örneğinden hareketle- Beştepe iktidarının toplumsal rıza devşirme aracı haline geldiğini düşünüyor; bu oyuna bir son vermek için rejime demokratik bir görüntü vermeyi amaçlayan seçimlerin bir figüranı olunmamalı diyordum. Ayrıca muhalif damarın en kitlesel gücü olan CHP’nin Kürtlere, onların ve siyasilerinin üzerindeki baskılara olan kayıtsızlığı da boykot fikrinin diğer bir motivasyonu idi. Şimdi geriye doğru baktığımda üç olguyu öngöremediğimi düşünüyorum.
1.Kürtlerin kayyum atanmış belediyelerini geri almayı bir tutku halinde yaşadıklarını ve buna tutkuyla inandıklarını göremedim. Öyle ya da böyle baskı(hatırlayınız müthiş baskılar vardı) ve hileyle de olsa belediyelerini yine kaybedebileceklerini ve bu durumun da daha büyük bir hayal kırıklığı yaratacağını düşündüm. Ciddi bir öngörüsüzlük. Onca baskıya ve tehdite rağmen Kürtler inanmışlardı.
2.Ülke yurttaşlarının seçimlere verdiği önemi: kısa dönemli-’46’dan beri- bir ‘seçme’ olanakları olsa da bu olguyu  iyice içselleştirdiklerini göremedim. Seçimlere fena halde inanıyorlardı. Ve nitekim katılım, bir önceki seçimlerdeki oranın-%88- altına-%83- düşse de yüksek bir oranda gerçekleşti.
3.Beştepe iktidarının yurttaşların oy verme iradesi üzerindeki etkisini abartmış olduğum da ayrı bir gerçek.

*Bir de ‘fabrika ayarlarına dönmek’ fikrin vardı, dillendirdiğin. Hala aynı kanaatte misin ve nedir bu ‘fabrika ayarları’ dediğin?
-Bu fikir hem boykot tartışmalarının çekiciliğine, hem de benim bu fikri henüz oluşturma aşamasında olduğum gerçeğine kurban gitti ve yeterince tartışılamadı. Bunca zaman sonra da aynı kanaatteyim. ‘Fabrika ayarlarından’ kastım şudur; aslında adı da üzerinde ‘fabrikalara ve üretim alanlarına’ dönmek. Sosyalistlerin birincil görevinin bu yolculuğun araçlarını, yollarını bulmak olduğunu düşünüyorum. Hemen denecektir ki, hem mekansal olarak emekçi semtlerinden kopmuş, hem de ağırlıklı olarak küçük burjuva ve orta alt-sınıflara ait kadrolardan oluşan sosyalist hareket nasıl olacaktır da fabrikalara ve üretim alanlarına dönecektir? Bu boyutuyla soru; hepimizin önünde duran bir sorundur ve ancak ortak akıl üretimiyle çözüm yolları bulunabilir. Bu anlamda sorun benim boyumu aşar. Ancak şunu çok iyi biliyorum; diktatörlük formatında yepyeni bir rejim inşa etme çabaları ancak bu yönelimle sekteye uğratılabilir. Kuşkusuz bu süreç orta/uzun vadeli bir süreçtir.  Zaten yeni rejimi kitle inisiyatifiyle altetme süreci de böyle bir süreçtir. Artık bu sorunu-üretim alanlarından kopukluk- masaya yatırma zamanı gelmedi mi? Ekonomik krizin derinleştiği ve işten çıkarmaların ve akabinde direniş eğilimlerinin arttığı bu zamanda. DEMOKRASİ için üretimden gelen güç önemli. Onlar henüz siyaset sahnesinde yeterince yoklar...

*Bir de ‘Beştepenin gündemi belirlediği bir alana sıkıştık’, ‘seçimlere endeksli bir siyaset izleme tarzından kurtulmalıyız’ demiştin.
-Hala aynı kanıdayım. Ancak 31 Mart seçim sonuçları Beştepe’yi fena halde sarsmış olmalı. Öngöremediği bir şey gerçekleşti. Şimdi öfkeyle yeniden kendisinin belirlediği gündeme dönülmesi için İstanbul’a yüklenecek. Her şart altında döndüğü yer bıraktığı yer olmayacak; İstanbul’u geri alsa bile! 31 Mart sonuçlarıyla ciddi bir yara aldığı çok açık. Bu yaşanılanlar toplumsal rıza üretimi için bir enstrüman olarak kullandığı seçim olgusunun artık pek de tekin olmadığını göstermiş olmalı. 74 yıllık bir seçim geleneği olan ve yurttaşlarının bu seçim olgusunu içselleştirdiği bir ülkede ‘artık seçim meçim yok demek’ açık ki hiç de kolay değil. Ancak seçimleri YSK’da, seçim kurullarında yapılacak değişikliklerle, yasal düzenlemelerle tam denetim altına almak isteyeceklerini  öngörebiliriz. Ancak şurası su kaldırmaz bir biçimde açıktır. İlk fırsatta yerel yönetimler mevzuatında yapılacak yeni düzenlemelerle, eski rejimden nisbi demokratik alanlar olarak tevarüs edilen bu mekanizma oligarşik, tek merkezden yönetilen inşa sürecine uygun hale getirilmeye çalışılacaktır. Nitekim bu amaçla kimi uygulamalar hemen başlatılmış ve yasal düzenlemeler tartışılmaya başlamıştır. Özetle kendi gündemimizi oluşturmalıyız.

*Bu sözlerden ‘her şey çok güzel olmayabilir’ gibi bir anlam çıkardım.
-Kesinlikle, olmayabilir. Kötü ama kuvveti hiçbir şekilde yadsınamayacak bir ihtimaldir. 23 Haziran seçimleri Beştepe için; bir yanıyla devasa bir rant dağıtım kapısının yeniden ele geçirilmesinden belki de daha çok, yaralarını sarma, kendi seçmen potansiyeli ve kadroları üzerinde yeniden hakimiyet kurabilme aracı olarak görülmektedir. Oligarşi bu alana bütün gücüyle yüklenecektir. Daha şimdiden bir seferberlik ilan edilmiştir. Bir kere öncelikli olarak bilince çıkarmamız gereken Beştepe merkezli iktidarın geri dönüş yapma, seçimlerle yumuşak bir geri çekilişe imkan verme gibi bir şansı yoktur. O eşik aşılmıştır. Kılıçdaroğlu’nun yerel yönetimlerle ilgili olarak ilettiği ‘devri sabık yaratmayacağız’ mesajının bir karşılığı yoktur. Ayrıca en kötümser tahminle %35 oranında ciddi bir seçmen desteğine sahipler. UMUDA olduğu kadar GERÇEKÇİ olmaya ihtiyacımız var.

*Yani?
-Muhalif potansiyel korku duvarını aşmıştır, birleşmenin ve dayanışarak kazanmanın tadına varmıştır. Güven kazanmıştır. Bütün eksikliklerine rağmen özellikle CHP tabanında HDP’nin öcü olmaktan çıkma süreci bir ivme kazanmıştır. Bütün muhalif sektörler de seferberlik rüzgarı esmektedir. Bu anlamda ‘her şeyin çok güzel olması’ ihtimali de aynı oranda kuvvetli bir ihtimaldir. Ama unutulmamalıdır ki, ‘düğme’ hala Beştepe’dedir. Bütün devlet kurumları-gizli, açık-, medya, yargı oradan yönetilmektedir.  Kendi kendimize gaz vermeye ihtiyaç yok, çalışmaya ihtiyaç var. Kuşkusuz İstanbul seçimleri kazanılırsa demokrasi yolunda büyük bir mesafe katedilecektir. Çok sinirleneceklerdir ve daha büyük hatalar yapma ve diktatoryal inşa süreçlerini daha özensiz(!) bir şekilde sürdürme durumunda kalacaklardır. Ama belli ki 23 Haziranda iktidar değişmeyecektir.

*İstanbul seçimleri iptal edildiğinde de ‘boykot’ dedin.
-Evet. Bu aleni hukuksuzluğa, gayri ahlakiliğe,…vb-olayın nitelemesinde daha bir çok kötü sıfat sayılabilir- güçlü bir karşılık verilmeliydi, oyunun dışına çıkarak. Çalışmadıkları, alışık olmadıkları, beklemedikleri yerden yüklenerek. Ama bu boykot eylemi en azından CHP ve HDP’nin birlikte uygulaması ile etkili olabilirdi. Parlamentoyu da kapsamalıydı. Olması zayıf bir ihtimaldi. Nitekim gerçekleşmedi. Ve böylece de açığa düştü. Ancak bir nokta önemli, boykot fikriyatı artık beş-altı ay öncesine göre daha kuvvetli ve geniş bir temele oturuyor. Bunu da bir yere kaydetmek gerek. CHP karar alırken en önemli tartışma konusu buydu. Ha keza boykot düşüncesi Akşener’den, T. Kazan’a ve daha bir çok kanaat önderine kadar daha başat tartışma konusu oldu. Seçimin iptali ile birlikte.  

15 Nisan 2019 Pazartesi

MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ



Şu sıralar madalyonun öteki yüzünü görmekte pek istekli değiliz. Anlaşılabilir. 17 yıllık bir karabasan iktidarının kendini konsolide etme sürecinde tam da ‘rahata ermeye ramak kalmışken’ 31 Mart seçimleriyle aldığı darbe umutlanılamayacak, küçümsenecek bir olgu değil. 31 Mart seçim sonuçları, Beştepe iktidarının 7 Haziran seçim sonuçlarıyla aldığı ölümcül yarayı sağaltmaya çalışırken, aldığı başka bir şok edici darbe oldu. Rant edinildiği ve rantın paylaşıldığı kurumların kaybı hayati önemde. Ve daha da önemlisi bu süreç devam edeceğe benziyor. Üstelik son seçim sonuçlarının ayırtedici özelliği-İktidar açısından- hastalığın hayati organlara yani sarsılmaz sanılan çekirdek seçmen kitlesine sirayet etme eğiliminde olması. Evet, bugün dünkünden daha fazla umutlu ve iyimser olmak için neden var. Sevinmeliyiz ve geleceğe daha da umutla bakabiliriz. Her şey bir kenara muhalefet güçlerinin özgüven kazanmasına yol açması bakımından. Ama bu yazının konusu bu değil.

Madalyonun bir de öteki yüzü var. Madalyonun öteki yüzü çok da bilinmedik, keşfedilmesi için çok üstün bir analiz yeteneği gerektirmeyecek açıklıkta ortada duruyor. Ancak bunca yıllık baskı ortamından kurtulmanın işaretleri ortaya çıkmışken kimilerimiz, madalyonun öteki yüzünün dile getirilmesini karamsarlık ve umutsuzluk yayma olarak görüyorlar. Refleksif ve çok anlaşılabilir. Ama maalesef madalyonun bir de öteki yüzü var, irademizden ve duygularımızdan bağımsız olarak.

Madalyonun öteki yüzünde şunlar var-ayrıntıya girmeden-;
-Beştepe iktidarının yerleşme ve kendini konsolide etme çabalarıyla devam eden süreç orjinal bir süreç; bir rejimin bütün kurumlarıyla tasfiye edilip yeni bir rejimin inşa edildiği bir süreç. Bu ülkenin başına çok da sık geldiği söylenemez. Totaliter bir rejim, kendi kurum ve kadrolarıyla yeni bir rejimi eskinin enkazı üzerinde ve fakat eskinin en olumsuz kurum ve davranış kalıplarını da tevarüs ederek inşa ediliyor. Ve görünen o ki, epeyce bir mesafe de katedilmiş. Bu saptama birçok başka şeyin yanında özel olarak, bu inşanın sahiplerinin tedrici bir biçimde ve olağan yöntemlerle iktidardan çekilmeyeceğine işaret eder. Bir başka şekilde söylenecek olursa, toplumsal meşruiyet alanında elde edilen başarıların hakkını verirken abartıya kaçmamak gerekir. Yine başka bir deyimle muktedirler, şimdiye kadar seçimler yoluyla döne döne sağladıkları toplumsal meşruiyeti bir yöntem olarak terk etme potansiyeli taşıyorlar. İstanbul belediyesinin mazbatasını vermemek için gösterilen direnç, iş iktidar mzbatası(!) noktasına geldiğinde nereye evrilebileceğini göstermesi bakımından derslerle dolu bir örnek.

-Bütün müesses legal inzibati güçler, yargı ve özellikle medya esas olarak iktidarın elinde. Ha keza para militer güçlerin örgütlenmesinde önemli mesafeler katedildiği de basında çok sık söz edilen konular arasında.

-17 yıllık bir iktidar düşünün ve 17 yılın sonunda bu iktidar, soğanın 11 lira, patatesin 6 lira olduğu, yani son derece etkili bir ekonomik krizin halk nezdinde bizzat yaşandığı, tarımın bitirildiği, sanayi üretiminin gerilediği bir ortamda hala kılçıksız haliyle %35-40 oranında bir seçmen desteğine sahip. İttifak olarak değil muktedirin şahsında. Yani başka koşullarda tek başına iktidarın oluştuğu oranlarda; örneğin 2002 Kasımında AKP’yi iktidara getiren oran %34’dü. Yine iliştirilmemiş yorumcuların en iyimser çıkarsamaları-cumhur ittifakının oy desteği açısından- %45 ile %49 bandında.

-Uluslar arası çapta hegemonik güçlerin arasında yaşanan kıyasıya rekabet hala Beştepe iktidarına bir manevra alanı sağlıyor. Süper güçler arasındaki çatlaklara oynama siyasetinin, ne kadar keskin tehlikeler barındırsa da muktedir için bir avantaj yarattığı açık. Hiçbir uluslar arası hegemon ülke Türkiye gibi ‘önemli’ bir ülkenin iktidarının sahip olduğu bu oy desteğini görmemezlikten gelemez.
-Madalyonun öteki yüzü cümlesinde çok önemli olan başka bir nokta daha var. Totaliter bir iktidarın inşasına karşı bir direniş içerinde olan muhalefetin zeminini, temel  insan hakları, özgürlükler, demokratik kurum ve kuralların oluşturulması/kazanılması-esas olarak- oluşturmuyor. Abartma payını da hesaba katarak söylenecek olursa ‘totaliterizme karşı ‘sağ’ diye nitelendirilebilecek bir muhalefet muktesebatı ile karşı karşıyayız. Adayları ile kampanya içerikleri ile… Bu atmosfer verili iktidarın alternatifinin-kısa ve orta vadede- illa ki ve hatta daha da çok özgürlükçü bir iktidar olamayabileceğini gösteriyor. Bu cümle, iktidara karşı mücadelenin birincilliğini, biricikliğini yadsımaz. Ama hesaba katılamamazlık da edilemez.

-Madalyonun öteki tarafında çok önemli başka bir unsur daha göze çarpıyor. Yurttaşların takdire şayan ve çok ilginç olan ‘sandık’ inancı ve hatta aşkı. Bu bir olumsuzluk değil kuşkusuz, hatta olumluluk. Çok açık. Ancak bu tespiti yaparken emekçilerin üretimden gelen güçlerini kullanmakta çok da hevesli(!) olmadıklarını da bir yere kaydetmek gerek.  Bu cümle de hiçbir şekilde ‘eleştirel’ bir içerik taşımıyor, sadece bir durum tespiti. Kenara konulamayacak bir durum tespiti. Kuşkusuz bu durumun birçok nedenini de alt alta sıralamak mümkün. Ancak üretimden gelen gücü kullanma eğiliminin daha belirgin hale gelecek durumun oluşmasının geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayacağı da çok açık…

SONUÇ
-Belli ki kolay ve kısa vadeli başarılar, seçimlere ve parlamentoya endeksli mücadeleler peşinde koşulmamalı. Sürecin en az orta vadeye ve hatta uzun vadeye yayılabileceği öngörülmeli. Aksi tutum, yani ‘bu kez olacak tutumu’ daha büyük hayal kırıklıklarına neden oluyor.

-Sabırla özellikle emekçi kitleler içerisinde çalışmaya ağırlık verilmeli. Sanattan, kültüre-eğitime, hayvan haklarından, kadına yönelik dizginsiz şiddete, mahallelerden, şehre, şehirlerden, ulusala yerelden genele her alanda sabırla çalışılmalı, kalıcı kurumlar yaratmaya çalışılmalıdır. Öne çıkan modeller olarak irili ufaklı platform, kooperatif, dayanışma alanları, dernekler, vakıflar olarak yeni yatay örgütlenmeler alanları büyütülmelidir. Yani hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır…

-Sınıfsal, sosyal ve ezilenlere yönelik siyasetler belirlenmesi ve sloganlar çok önemli. Hayat pahalılığının emsali görülmemiş boyutlarda yaşandığı, kredi kartı borçlanmalarıyla ayakta ancak durulabildiği(!), yoksullaşmanın ve işsizliğin tavan yaptığı koşullarda olumsuzluğu formülleştirecek siyasetler ve sloganlar çok önemli. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır, bir zamanların şu popüler sloganını; ‘zam, zam, zam ucuzluk ne zaman?’ örneğin… Ha keza sendikal örgütlenme, toplu sözleşmeli ve grevli pazarlık haklarının önündeki engeller, üreticinin yaşadığı devasa sorunlar…

7 Mart 2019 Perşembe

HARÇ BİTTİ, YAPI PAYDOS MU?



MHP ittifakının BEŞTEPE’ye iyi gelmediği belli. Bir can simidi olarak sarılınan ittifak, Beştepe iktidarının da sonunu getireceğe benzer. Daha önceki seçim kampanyalarında sınırlı bir biçimde gözlenen ve fakat ilk kez 1 Kasım 2015 seçimlerine yönelik yürütülen kampanya içeriğinde görülen bariz içerik değişikliği, 31 Mart seçimlerine yönelik olarak tavan yapmış görünüyor.

Bu sürecin basit bir biçimde kampanya temalarının değişmesi/uyarlanması olarak algılanması yanlış olur. İçerikleri belirleyen TÜRK-İSLAM sentezi temelinde bir stratejik ortaklık oluşturan müttefiklerin seçmek zorunda kaldıkları yolla ilgilidir. Beştepe iktidarı MHP şahsında geleneksel derin/sığ devlet aklı ile bütünleşmiş görünüyor. İlginç olan, bu ittifakın küçük ortağının ideolojisi ve söyleminin Beştepe iktidarını da bütünüyle teslim almış olmasıdır. Küçük ortak egemenlerin istedikleri türde bir rejim inşa etmelerinin önünü hevesle açarken yeni ittifakın ideolojisi ve söylemini belirler hale gelmektedir.

Cumhur Ittifakının(iktidarın) kampanyasının içeriğinde; geleceğe dair umut verici, pozitif, yapıcı hiçbir unsur yok. Vaat de yok, proje de... Tam tersine korku, kaygı, endişe üretmek kampanyanın temel unsurları. Halka refah içerisinde, yeni bir yaşam vaad etme iddiası taşımayan bu kampanya bölücü, ayrıştırıcı, korku yayıcı bir içerikle, vatandaşta ülkenin varlığının dış ve iç düşmanlar tarafından tehdit altında olduğu izlenimini yaratmaya çalışmaktadır. Temel propaganda unsurunu memleketin 'beka'sının tehlike içinde olduğu iddiası oluşturuyor. İktidar yanlısı anketçiler iktidar seçmenlerinin bile bu iddiayı inandırıcı bulmadığını söylüyor. Yaşı müsait olanların kolaylıkla hatırlayacakları gibi soğuk savaşın sürdüğü 12 Mart/12 Eylül dönemlerinin kampanya içeriklerinin aktörler değiştirilerek kötü bir versiyonunun sahneye konduğu görülüyor.

Propaganda unsurları bu negatif içerikle o kadar zorlanıyor ki; memleketin yarısı ‘zillet ittifakı’ adı altında düşmanlaştırılıyor, altı milyon oy almış bir partinin mensuplarının memleketten defolmaları talep edilebiliyor. Kendilerine oy verilmesi halinde ‘cennetin’ garanti olduğu iddiaları bile dile getirilebiliyor. Yedi düvelin ülkemizi kıskandığı iddialarıyla, ülkemizin son derece ciddi bir beka tehlikesiyle karşı karşıya olduğu aynı cümlede ifade edilebiliyor. Yandaş basının yalan haberlerle teşvik ettiği ve körüklediği kampanya dozunu artırarak devam ediyor. Yazılı ve görsel medya organları ezici bir çoğunlukla cumhur ittifakının kürsüsü durumunda.

Bu kampanyanın bir diğer belirgin özelliği de ülkenin 3. Büyük partisinin hedef tahtasına konularak sürdürülmesi. Ana Muhalefet Partisi ve diğer muhalefet odağı İYİ Parti, HDP üzerinden ve onunla ilişki kurularak yıpratılmaya çalışılıyor. Onlarca milletvekili olan bu partinin üyelerinin ve aktivistlerinin sık sık ve büyük ölçekte gözaltına alınmaları, tutuklanmaları, sesinin medyaya yansıtılmaması bu kampanyanın diğer bir görünen yüzü.

Kimi söylemlerin ters teptiği fark edilmiş olacak ki, kampanyanın sözcüleri ‘ben öyle demedim, sözlerim çarpıtıldı, yanlış anlaşıldım…vbg’ açıklamalar yapmak ihtiyacı duyuyorlar.

Genel karakteristikleri bu olan cumhur ittifakı kampanyasının oluşturucularının, belirleyicilerinin ve nihayetinde yürütücülerinin gelecekten emin, özgüvenli oldukları söylenemez, kuşkusuz. Tam tersine onlar iktidarları için kaygılılar ve gelecekten bu şartlar dahilinde umutsuzlar. Ve bu nedenledir ki, benzini biten araba gibi kendilerini yokuş aşağı bırakmış gibiler. Öyle ya da böyle seçim kampanyasını yapıcı, pozitif, müreffeh bir gelecek vaadi…vb unsurlar temeline oturt(a)madıysanız, ciddi bir zaaf içinde olduğunuz su götürmez.

31 MART ve SONRASI
Kuşkusuz 31 Mart seçimleri, ‘yerel’ seçimler olmak hasebiyle iktidarın yapısını belirleyecek bir özellik taşımıyor. Dolayısıyla Beştepe iktidarı gidebileceği yere kadar gidecek. Kimi çevrelerde, iktidarın 31 Mart seçimlerinde ciddi bir oy gerilemesi yaşayarak ve hatta iki büyük şehirde belediyeleri kaybederek büyük bir yara alacağı beklentisi var. Bu iyimser beklentilerin kimi anketler(!) tarafından beslenen bir temeli de var. Ayrıca yukarıda ana hatlarıyla belirlenen iktidarın kuvvetli ‘tükenmişlik sendromları’ gösteriyor olması da iyimserlik etkenleri. Bu iyimserliğe 31 Mart’tan sonra AKP içinden yeni bir parti doğacağı ve hatta en az 50 milletvekili ile AKP’yi böleceği iddiaları/haberleri-zamanlama manidar- eşlik ediyor.

Ancak bu iyimser beklentiler iktidarın benzeri geçmişte yaşanmış obstrüksiyonlarına/çelmelerine(sandık oyunları, bahçeye helikopter inmesi) ne kadar dayanıklı/öngörülü, bilemiyoruz. Başka bir deyimle iktidarın bu tür kaygılardan(?) büyük ölçüde sıyrılmış olsalar da demokratik meşruiyet sınırları içinde kalacağı pek belirsiz. İşaretler ‘ya iktidar, ya tufan’ tercihine yönelecekler gibi görünüyor…


‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...