12 Nisan 2016 Salı

TÜRKİYE, NEREYE DOĞRU? BU TERAZİ BU SIKLETİ ÇEKER Mİ?


AKP’nin hedefi, Erdoğan’ın bir zamanlar sarfettiği sözlerine bakarsak, 2071’i öngörüyor. Ne kadar arzulu, hırslı olursa olsun her şeyden önce doğanın acımasız yasalarının kişisel ikbalinin o tarihlere ulaşmasına meydan verip vermeyeceğinden bağımsız olarak; bu perspektifle,  gerçekleştirmek istediği sünni-muhafazakar ve faşizan rejimin kurumlaşmasından ve geleceğe kalmasından ve bir yandan da taraftarı konsolide etmek bakımından bir propaganda sloganı olarak dem vurduğu açık… Bırakın 2071 hedefini, daha güncel 2023 eşiğine ulaşılıp ulaşılamayacağı başlı başına tartışılmaya değer bir konu.

AKP ve Dış politika…
Bu açıdan çeşitli alanlardaki AKP potansiyelinin başlıklar halinde de olsa tahlil edilmesi gerekiyor. Malumu ilan ederek başlamak gerekirse AKP ‘dış’ müttefiklerinden büyük ölçüde izole olmuş durumda. Şimdiki başbakanın  bir süre önce veciz bir şekilde ifade ettiği gibi Türkiye ‘değerli bir yalnızlık’ içerisinde. AB troykası ‘mülteci santajı’ ile marke edilmiş olsada mevcut gidişata ilişkin hoşnutsuzluklar  resmi gayrı resmi yollardan sık sık dile getiriliyor. Bu alanı izleyenlerin kolayca farkedecekleri gibi, batı emperyalistleri açısından AKP dış politikası sabitinden kurtulmuş bir mayın olarak  hegomonya alanları denizinde ‘tehlikeli’ bir biçimde dolaşmaktadır. Ancak batının iktidara yönelik rezervlerininve itirazlarının tamamen kendi emperyal çıkarlarına bağlı olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Bu anlamda bu itirazlar henüz bu iktidardan vazgeçtikleri anlamına gelmiyor.
Kala kala ortada teklifsiz dostlar(?) olarak Suudiler, Katar ve Bahreyn kalmış durumda. Azarbeycan bile İsrail’le geliştirdiği sıkı ilişkiler ve mutlaka hesaba katılması gereken Rusya faktörü dolayısıyla ‘teklifsiz dostlar’ arasında sayılabilir mi, bilmiyorum. Bölge başta olmak üzere hırsı boyundan büyük, aynı zamanda hiçbir rasyonel hesaba dayanmayan yayılmacı dış politikanın fiyaskoyla sonuçlandığı herkes tarafından görülüyor. Şimdi gelinen noktanın birkaç yıl öncesine kadar neredeyse baş düşman ilan edilen israil ve Mısır’la ilişkilerin gayrı resmi olarak yeniden inşa edilmesi çabaları olması durumu yeterince açıklıyor sanırım.

AKP ve iç politika…
AKP itidarının bizzat Erdoğan tarafından belirlenen mevcut iç siyasetine baktığınızda tuhaf bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. 41 milletvekili fazlalığıyla-salt çoğunluk bakımından- tek başına iktidar olan bir partinin, üstelik diğer partilerin biraraya gelme yeteneği geliştirseler bile salt çoğunluğun çok altında kaldığı koşullarda bu ölçüde saldırgan bir politika izlemesi; tuhaf(!) olan bu. Üstelik en kötü şartlarda sahip olduğu, bütün iç-dış dost ve düşmanlarının dikkate alması gereken %50’lik kitle desteğine rağmen.  Denilebilir ki, parlamento çoğunluğu son tahlide bir şey ifade etmez. Nitekim en son 28 Şubatta ve bir çok örnekte bunu yaşadık…
Ancak yine takdir edilmelidir ki, durum önceki örneklerinden çok farklı, artık… Tamamen denetim altına alınmış bir İstihbarat teşkilatı ve kolluk-polis- gücü… Diğer yandan ‘cemaat’ yerine bir koalisyon ortağı olarak ikame edilmiş ordu. ‘Cemaat’le benzeştirme yapılması, yeni ortağın, içinde yapılan bütün tasfiyelere rağmen pek de istikrarlı bir müttefik-ortak- sayılmayacağına dair bir şerh düşme kaygısıyladır.  Bugün bu koalisyonun esas itibarıyla Kürt politikası ve bunun bölgesel tehlikelerinin zemininde vücut bulduğunu ve bu zemin kadar güçlü ya da zayıf olduğunu belirtmek gerekir. Bütün iktidar tepelerinden seslendirilen ‘kahraman ordumuz’ edebiyatına rağmen, en azından yandaş kalemşörlerden beslenen güvensizliği anlamak mümkündür.
Yargı, son birkaç yılda pervasızca sürdürülen tasfiyeler sonucu büyük ölçüde ‘cemaatten’ arındırılarak sayıca çok etkin olmamakla birlikte ‘ulusalcı’larla da ittifak yapılarak denetim altına alınmıştır. Öyle ki artık neler yapılması, kimlerin hangi suçlardan soruşturmaya uğraması ya da tutuklanması gerektiğine iktidarın en tepesi alenen karar vermektedir. Acıklı olan bu yönlendirmelerin yargı düzeyinde karşılık bulmasıdır.
Ekonomi  son derece kırılgan bir yapıya sahip olsa da-sıcak ve kaynağı büyük oranda belirsiz para girişine dayanması bakımından- kredilendirme yoluyla kitleleri kendine bağlayarak sürdürülebilir durumda görünüyor. AKP iktidarı dayandığı sermaye kesimlerini hızla geliştirip güçlendirirken, kendisine yönelik tereddütlü yaklaşımlara sahip ‘İstanbul sermayesini de’ yedeklemiş görünüyor. Ha keza yazılı ve görsel basın-eğer bir oranla ifade etmek gerekirse- %95 ele geçirilmiş durumdadır. Diğer kısmı ise büyük bir tehdit ve baskı ortamında varlık ve yokluk savaşı vermektedir. Yazılı ve görsel basının büyük  çoğunluğu tetikçilik yapma düzeyinde bir ‘yandaşlık’ potansiyeli gösterirken, diğer ‘güçlü’ kesimi de diz çöktürülmüş, teslim alınmıştır.
Sendikalar alanında AKP TÜRK-İş’i -doğası gereği- iktidara yedeklemiş, DİSK, KESK ve kimi diğer sendikalar dışında güçlü bir hakimiyet alanı oluşturmuştur.
YÖK vasıtasıyla akademiya bürokrasisinde birkaç üniversite dışında  tam bir hakimiyet alanı oluşturmuştur.

AKP,  iç politikada  zaaflı alanlar…
Çok açıktır ki, bu başlıkta öncelikle üstesinden gelinemeyen ve yok edilemeyen Kürt siyasi direnişinden söz etmek gerekir… Bu satırların sahibi 7 Hazirandan beri  sürdürülen yoketme ve imha politikalarının esas hedefinin ‘terörizm ve teröristler’ başlığı altında; ‘başkanlık rejimi’ hedeflerini suya düşüren HDP olduğu kanaatindedir. Ama görünen odur ki, bu amansız imha politikaları ve HDP’yi siyaset alanından tasfiye etme çabaları sonuç vermemektedir. Nitekim son olarak ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’ gibi son derece netameli –AKP içi bakımından- bir noktaya gelinmiş olması açısından HDP hala başkanlık rejimi hayallerinin önünde ciddi bir engel olarak durmaktadır. Ve üstelik her ne kadar Türkiye sathına anlatılması bakımından zaaflı bir durum ifade etse de- orta vadede- tutarlı, demokratik bir alternatif rejim önerileri paketine sahip olarak.
CHP bütün politik zaaflarına-devlet partisi olma anlamında- ve ciddi siyasi yönelim eksikliklerine-Kürt sorununa mesafeli yaklaşımları- rağmen nicelik olarak en güçlü ve ciddi bir muhalif güç olarak AKP tarafından etkisizleştirilememiştir. Çok açıklıkla görünen odur ki, CHP Kürt sorunu ile içsel bir bütünleşme sağlayabilse ortaya çıkacak sinerji  AKP iktidarı için en hayati tehlikeyi oluşturacaktır. Ancak iktidarın ‘terörizm ve teröristler’ başlığı altında sürdürdüğü amansız kampanya, devlet kurucusu reflekslerinden bir türlü kopamayan CHP’yi paralize etmektedir.
Etkililik bakımından Cumhuriyet başta olmak üzere, Birgün, Evrensel… vb. basın organları, ve sayıları çok az olan görsel medya ve internet medyası gerçekten kahramanca ve tavizsiz  bir mücadele vermektedir. Mali ve cezai akılalmaz saldırılara rağmen sindirilememektedirler. İktidar tarafından sosyalist kişi ve partiler, kadın hareketleri, başta Disk ve KESK olmak üzere sendikalar ve odalar ve sivil toplum kuruluşları, barış ve demokrasi talep eden akademisyenler, gazeteciler ve aydınlar,  gençler, demokratlar etkisizleştirilemiyor.
Ezilen işçi ve emekçilerin kitlesel hareketliliği henüz AKP iktidarını tehdit edecek boyutlarda değil . 12 Eylül döneminde başlatılan ve halihazırdaki iktidar tarafından sürdürülen sendikasızlaştırma, ezilen sınıf ve tabakaların örgütsüzleştirilmesi çabaları hala etkisini koruyor. Buna rağmen kimi sınıf hareketliliklerinin son dönemlerde görülüyor olması önemli ve umut verici gelişmeler. Kaldı ki, iktidarın servet dağıtma politikaları çerçevesinde sürdürdüğü doğa tahribatına yönelik talan projeleri kitlesel tepkilere maruz kalıyor. Nükleer santrallere, Hes ve termik santrallere karşı yürütülen etkili mücadeleler hem döneme özgü demokratik, örgütlü inisiyatifleri ortaya çıkarıyor hem de kitlesel tepkiyi üretiyor.
AKP iktidarı açısından zaaflı alanlara işaret ederken AKP içindeki kopuş potansiyellerine işaret etmemek olmaz. Bel bağlanacak olup olmaması tartışmalarından bağımsız olarak AKP içindeki fay hatlarını dikkate almamak rasyonel bir tutum değil. Ne zaman fiile dönüşeceği belli olmasa da, bu fay hatlarının ciddi enerji biriktirdiği günlük basından bile takip edilir hale geldi. Bu fay hatlarının harekete geçmesinin önünde Erdoğan hem bir engel, hem de bir tetikleyici rol oynuyor. En ince ayrıntıda bile gündem belirleyen ve tüm yetkiyi elinde toplayan ‘başkan’ kaynaklı agresif politikalar hem sindirici, hem de kaynayan kazanın altındaki ateşi harlayıcı bir rol oynuyor. Bu cümleden hareketle AKP ve bir zamanlar sahip olunan ‘dava’, iktidar alanını hızla daraltan ve oligarşik yapılanmayı geliştiren Erdoğan ve yakın çevresi tarafından araçsallaştırılmaktadır.  Ve bu durum her geçen gün daha da görünür olmaktadır. Bu alanın harekete geçmesinin bir diğer önemli boyutu da İktidardan nemalanan sermaye çevrelerinin giderek artan zenginleşme sürecinin akamete uğraması ihtimali olduğunun altını çizmek gerekir.

Neden ‘tuhaf’
Demokratik ve sosyalist direniş odaklarına rağmen, iktidarını tehdit eden güncel bir tehlike olmadığı halde, iktidarının sahip olduğu güçlü avantajlara rağmen Erdoğan’ın şahsında iktidar neden agresif politikalarında her an ‘el yükseltmekte’dir? Başka bir deyimle bu avantajlara rağmen neden ‘rahat’ değildir?
Bunun esasta birbirini besleyen iki nedeni var; bir ve en önemlisi siyasette ‘tam tekel’ peşinde olması. Başka bir deyimle  iktidar sahiplerinin hedefinin despotik ve totaliter bir rejim inşa etmek  olması. İkincisi gezi direnişi, Kürt direnişi, 17-25 Aralık soruşturması teşebbüsleri,..vb gibi kalkışmaların etkisini hala üzerlerinden atamamış olmaları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...