12 Ocak 2016 Salı

Demirtaş ve Ahmet Hakan'ın anlamadığı!


A.Hakan Demirtaş'ı cesur olmaya davet ederek, onun 'dağa dönmesini', yumruğunu sıkarak ve hatta köprüleri atmayı göze alarak haykırmasını istiyor:
"....
-"Akıttığınız kanda boğulacaksınız".
-"Kan akıtarak benim hakkımı savunamazsınız"
-"Ben siyasetle çözeceğim, bana bırak bu işi"
-"Bildiğiniz tek şey öldürmek mi?".
-"Yaptığınız her katliamla insanlıktan çıkıyorsunuz".
-"Ne kadar da meraklıymışsınız öldürmeye"
-"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz"
-"Bir damla daha kan dökerseniz karşınızda bizi bulursunuz"
-"Size polis, asker öldürtmeyeceğiz"
-"Size kafaya kurşun sıktırtmayacağız"
-"Size kan döktürmeyeceğiz"
A.Hakan gibi siyaseti okumayı bilen, siyasi temsiliyetlerin  karakterlerini iyi bilen birinin ve iyi bir gazetecinin klavyesinden bu sözcüklerin dökülmesi bir çok kişi için şaşırtıcı oldu. Hakan'ın çeşitli kritik aşamalarda gösterdiği cesur ve kararlı tutumları bilmesek; o da iktidarın ve yancı kuruluşların yaygın psikolojik terör bombardımanının etkisinde kaldı, deyip geçebilirdik. Ya da mensup olduğu grup 'ayağını denk al, ileri gittin' dedi, diye düşünebilirdik. Ya da mesele 'terör' olunca ya da terör gibi yansıtılır ve fırtına koparılınca herkes gibi o da hizaya girdi, diyebilirdik. Ama A. Hakan böyle biri değil. Dolayısıyla bir anlamlandırma çabasını fazlasıyla hak ediyor.
-Bir kere Hakan'ın HDP'nin mental olarak ya da fiilen terör, şiddet ve silahla hiçbir ilişkisinin olmadığını en iyi bilenlerden biri olması gerekirdi.  En azından kendi röportajlarından ya da tartışma programlarında ya da başka platformlarda HDP'nin yetkili ağızlarından defalarca yapılan 'bıktırıcı' açıklamalardan. Oysa bu mektupta yaptığı çağrıyla Hakan HDP'nin 'şiddetle ya da şiddeti esas alan örgütlerle' şiddet temelli bir organik bağ içerisinde bulunduğu iddialarına hak verdiği izlenimi bırakıyor.
-Ayrıca A. Hakan gibi bir gazetecinin,  HDP'nin bir silahlı örgüt olarak PKK ile ilişkisinin özgünlüğünü ve farklılığını en iyi analiz edecek kişi olması beklenirdi. Bu konuda da tereddüt uyandırıyor, yukarıdaki satırlarıyla. PKK, siz beğenin beğenmeyin, binlerce silahlı üyesi olan ve bölgesel çapta milyonlarca sempatizanı olan bir örgüt. Vatandaşlarımız arasında da son derece anlamlı bir nüfus yoğunluğu bu örgüte ve onun hapisteki liderine önder ya da-en azından- saygın kişi, sözüne kulak verilmesi gereken kişi olarak bakıyor. Ve bu örgüt Kürt sorununun çözümünü varlık nedeni olarak belirleyen bir yapılanma. Nitekim devlet de bu örgütün hapisteki liderini muhatap alıyor. Ha keza HDP'nin ağırlıklı bileşeni olan Kürt siyasi hareketi de aynı zamanda Kürt sorununun çözümü için çaba harcayan kitlesel-yasal bir siyasi hareket. Bu yüzüyle HDP, PKK ile aynı siyaset coğrafyasında mücadele ediyor. PKK beğenmediğimiz ve tasvip etmeyeceğimiz yöntemlerle de olsa bu devasa ve çok önemli sorunu Türkiye'nin gündemine taşımış bulunuyor. Birkaç yıldır devam edegelen 'çözüm süreci' de bu durumun en bariz göstergesi değil midir? İnişli çıkışlı bir süreç içinde de olsa, hatta bugün akamete uğramış görünse de silahların devre dışı bırakılması amacı taşıyan bu barışçı çözüm arayışlarının bir ürünü değil midir, HDP?  HDP en temel söyleminin 'silahların susması ve cenazelerin son bulması' olduğu neden görülmek istenmez? HDP'nin Türkiye'nin bu tayin edici sorunun aşılmasında silahsız bir çözümün garantisi olduğu neden bir türlü anlaşılmak istenmez?
HDP'nin barış için bu son derece önemli misyonunun, silahlı hareketle-PKK- arasına 'mesafe' koymaktan değil, onunla 'yakınlığından' geçtiği neden kavranmak istemez? Bu 'yakınlığın' bir çeşit kolaylaştırıcı-barışa giden yolda- rol oynadığı en azından son birkaç yıl içerisinde neden görülmek istenmez. Ha keza devletin, son yıllarda, HDP'nin bu fonksiyonunu bolca kullandığı açık değil midir? Bu koşullarda HDP'den nasıl bir 'güvenlikçi devlet bürokratı' üslubu beklenebilir? Önemli olan silahlı şiddet araya mesafe koymak olduğu- silahlı şiddeti tasvip etmemesi- ki bunu her vesileyle yapıyorlar- neden yeterli görünmez?
-HDP'nin Kürt sorununun barışçı çözümü misyonunun yanına son derece kapsamlı bir demokrasi programı koyması, anlamlı bir çoğunluk olarak demokrat, sosyalist kişi ve kurumlarla birleşmesi  ve bu bileşiminin iki ay önce 6 milyonluk bir seçmen kitlesinin desteğini alarak 80 milletvekillik bir olanak sağlaması başta iktidar çevreleri olmak üzere kimi çevreleri belli ki son derece rahatsız etmişe benziyor. Bu nedenle geleneksel devlet refleksine umutsuzca yeniden sarılmış görünüyorlar. Yani soruna işaret eden ve sorunun çözümünün gereğini dile getiren bütün kişi ve kurumları 'silahlı örgütle işbirliği' içinde göstermek. Bu antika yöntemin yeniden piyasaya sürülmesi şaşırtıcı olmadığı kadar, egemenlerin çaresizliğini de gösteriyor. Şaşırtıcı olan bu 'zokayı' A. Hakan gibi bir gazetecinin de yutmuş olması.
İstenilen HDP'nin üslubunun, iktidarın ileri gelenlerinin ya da MHP'nin üslubu ile aynı dalga boyunda olması mıdır? Maksadın' HDP ile şiddet' ilişkisinin netleştirilmesi arzusu olmadığı çok açıktır. Aslında onlar da biliyor ki bu çok nettir. Tam tersine maksat, HDP'nin kendi şahsında barışı ve demokrasiyi elle tutulur hale getirmesinden duyulan korkudur. 

Cengizhan Güngör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...