AKP’nin hedefi, Erdoğan’ın bir zamanlar sarfettiği sözlerine bakarsak,
2071’i öngörüyor. Ne kadar arzulu, hırslı olursa olsun her şeyden önce doğanın
acımasız yasalarının kişisel ikbalinin o tarihlere ulaşmasına meydan verip
vermeyeceğinden bağımsız olarak; bu perspektifle, gerçekleştirmek istediği sünni-muhafazakar ve
faşizan rejimin kurumlaşmasından ve geleceğe kalmasından ve bir yandan da taraftarı
konsolide etmek bakımından bir propaganda sloganı olarak dem vurduğu açık…
Bırakın 2071 hedefini, daha güncel 2023 eşiğine ulaşılıp ulaşılamayacağı başlı
başına tartışılmaya değer bir konu.
AKP ve Dış politika…
Bu açıdan çeşitli alanlardaki AKP potansiyelinin başlıklar halinde de
olsa tahlil edilmesi gerekiyor. Malumu ilan ederek başlamak gerekirse AKP ‘dış’
müttefiklerinden büyük ölçüde izole olmuş durumda. Şimdiki başbakanın bir süre önce veciz bir şekilde ifade ettiği
gibi Türkiye ‘değerli bir yalnızlık’ içerisinde. AB troykası ‘mülteci santajı’
ile marke edilmiş olsada mevcut gidişata ilişkin hoşnutsuzluklar resmi gayrı resmi yollardan sık sık dile
getiriliyor. Bu alanı izleyenlerin kolayca farkedecekleri gibi, batı emperyalistleri
açısından AKP dış politikası sabitinden kurtulmuş bir mayın olarak hegomonya alanları denizinde ‘tehlikeli’ bir
biçimde dolaşmaktadır. Ancak batının iktidara yönelik rezervlerininve
itirazlarının tamamen kendi emperyal çıkarlarına bağlı olduğu gerçeğini
unutmamak gerekir. Bu anlamda bu itirazlar henüz bu iktidardan vazgeçtikleri
anlamına gelmiyor.
Kala kala ortada teklifsiz dostlar(?) olarak Suudiler, Katar ve Bahreyn
kalmış durumda. Azarbeycan bile İsrail’le geliştirdiği sıkı ilişkiler ve mutlaka
hesaba katılması gereken Rusya faktörü dolayısıyla ‘teklifsiz dostlar’ arasında
sayılabilir mi, bilmiyorum. Bölge başta olmak üzere hırsı boyundan büyük, aynı
zamanda hiçbir rasyonel hesaba dayanmayan yayılmacı dış politikanın fiyaskoyla
sonuçlandığı herkes tarafından görülüyor. Şimdi gelinen noktanın birkaç yıl
öncesine kadar neredeyse baş düşman ilan edilen israil ve Mısır’la ilişkilerin
gayrı resmi olarak yeniden inşa edilmesi çabaları olması durumu yeterince
açıklıyor sanırım.
AKP ve iç politika…
AKP itidarının bizzat Erdoğan tarafından belirlenen mevcut iç siyasetine
baktığınızda tuhaf bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. 41 milletvekili
fazlalığıyla-salt çoğunluk bakımından- tek başına iktidar olan bir partinin,
üstelik diğer partilerin biraraya gelme yeteneği geliştirseler bile salt
çoğunluğun çok altında kaldığı koşullarda bu ölçüde saldırgan bir politika
izlemesi; tuhaf(!) olan bu. Üstelik en
kötü şartlarda sahip olduğu, bütün iç-dış dost ve düşmanlarının dikkate alması
gereken %50’lik kitle desteğine rağmen. Denilebilir
ki, parlamento çoğunluğu son tahlide bir şey ifade etmez. Nitekim en son 28
Şubatta ve bir çok örnekte bunu yaşadık…
Ancak yine takdir edilmelidir ki, durum önceki örneklerinden çok
farklı, artık… Tamamen denetim altına alınmış bir İstihbarat teşkilatı ve
kolluk-polis- gücü… Diğer yandan ‘cemaat’ yerine bir koalisyon ortağı olarak
ikame edilmiş ordu. ‘Cemaat’le benzeştirme yapılması, yeni ortağın, içinde yapılan
bütün tasfiyelere rağmen pek de istikrarlı bir müttefik-ortak- sayılmayacağına
dair bir şerh düşme kaygısıyladır. Bugün
bu koalisyonun esas itibarıyla Kürt politikası ve bunun bölgesel tehlikelerinin
zemininde vücut bulduğunu ve bu zemin kadar güçlü ya da zayıf olduğunu
belirtmek gerekir. Bütün iktidar tepelerinden seslendirilen ‘kahraman ordumuz’
edebiyatına rağmen, en azından yandaş kalemşörlerden beslenen güvensizliği
anlamak mümkündür.
Yargı, son birkaç yılda pervasızca sürdürülen tasfiyeler sonucu büyük
ölçüde ‘cemaatten’ arındırılarak sayıca çok etkin olmamakla birlikte ‘ulusalcı’larla
da ittifak yapılarak denetim altına alınmıştır. Öyle ki artık neler yapılması,
kimlerin hangi suçlardan soruşturmaya uğraması ya da tutuklanması gerektiğine iktidarın
en tepesi alenen karar vermektedir. Acıklı olan bu yönlendirmelerin yargı
düzeyinde karşılık bulmasıdır.
Ekonomi son derece kırılgan bir
yapıya sahip olsa da-sıcak ve kaynağı büyük oranda belirsiz para girişine
dayanması bakımından- kredilendirme yoluyla kitleleri kendine bağlayarak sürdürülebilir
durumda görünüyor. AKP iktidarı dayandığı sermaye kesimlerini hızla geliştirip
güçlendirirken, kendisine yönelik tereddütlü yaklaşımlara sahip ‘İstanbul
sermayesini de’ yedeklemiş görünüyor. Ha keza yazılı ve görsel basın-eğer bir oranla ifade etmek gerekirse-
%95 ele geçirilmiş durumdadır. Diğer kısmı ise büyük bir tehdit ve baskı
ortamında varlık ve yokluk savaşı vermektedir. Yazılı ve görsel basının büyük çoğunluğu tetikçilik yapma düzeyinde bir ‘yandaşlık’
potansiyeli gösterirken, diğer ‘güçlü’ kesimi de diz çöktürülmüş, teslim alınmıştır.
Sendikalar alanında AKP TÜRK-İş’i -doğası gereği- iktidara yedeklemiş, DİSK,
KESK ve kimi diğer sendikalar dışında güçlü bir hakimiyet alanı oluşturmuştur.
YÖK vasıtasıyla akademiya bürokrasisinde birkaç üniversite dışında tam bir hakimiyet alanı oluşturmuştur.
AKP, iç politikada zaaflı alanlar…
Çok açıktır ki, bu başlıkta öncelikle üstesinden gelinemeyen ve yok
edilemeyen Kürt siyasi direnişinden söz etmek gerekir… Bu satırların sahibi 7
Hazirandan beri sürdürülen yoketme ve
imha politikalarının esas hedefinin ‘terörizm ve teröristler’ başlığı altında; ‘başkanlık
rejimi’ hedeflerini suya düşüren HDP olduğu kanaatindedir. Ama görünen odur ki,
bu amansız imha politikaları ve HDP’yi siyaset alanından tasfiye etme çabaları
sonuç vermemektedir. Nitekim son olarak ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’ gibi
son derece netameli –AKP içi bakımından- bir noktaya gelinmiş olması açısından HDP hala başkanlık rejimi hayallerinin önünde ciddi bir engel olarak
durmaktadır. Ve üstelik her ne kadar Türkiye sathına anlatılması bakımından
zaaflı bir durum ifade etse de- orta vadede- tutarlı, demokratik bir alternatif
rejim önerileri paketine sahip olarak.
CHP bütün politik zaaflarına-devlet partisi olma anlamında- ve ciddi
siyasi yönelim eksikliklerine-Kürt sorununa mesafeli yaklaşımları- rağmen nicelik
olarak en güçlü ve ciddi bir muhalif güç olarak AKP tarafından
etkisizleştirilememiştir. Çok açıklıkla görünen odur ki, CHP Kürt sorunu ile
içsel bir bütünleşme sağlayabilse ortaya çıkacak sinerji AKP iktidarı için en hayati tehlikeyi
oluşturacaktır. Ancak iktidarın ‘terörizm ve teröristler’ başlığı altında
sürdürdüğü amansız kampanya, devlet kurucusu reflekslerinden bir türlü
kopamayan CHP’yi paralize etmektedir.
Etkililik bakımından Cumhuriyet başta olmak üzere, Birgün, Evrensel… vb.
basın organları, ve sayıları çok az olan görsel medya ve internet medyası gerçekten
kahramanca ve tavizsiz bir mücadele
vermektedir. Mali ve cezai akılalmaz saldırılara rağmen sindirilememektedirler.
İktidar tarafından sosyalist kişi ve partiler, kadın hareketleri, başta Disk ve
KESK olmak üzere sendikalar ve odalar ve sivil toplum kuruluşları, barış ve
demokrasi talep eden akademisyenler, gazeteciler ve aydınlar, gençler, demokratlar etkisizleştirilemiyor.
Ezilen işçi ve emekçilerin kitlesel hareketliliği henüz AKP iktidarını
tehdit edecek boyutlarda değil . 12 Eylül döneminde başlatılan ve halihazırdaki
iktidar tarafından sürdürülen sendikasızlaştırma, ezilen sınıf ve tabakaların
örgütsüzleştirilmesi çabaları hala etkisini koruyor. Buna rağmen kimi sınıf
hareketliliklerinin son dönemlerde görülüyor olması önemli ve umut verici
gelişmeler. Kaldı ki, iktidarın servet dağıtma politikaları çerçevesinde sürdürdüğü
doğa tahribatına yönelik talan projeleri kitlesel tepkilere maruz kalıyor. Nükleer
santrallere, Hes ve termik santrallere karşı yürütülen etkili mücadeleler hem
döneme özgü demokratik, örgütlü inisiyatifleri ortaya çıkarıyor hem de kitlesel
tepkiyi üretiyor.
AKP iktidarı açısından zaaflı alanlara işaret ederken AKP içindeki
kopuş potansiyellerine işaret etmemek olmaz. Bel bağlanacak olup olmaması
tartışmalarından bağımsız olarak AKP içindeki fay hatlarını dikkate almamak
rasyonel bir tutum değil. Ne zaman fiile dönüşeceği belli olmasa da, bu fay
hatlarının ciddi enerji biriktirdiği günlük basından bile takip edilir hale
geldi. Bu fay hatlarının harekete geçmesinin önünde Erdoğan hem bir engel, hem
de bir tetikleyici rol oynuyor. En ince ayrıntıda bile gündem belirleyen ve tüm
yetkiyi elinde toplayan ‘başkan’ kaynaklı agresif politikalar hem sindirici,
hem de kaynayan kazanın altındaki ateşi harlayıcı bir rol oynuyor. Bu cümleden
hareketle AKP ve bir zamanlar sahip olunan ‘dava’, iktidar alanını hızla
daraltan ve oligarşik yapılanmayı geliştiren Erdoğan ve yakın çevresi tarafından
araçsallaştırılmaktadır. Ve bu durum her
geçen gün daha da görünür olmaktadır. Bu alanın harekete geçmesinin bir diğer
önemli boyutu da İktidardan nemalanan sermaye çevrelerinin giderek artan
zenginleşme sürecinin akamete uğraması ihtimali olduğunun altını çizmek
gerekir.
Neden ‘tuhaf’
Demokratik ve sosyalist direniş odaklarına rağmen, iktidarını tehdit
eden güncel bir tehlike olmadığı halde, iktidarının sahip olduğu güçlü
avantajlara rağmen Erdoğan’ın şahsında iktidar neden agresif politikalarında her
an ‘el yükseltmekte’dir? Başka bir deyimle bu avantajlara rağmen neden ‘rahat’
değildir?
Bunun esasta birbirini besleyen iki nedeni var; bir ve en önemlisi
siyasette ‘tam tekel’ peşinde olması. Başka bir deyimle iktidar sahiplerinin hedefinin despotik ve
totaliter bir rejim inşa etmek olması. İkincisi
gezi direnişi, Kürt direnişi, 17-25 Aralık soruşturması teşebbüsleri,..vb gibi
kalkışmaların etkisini hala üzerlerinden atamamış olmaları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder