Meclis başkanının bu önerisi ne bireysel, ne tesadüfi, ne de
zamansız! Meclis başkanı iktidar mahfillerinde planlanan bir projenin açılış
vuruşunu yaptı. Merak etmeyiniz, devamı da gelecek…
Proje en özet haliyle: kaçınılmaz görünen anayasa referandumuna giden önümüzdeki birkaç ayı
müslümanlar, müslümanlığa karşı
olanlar-siz bu başlığın altını din düşmanları, ateistler….vb bir çok sıfatla
doldurabilirsiniz- arasındaki bir cepheleşme süreci haline getirmek. Bu süreç
projenin kısa vadeli hedefi, tabii ki! Diyelim ki bu kısa vadede projeyi
uygulama imkanını bulamadılar. Tabii ki vazgeçecek değiller.
Aslında onların derdi anayasada laiklik ibaresinin geçip
geçmemesi de değil. Siz anayasaya öyle anlayışlar yerleştirirsiniz ki kırk
yerde ‘laiklik’ ifadesi de geçse hiçbir anlamı olmayabilir. Hatta aslına
bakarsanız; iktidar tekeli onlarda olduğu sürece anayasada belirlenen laiklik
anlayışıyla hiçbir problemleri de olmayabilir. Sonuç olarak onların iktidara
gelişleri bu ‘laik’ anayasa altında gerçekleşmedi mi? Anayasada ifadesini bulan
‘laiklik’ anlayışı-siz buna laiklik der misiniz, bilemem- sonuç olarak dinin
devletleştirilmesi değil midir? Eğer siz devleti tekelinize almışsanız, bu
şekilsel laiklik kavramıyla ne derdiniz olabilir? Karışık mı oldu, açayım…
Erdoğan yönetimindeki oligarşik iktidar; hedeflediği
başkanlık rejimi çerçevesinde anayasayı oluştururken sünni- islami referansları
politikleştirerek anayasanın özüne yerleştirmek istiyor. Dini kuralların-Erdoğan’ın
anladığı anlamda- anayasanın ruhuna nüfuz ettirilmesini istiyor. İlla bu amacın
‘devletin dini islamdır’ ya da ‘toplum nizamında dini kurallar esas alınır’
şeklinde formüle edilmesi gerekmez. Siz öyle bir şekilde anayasa hazırlarsınız ki,
ona uygun atılacak her türlü adım ya da yapılacak düzenleme dini referanslar
dikkate alınmadan yapılamayacak hale gelir. Peki neden özü itibarıyla dini
referansları temel alan ya da dini referansları toplumsal düzenlemenin her
adımında dikkate almak zorunda bırakan bir anayasaya ihtiyaçları var?
İktidar
Hiçbir iktidar, ne kadar güçlü ve etkin ordu, polis,
istihbarat, yargı ve kamuoyu oluşturma araçlarına sahip olursa olsun salt bu
araçlarla iktidarda kalamaz. Ha keza hiçbir iktidar üretim ilişkileri
düzleminde yarattığı ekonomik gücü ile de kalıcı iktidarın koşullarını
yaratamaz. Onun en az bunlar kadar hatta bunlardan daha önemlisi ‘ideolojik
hegemonya’ya ihtiyacı vardır. Bu anlamda Erdoğan’ın oligarşik iktidarı güçlü
bir ideolojik araca sahip, politikleştirilmiş islamın bir mezhebi esas alan
yorumu. Üstelik bu ideolojik avadanlık tarihsel olarak muhalefeti ya da
karşıtlığı ezmekte son derece işlevsel olduğunu defalarca kanıtlamış. Devletin
müslüman olmayan azınlıkları tasfiyesinde, bağımsızlık isteyen gençlerin çivili
sopalar ve kamalarla bertaraf edilmesinde, hak arama mücadelelerinin vahşice
bastırılmasında, özgürlükçü aydınların saf dışı bırakılmasında…vb. Bu anlamda
politikleştirilmiş islam, tarihsel olarak, ‘din elden gidiyor’ sloganlarıyla
sözümona laik olan muktedirlerin elinde kitlelerin iktidar çıkarları için
seferber etmede ve örgütlemede militan bir ol oynamıştır. Bu kadrolar içinde
yetişmiş politik kişilikler şimdi iktidarda ve onlar bu politikleştirilmiş islamın toplumsal nizamın harcı olmasını istiyorlar…
Bu noktada denilebilirki, ‘zaten 14 yıldır yapılan bu değil
midir?’ Doğrudur, ‘yapılanların’ en önemli ayaklarından biri budur, 14 yıldır!
Dindar ve kindar nesiller yaratmak, bu amacın vakıflar, yurtlar, kurslar,
evler, okullar ve müfedatın yeniden düzenlenmesi gibi araçlarını
yaygınlaştırmak güçlendirmek ve etkinleştirmek. Devletin eğitim kurumlarını
buna göre şekillendirmek. Daha da önemlisi bu kurumları ve dini faaliyetleri fiziken daha
büyük ve gösterişli ibadethaneler açarak görünür kılmak. Peki yetmiyor mu,
yetmiyor…
Neden
yetmiyor?
Çünkü iktidarı hem
çok güçlü hem çok güçsüz… Güçlü yanları hepimizin malumu iktidar tekeline
sahip. Diğer iktidar odaklarını-ordu ve diğer sermaye çevrelerini- çeşitli
tedbirler ve açılımlarla bir anlamda yedeklemiş, hatırı sayılır bir sermaye
birikim yaratmış, güçlü ve yaygın kamuoyu oluşturma araçlarına sahip, daha da önemlisi hala %50 seçmen desteğine
sahip. Kolluk elinde, istihbaratı
tekelleştirerek eline geçirmiş… Tek başına iktidar… Kayyum sistemini hem
muhalefeti susturmak hem de sermaye birikimi için fütursuzca kullanıyor.
Ancak rahat değil, tedirgin. İki büyük travma yaşadı, ödü
koptu. Gezi ve 17-25 Aralık… Kürtleri dize getiremedi yedekleyemedi… Ahlaki
inanırlılığı büyük ölçüde deforme oldu. Ve büyük bir beceri(!) ile son derece
anlamlı bir kitleselliğin nefret objesi haline gelmeyi başardı. Ne kadar son
zamanlarda bu durumu değiştirmek için çaba harcasa da dünya çapındaki
hegemonlarla ve komşularıyla başı dertte; ‘değerli yalnızlık’! Ve bu iktidar
kendi altında fay hatlarına sahip ve bu fay hatları devamlı enerji biriktiriyor…
Bu koşullarda ihtiyacı olan şey, ideolojik hegemonya aracı olarak politik
islama en temel toplumsal sözleşme olan anayasa içinde yer açmak, bu anlamda
politik islamı temel sözleşmenin ruhuna yedirerek onu anayasal statüye
kavuşturmak… İktidarını kalıcılaştırmanın yolunu bu şekilde
sağlayabileceklerini öngörüyorlar… Ve bunun formülünü arıyorlar… Bir yandan
başkanlık rejiminin esaslarını, diğer yandan politik islami referansların yol
göstericiliğini anayasal çerçeve haline getirmek. Proje budur.
Buraya kadar ifade edilenler; iktidar muhalifi çevrelerin
demokrasi, eşitlik ve özgürlük programlarının en önemli ayaklarından birinin
güncelleştirilmiş deyimiyle ‘laiklik’ için mücadele olduğunu temellendirmek
amacına yönelikti. Tabii ki, diğer en önemli ayak barış mücadelesi olmaya devam ediyor.
İhtiyacımız
korunması değil, kazanılması gereken bir laiklik olduğu!
Ancak başka bir yazının konusu olabilecek olduğunun kaydını
düşerek korunulması gereken bir ‘laikliğimizin' değil, kazanılması gereken bir
laikliğimiz’ olduğunu unutmamalıyız. Kemalizmin bize bıraktığı ‘laiklik’ mirası
sakattır. Dinin devletleştirimesi esasına dayanmaktadır, Ordunun ve
bürokrasinin payandası olduğu bir garabettir. Bu garabet bir yandan derinden politik islamın
devlet eliyle toplumun dokularına nüfuz etmesini teşvik ederken, diğer yandan
muhalefeti ezmekte bir avadanlık olarak devletin bir parçası olma sonucunu
yaratmıştır. Laiklik kavramımızın içini dolduralım ve Evren paşa ve Çevik Bir laikliğinden
kendimizi arındıralım.
Son not; Kürt siyasi hareketi karşıtlığı temelinde ve onların
duyarlılıklarına rağmen 'laiklik' için mücadele olmaz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder