“….Ümit ve
sevk kırıcı olan şey ise, solun
böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur.
“…Solun
/solcuların konuşma ve gündemleri niçin hiçbir ilgi ve merak uyandırmamaktadır….
“…Önce
gönüllere dokunmaktan ümitli ve coşkulu bekleyişlere vesile olmakta düşmüş ,
uzaklaşmış bir sol zaten ölü sayılmaz mı?...”
“…Hakikatin
bilgisine eksiksiz bir biçimde sahip olduğu inancında ve varolan toplumsal
maddi gerçekliği o bilgiyle uyumlu hale getirmek üzere hiçbir engel ve sınır
tanımama tavrında dile gelen tuhaf bir tatmin , bir tür kendini tatmin hali
bu….”
“…Sol kibir de benzer biçimde epistemolojik
bir çerçevenin, teorik/politik bir vasatın ürünü değil midir zaten…”
https://birikimdergisi.com/haftalik/11804/sol-kibir-uzerine
Bu yazarak
düşünme denemesi Erdoğan Özmen hocanın bir yazısını temel alıyor.
Erdoğan hoca
genel ve herkesin meşrebine göre çerçevelendirebileceği bir ‘sol’ yerine, daha somut bir ‘sol’ tanımı üzerinden tezini temellendirseydi çok daha anlamlı ve öğretici bir tartışmaya
yol açabilirdi. Söylediğim şeyin, önerdiğim tercihin çok riskli olduğunu, öyle
yapsaydı böylesine önemli bir tartışmanın polemikler yoluyla heba olmasına yol
açabileceğinin de farkındayım. Çok kuvvetle muhtemeldir ki hoca da bu saikle
daha somut bir tanımdan kaçınmış. Ancak hocanın fikirlerini belirsiz bir ‘sol’
kavramının üzerinden tartışmasının da en azından yeterince bir ilgiyi tetiklemeyeceğini
düşünüyorum. Daha da ötesi bir kısım ‘sol’ reaksiyoner bir tutumla, biz o ‘sol’
değiliz rahatlığıyla savuşturacaktı, diğer kısmı da biz değiliz ama ‘onlar’
öyle rahatlığıyla... Ancak her tarafa çekilebilir bir ‘sol’ tanımı üzerinden ya
da kastedilen sol tanımı netleştirilmeden yukarda alıntılanan sert fikirler ve
benzer daha birçoğu art arda sıralanınca ‘iyi de bu geniş yelpaze ne kadar bu sıfatların
içine oturuyor, oturtulabilir’ sorusu kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor.
Bu sıfatları
özetleyecek olursak; ‘güçsüz, biçare ve zavallı sol’, ‘hiçbir şekilde merak
uyandırmayan gündem sahipleri’, ‘ölü sol’, ‘hakikatin bilgisine sahip olma
mutlak inancı, tuhaf bir tatmin, bir tür kendini tatmin hali’, ‘bu
teorik/politik vasatın ürünü kibir’.
Baştan
belirtmeliyim ki bu tanımlamaların bütününü içine alan genel bir SOL’dan
bahsetmek ne kadar mümkündür hiç emin değilim. Peki hocanın bu sert
ifadelerinin her yönüyle ve her sol için tamamen geçersiz olduğu söylenebilir
mi, tabii ki hayır… Yukarıda hocanın ‘sol’ tanımından çıkardığım çevrelerin her
biri tamamen ya da konjonktürel olarak bu zaaflarla malul olmuştur, olmaktadır
denilebilir. İşte burada da benim önemli gördüğüm bir temel eksikliğe denk
geliyoruz; varılan tespitlerin tanımlanan zaafların yakın tarihi-mesela 1989
sonrası- gerçekliklerin, politik ve sosyolojik analizi temelinden yoksun oluşu.
Yine denilebilir ki, Hocanın uzmanlık alanı psikoloji/Davranış Bilimleri.
Doğrudur ve zaten söylemek istediğim de odur. Uzmanlık alanının sınırları ve bu
sınırlar içinde kalma ısrarı bu tür iddialı tanımları, sert ifadeleri
tartışmalı kılıyor. Sol dediğiniz, bir uzmanlık alanının dar sınırları
etrafında analiz edilebilecek ve buradan yola çıkarak bu tür köşeli sonuçlara
ulaşılabilecek bir kategori değil diye düşünüyorum.
Hocanın bahsettiği
‘sol’dan ben, chp’den, liberallerden, en radikal birim ve inisiyatiflere kadar
çok geniş bir yelpazeyi çıkarsıyorum. Kendisi bir çerçeve çizmediği için belki
de benim bu çıkarsamam da yanlış. Ama benim hocanın ‘sol’ ifadesinden anladığım
bu ve bu konuda yapacağım bir şey yok.
Bir iki
notumu paylaşmadan önce kendimi içinde gördüğüm ‘sol’un bir tanımını yapmam
gerekiyor. Ben sınıfların mücadelesinin insanlık tarihinin itici gücü olduğuna
inanıyorum. Sınıfların, ezen ezilen yöneten yönetilen ayrımının, kafa ve kol
emeğinin, baskı ve sömürünün ortadan kalktığı, savaş baltalarının sonsuza kadar
toprağa gömüldüğü, eşitlik ve özgürlük ideallerinin galebe çaldığı büyük uyum
dünyası(komünizm) safındayım. Şu kısa tanım bile, ayrıntı ifade etmem
gerekmeksizin belirtmeliyim ki, 35 yıldır alaycı bir ‘kibir/yok sayma/hala mı…’ suçlamalarına maruz kalıyor. Rahatlıkla
söylenebilir ki bu çizginin sahipleri 35 yıldır varlıklarını, iddialarının
geçerliliğini kanıtlamaya ve kendilerine bir alan açmaya çalışıyorlar. Marksistim
demek hele hele Marksist Leninistim demek alaycı bir kibirle karşılaşıyor.
Tarih sonlanmıştı. Artık büyük uzlaşma ve empati çağı açılmıştı. 90’lı yılları 2000’li
yılların başlarını hatırlayınız.
1989 duvarın yıkılışından sonra maruz kaldığımız ve 35 yıldır amansızca devam eden bu topyekun saldırı karşısında ‘kendi hakikatine bağnazca inanmak, onlar/ötekiler diye tanımladıklarına su geçirmez bir karşı tavır, egemen sistemin yıkılmazlığına olan çaresiz bir kabullenme’ eğiliminin uç vermemesi düşünülemezdi, herhalde. Bir tür savunma refleksi…
Kapitalist sistemin kendisini tahkim ettiği bu dönemde bile sosyalistler ciddi, derslerle dolu girişimlere önayak oldular. Teorik bir yenilenme ve gelişme dönemi yaşadılar, örneğin(Kuruçeşme ile başlayan süreci kastediyorum). Hala farklı farklı sosyalist sektörlerde değişik şekillerde devam ediyor. Hakeza bir araya gelemez denilenlerin bir araya geldiği küçümsenmeyecek sürelerde, küçümsenmeyecek izler bıraktıkları bir deneyim yaşadık. Kürt siyasi hareketinin sol bir programla ve kimi sosyalist güçlerle siyasi arenada yer aldığı ve kimsenin inkar edemeyeceği başarılarla mücadelesini bugüne kadar sürdürdüğü bir gelişme, bu 35 yıllık sürecin başat çizgilerinden biri oldu. Ve tabii ki GEZİ… Muktedir sistemin hala korkusunu yaşadığı Gezi. Geçerken, birkaç yıldır demokrasi adına CHP şahsında yaşanan başarıların sol programın zemininde güç bulduğunu/aldığını belirtmeden olmaz. Sosyalist birikim hala uzun yılların tozlarını üzerinden-zorlu ve çok yönlü bir mücadele içinde-atmaya çalışıyor.
Sosyalist 'sol'cuların da, onlar hakkında analiz yapanların da bu mücadelenin 'ultra' maraton mücadelesi olduğunu bilince çıkarmaları gerekli, sanırım.