19 Ekim 2014 Pazar

Ben sanki kabus görüyorum, ama emin değilim...

Ben sanki kabus görüyorum, ama emin değilim...

YAŞAM
10.09.2014 15:31:00

“Dünya aslında o kadar küçük ki, onun için…”
Sırtımda hissettiğim ve bütün vücuduma yayılan derin bir acıyla sarsıldım. Sanki uykudan uyandırılmıştım. Ama o da ne? Yere diz çöktürülmüş vaziyette ve  ellerim arkadan bağlı durumdayım. Sağımda solumda benimle aynı durumda olan onlarca insan.  Yoğun bir uğultu. İç geçirerek ağlama sesleri, panik halinde mırıldanılan dualarla sanki bir toplu ayinde olduğumuz hissi veriyor. Arkadan gelen tüfek mekanizmasını andıran sesler bilmediğim dillerde konuşmalara karışıyor. Kısa, kesinlik taşıyan seslerle konuşuluyor, belli ki arkadaki birileri bir şeylere hazırlanıyor. Yakınlardan kadınlara ve çocuklara ait olduğunu düşündüğüm çığlıklar yükseliyor. Toz toprak içindeki yüzümden, saçlarımın dibinden ter boşanıyor. Ve ben, sanki derin bir uykudan uyandırılmış, kendini bu halde bulmuş ve ne olduğunu anlamaya çalışan bir ruh halindeyim. Ne olduğunu anlamak için başımı sağa sola çevirme girişimim, sırtımdan sert bir cisimle itilmemle son buluyor. Yine de bu kısa süre; bir noktasını işgal ettiğim diz çöktürülmüş insan saflarının, sağımdan ve solumdan sanki sonsuzluğa doğru uzandığı hissine kapılmama yetiyor. Her yaştan erkekler. Birden bu bitimsiz gibi görünen sıranın önünde uzanan, yeni kazılmış hissi veren bir kanal ve içindeki toprağa karışınca çamurlaşmış gibi görünen koyu renkli bir birikinti dikkatimi çekiyor.  Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sanki bir yağ birikintisi. Yine sırtımdan bu kez daha sert bir şekilde, bu kez itildiğimi fark ediyorum. O kanala kapaklanmamı engellemem mümkün değil, yüzüm sert bir şekilde o birikintinin içine gömülüyor. Bu yağ değil, peki ne? Kafamı kımıldatıyorum, bütün yüzüme bulaşmış ve gözlerime dolmuş halde. Rengi kırmızı mı ne? Benim çırpınmalarım, sırtımdaki tekme olduğunu düşündüğüm ağırlık tarafından engelleniyor. Kımıldamamam gerektiğini anlıyorum. Kımıldamıyorum. Neden sonra ağırlık sırtımdan kalkıyor. Göz ucuyla bakıyorum, biraz önce bir sıra halinde diz çökmüş halde bulunan herkes yüz üstü kapaklanmış halde.

Ama ne alakası var, benim burada ve bu halde ne işim var? Neden bu sesler bana yabancı? Bu coğrafya hiç tanıdık değil. Benim yanımda yöremde oturan, bilmediğim dillerde çaresizlik içinde mırıldanıp duran, hiç birini tanımadığım bu insanlarla ne gibi bir ilgim olabilir? Bu arkamdaki insanlar kim? Neden uzaklardan silah ve patlama sesleri geliyor? Bu yakınlardan bir yerlerden gelen, kadın ve çocuklara ait olduğunu düşündüğüm çığlıklar nedendir?

Buraya ait değilim, biliyorum. Biliyor muyum? Gazetelerde, kimi zaman televizyon haberlerinde gözüme ilişen bu görüntülerin benim dünyamla, yaşamımla ne alakası olabilir? Olabilir mi? Ben yarın sabah şirketteki toplantıya yetişmek zorunda değil miyim? Yoksa sabah vardiyasına fabrikaya mıydı? Dükkanı açıp tezgahı mı yerleştirmeliydim, yoksa. Ama önce çocuklarımı okula bırakmalıyım. Akşam da sinemaya gitmeyecek miydik karımla? Ben kabus mu görüyorum? Ama her şey o kadar gerçek görünüyor ki! Sanki şu kırmızı sıvının kokusunu duyuyorum. Ben kimim, ben neredeyim ve bütün bunları hak edecek ne yaptım?

Sırtım çok ama çok acıyor ve göz kapaklarım hızla ağırlaşıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...