02.08.2015
8 Haziran sabahı umuda uyanmıştık. Giderek oligarşik diktatörlüğe dönüşen
12 yıllık AKP iktidarı
parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmiş barış ve özgürlük mücadeleleri yolunda
ciddi bir eşik atlanır gibi olmuştu. Sevincimiz kursağımızda kaldı. Gerek
egemenin Osmanlıdan kalma ve devletçi gelenekten beslenen 'oyun'
kabiliyeti, gerekse kimi rastlantısal gelişmeler oligarşinin yeniden dizginleri
ele geçirmesine fırsat verdi. Şu anda seçimler üzerinden iki aya yakın bir
zaman geçti ve ülke hızla içte ve dışta hızla bir savaş ortamına sürükleniyor.
Çatışmasızlık hali sona erdirildi emekçilere, demokratlara, sivil toplum
örgütlerine ve Kürtlere karşı bölgesel bir savaş yeniden gündeme sokuldu. Genel
kanı, giderek tırmandırılan şiddet ortamında, başka bir deyimle her bakımdan
olağanüstü koşullarda bir tekrar seçim tezgahlamak ve bu koşullarda hiç olmazsa
tek başına iktidar olanağını 'tekrar' ele geçirmek.
Geldiğimiz bu noktada oligarşik dikta bir oldu bitti yaratarak duruma
egemen olmuş ve istikrarsızlığı körükleyerek askeri, polisi ve 'diğer'
kuvvetleri harekete geçirmiş ve dikkati kendi üzerinden uzaklaştırarak her
zaman kolaylaştırıcı devlet refleksi olan 'terör ve terörist' umacısını devreye
sokmayı becermiştir. Demek istenmektedir ki; 'seçimlerde kullandığınız oylar
bak nelere sebep oldu, yol yakınken örneğin 'tekrar' seçimde tutumunuzu
değiştirin'.
Bu koşullara nasıl gelindi?
-Bir çok politik gözlemci uzunca bir zamandan beri Erdoğan oligarşisinin
sandıkla ve barışçı bir şekilde iktidardan çekilme şansını artık kaybettiğini
tespit ediyordu. Arkada öylesine kabarık suç dosyaları ve bunlara ilişkin
kanıtlar birikmişti ki; iktidardan uzaklaşmak yüce divanı boylamak anlamına
gelmek demekti. Ancak bu tespit, egemenin nelere muktedir olduğu ve gözünü
kararttığında neler yapabileceği noktasında demokrasi güçlerinin hazırlıksız
yakalandığını görmemize engel değil. Naif bir hazırlıksız yakalanma hali.
Aslında ilginç olan şudur ki, özellikle Erdoğan ve yakın ekibi seçimlerden önce
demokrasi güçlerini 'uyarmışlardı'. Çok çarpıcı iki örnek vermekle yetinelim;
'400 milletvekili verin bitsin bu iş' ya da 'HDP barajı geçerse çözüm süreci
biter', 'masa yok, mutabakat yok, Kürt sorunu da yok. Böyle giderse süreç
biter' söylemleri. Ha keza HDP'ye yönelik 170'i aşkın saldırı. Bir kısmı şans
eseri bir kısmı ise HDP yönetiminin ve Kürt hareketinin basiretli tutumu
sayesinde 'ucuz' atlatılan korkunç provokasyonlar. Bunlar arasında Ağrı, Mersin
ve Adana bombaları ve Diyarbakır mitingine yönelik bombalı saldırı özellikle
zikredilmeli. Ve bu saldırıların neredeyse tamamının failleri yakalanmamış,
yakalanan birkaç örneğin ise bir kukladan ibaret olduğu hemen ortaya çıkmıştır.
Güvenlik güçleri sanki bu saldırganları korur bir tutum içerisine girmiş ve
arkalarındaki güçlere ulaşma çabası içerisine hiç girmemişlerdir.
Sonuç olarak bilinç kararması ya da geçmişte acı bir çok tecrübeyle
biriktirdiğimiz duyarlılıkları yitirme hali. Bu ruh halini, en tipik olarak 'MHP'nin davaya ihanet
etmesi' nedenine bağlayan ya da hemen terör ve terörist söylemi karşısında
devlet diline kayan ve 'hizaya' giren demokratlarda gözlemleyebiliriz
-Muhalefeti-Erdoğan oligarşisi karşıtlığından oluşan- bir blok olarak görme
aymazlığı. Bu safiyane düşünce daha ilk günlerde kayaya tosladı. Seçim
kampanyası sırasında MHP'nin sert muhalif söylemlerinden etkilenen geniş halk
kitleleri ve demokrasi güçleri büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Oysa MHP,
her zaman devletin vurucu gücü olarak ve devletin bekasını varlık sebebi olarak
gören bir parti olarak geçmişine uygun yönelim içinde müesses nizamın bekçisi
rolünü üstlenen Erdoğan oligarşisinin hizmetine girmişti. Erdoğan karşıtlığının
bizatihi ve kendiliğinden bir demokratlığa karşılık gelmediği bir acı
tecrübeyle bir daha anlaşılmış oldu. Bkz. Sözcü,VP..vb. kurumlar ve kişilikler.
-Evet oligarşik dikta heveslileri öyle görünüyor ki, 'B' planına
hazırlıklıydılar. Bilmiyorum, kim aksini iddia edebilir? Öyle ki, hemen birkaç
gün içinde B planının gereklerini hayata geçirmeye koyuldular. Yani 'savaş ve
şiddet butonuna' bastılar. Seçim kampanyası sırasında bol bol provasını
yaptıkları süreci gizli-açık bütün karanlık güçleri harekete geçirerek
rutinleştirdiler. Bu kanlı pratiğin içine de her zaman maharetle yaptıkları
HDP'yi-yani baş düşmanı- itibarsızlaştırma ve istikrarsızlık unsuru olarak
gösterme propagandasını yerleştirdiler. Yandaş medya denilen büyük yalan
makinesi bir pitbul acımasızlığı ve saldırganlığıyla HDP'nin boğazına atıldı.
-Kürt silahlı hareketi PKK'nin de bu sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor. Seçimlerden önce
çatışmasızlık halini inatla sürdüren PKK seçimlerden hemen sonra liderlerinin
yaptığı çelişik açıklamalarla bocaladığını gösterdi. Tarihi bir demokratik
başarıya imza atan HDP'nin ve demokratik sürecin önünü açması ve çatışmasızlık
halini inatla ve her şeye rağmen devam ettirmesi beklenirken tam tersine
HDP'nin ve aynı zamanda siyasetin alanını daraltıcı bir tutum içerisine girdi.
Polis ve asker ölümleri oligarşinin şiddeti tırmandırma çabalarını
kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Bu tutumdan vazgeçmesi ve yeniden çatışmasızlık
halini sürdürmesi- tepelerinde bomba yüklü uçaklar uçarken ve yargısız
infazlara muhatap olurken ne kadar kadar zor olsa da-şart görünüyor. Hazır
varlık nedenleri olan Kürt sorunu artık HDP'nin şahsında Türkiye halkına ve
demokrasi güçlerine emanet edilmişken.
Oligarşinin bu kanlı planları ve hesabı tutacak mı, yaşayıp göreceğiz. Bu
topyekün saldırıyı bütün ezilenler, mağdurlar, devrimciler, sosyalistler,
demokratlar, bilcümle iyi ve vicdan sahibi insanlar ve kurumlar olarak kişisel
hesapları ve grup çıkarlarını bir kenara bırakarak altedebiliriz.
Şimdi değilse ne zaman?
Cengizhan Güngör
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder