BARIŞ MI, ÖLÜM MÜ? SORU ÇOK NET...
02.03.2013 23:19:18
İster düşük yoğunluklu savaş, ister doğrudan savaş ya da dış mihraklı terörist saldırılar deyin, ne derseniz deyin; 1984 yılında Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla başlayan çatışma ortamı 29 yıldır büyük acılara ve felaketlere neden oldu. Çok açıktır ki yaşanan acının boyutları öncelikle kendisini insani kayıplar düzleminde gösteriyor. Üzerinde tarafların mutabık kaldığı rakamlar dikkate alındığında yıllar süren bu çatışma ortamında insani kayıplarımızın 40 bin civarında olduğu görünüyor. Yine tarafların üç aşağı beş yukarı-en azından itiraz etmediği- rakamlara göre de bu kayıplarımızın 10-15 bini genç askerler ve güvenlik görevlileri. Kalan rakamın ezici çoğunluğu ise Kürt gençleri ve sivil vatandaşlar. Rakamlar düzleminde ele alındığında kayıpların boyutları, tarih kitaplarında okuduğumuz insanlık tarihinin önemli savaşlarıyla karşılaştırılabilecek düzeyde. Hele 30 yıldır devam ediyor olması dolayısıyla da herhalde, tarihin özgün sayfalarında yer alan sınırlı sayıda örnekleriyle karşılaştırılabilir.
Kuşkusuz ‘kayıplar’ımız sadece bundan ibaret değil. Yakılan ve boşaltılan köyler, yerinden yurdundan edilen milyonlarca vatandaşımız. İç göç dolayısıyla büyük şehirlerin kenarlarına yığılan yoksulluk. Kimi şehirlerimizin sosyo-demografik yapısını değiştirecek boyutta bir nüfus hareketliliği. Yakılan yaktırılan ormanlar, tahrip olan kamu varlıkları…
Yine kuşkusuz kayıplarımızın en büyüğü, gönüllerimizde açılan yaralar, iğdiş edilen zihinlerimiz. İçimizde giderek büyüyen nefret tohumları. Komşumuza, kapıcımıza, mesai arkadaşımıza, muayene olduğumuz doktora, karşısına çıktığımız hakime, karakola düşen vatandaşa, alışveriş yaptığımız bakkala kadar herkese hangi memleketten olduğu penceresinden bakmamız ve bu duruma göre bir tutum belirlememiz. Galiba en büyük ve en tehlikeli ‘kaybımız’da zihinlerimizde oluşan bu yarılma olsa gerek. Ölülerimizin acısını şu yada bu sürede kalbimizin derinliklerine gömebiliyoruz. Maddi kayıplarımız şu ya da bu sürede yerine koyabiliyoruz. Ama bu toplumsal yarılma nesilden nesile arttırılarak, büyültülerek aktarılma potansiyeline sahip.
İşte bütün bu nedenlerle hemen, şimdi BARIŞ!
Kürtler yoruldu, Türkler yoruldu. Bu toplumun bütün bileşenleri, aidiyetleri, vatandaşları yoruldu. Bütün bir ülke bitap düştü. Artık birazcık nefes almaya, yaralarımızı saracak zamana ihtiyaç duyuyoruz. Zihinlerimizi sağaltacak rehabilitasyon dönemine ihtiyaç duyuyoruz.
İnanınız en çok da Kürt vatandaşlarımız yoruldu. Savaşın doğrudan tahribini yaşayan onlar oldu. Yoğunlukla oturduğu şehirlerinde, köylerinde, mahallelerinde, ormanlarında, dağlarında yaşadılar yıkımı. Baba ocaklarından, topraklarından edildiler. Faili meçhullere kurban verdiler aydınlarını, gençlerini, iş adamlarını.
Hal böyleyken, mırın kırın etmeye, armutun sapından üzümün çöpünden dert yanmaya hakkımız var mı?
Hükümetin hayli kabarık samimiyetsiz sicilinin üstünde tepinmeye, ötekinin yaptığı yanlışlıklar zincirinin halkalarını saymaya hakkımız var mı?
Tabii ki eleştiri ama yapıcı, tabii ki uyarı ama yapıcı ve süreci ilerleten .
İyi niyetlerinden şüphe edilemeyecek ve barışın bu ölçüde kuvvetli bir şekilde vücut bulmasında çok önemli rolleri olduğu besbelli olan kimi aydınların ve Türk sosyalistlerinin endişe etmesine mahal yok. Barıştan faşizm çıkmaz, barıştan totaliterizm çıkmaz. Tam tersine demokrasinin yolu da kalıcı bir barışla birlikte açılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder