'Ergenekon' var mıymış, yok muymuş?
06.08.2013 04:25:48
Evrensel veya ulusal hukuk normları, bugün olup biteni açıklamak ve/veya anlamak bakımından herhalde en son başvurulabilecek kaynaklar olmak durumunda. Son derece tuhaf bir şey söylediğimin farkındayım. Öyle ya, sonuç olarak ortada bir mahkeme, tutuklu-tutuksuz sanıklar, bir takım hukuk metinleri ve beş yıldır devam edegelen duruşmalar maratonu var. Ancak öylesine davalar vardır ki, bunlar çeşitli şekillerde bozulan-bireyler ya da örgütler tarafından- geleneksel nizamın yeniden tesisi işlevi görmezler. Bu davalar ‘hesaplaşma’ davalarıdır, siyasi saiklerle vücut bulurlar ve siyasi sonuçlar doğururlar. Hukuk, kritik tarihi dönemlerde, siyasi muarızların, kamu kurumlarının dokularına nüfuz etmiş hesaplaşmalarının alanlarından biri haline gelir.
Nitekim ülke tarihi bu bakımdan son derece zengin örneklerle doludur. Kısa bir yakın tarih turu bile olup biteni anlamak için yeterlidir. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin arkasından vücut bulan ‘Yassıada Duruşmaları’nın hukukla bir alakasını kurmak, ya da hukuk kriterleri açısından bu süreci değerlendirmek sizi nereye ulaştırabilir? Hiçbir yere. Ancak, bu duruşmalar 1920’lerde kurucu iradenin oluşturduğu siyasi- toplumsal nizamın ‘değiştirilmesi ve altının oyulması’ çabalarına devletin sahipleri olduğunu düşünen askeri-sivil kurumlarının cevabıydı, dediğiniz zaman birçok şey açıklığa kavuşur.
Ha keza; 12 Mart 1971 askeri darbesinin arkasından yaşanan süreç ve oluşturulan davaları ancak ve ancak, ‘toplumsal uyanış ekonomik gelişmenin önüne geçti’ sihirli cümlesinin ışığında aydınlatabilirsiniz anlayabilirsiniz.
12 Mart gibi 12 Eylül süreçleri de-davaları ya da sokak katliamlarıyla, yasaklarıyla- toplumsal muhalefetin önlenemez yükselişine ‘devletin asli sahiplerinin’ verdiği yanıtlardı. Mahkemeler bu siyasi-askeri mücadelenin taçlandırılmasının araçları olarak vücut buldular, işlevlerini yerine getirdiler ve tarihin karanlık sayfalarında yerlerini aldılar.
Ergenekon davaları adı altında yaşadıklarımız da özü itibarıyla böyle bir şeydir. Farklı olarak 80 yıldır ‘devletin asli sahipleri’ olduğunu düşünen bir kadro ve zihniyet, başka bir zihniyet ve kadro tarafından tasfiye edilmektedir. Bu tasfiye sürecinin bir askeri darbenin arkasından gerçekleşmiyor oluşu bizi yanıltmasın. Kimi kritik tarihi süreçler farklı bir birikim yaratmış ve bu durum tarihimizin en önemli hesaplaşmasının kendine özgü bir yoldan gerçekleşmesi sonucunu doğurmuştur. Yine; askeri, siyasi birçok yönü olan bu hesaplaşma ‘Balyoz’ ve ‘Ergenekon’ davaları ile taçlandırılmak istenmektedir. Olup biten budur.
Bir yanılsamanın vücut bulduğunu görüyoruz. Devletin ‘eski’ sahiplerinin bu döneme kadar ülkemize boca ettiği şiddetin büyüklüğü, acımasızlığı ve yıkıcılığı toplumsal bellekte çok tazedir ve bu durum bir kısmımızı duygusal bir rehavete sürüklemektedir. Şimdi yıllarca hapis cezalarına mahkum edilen ve toplumsal bellekte tüyler ürpertici bir algı yaratmış kimi kişiliklerin içine düştüğü bu durum görüş alanımızı flulaştırmakta, derinlerde ve yüzeyde olup bitenleri görmemizi engellemektedir. Hırant’ın katline neden olan kışkırtıcılığı yapanların yüzlerce yıla mahkum olması, bu cinayetin gerçekleşmesine göz yumanların, ortam hazırlayanların hala kimi devlet kurumlarında sağlam mevkilerde olduklarını ve korunup kollandıklarını bize unutturmamalıdır.
Sonuç olarak;
Bu hesaplaşmanın galip gelmiş gibi görünen zihniyet ve kadrolarının eskilerinden daha ‘olumlu’ bir özellik taşıdığını düşünmek ve böyle bir beklentiye girmek herhalde ve kesinlikle en büyük gaflettir. Olup biten devletin sahiplerinin değişmesidir. Kullandıkları dil ve yöntemler hiçbir şekilde bizi yanıltmamalıdır. Kaldı ki büyük ve şaşırtıcı bir hızla ‘müesses nizamın’ kurumlarını da, giderek dilini ve yöntemlerini de sahiplenmektedirler. Tünelin sonunda görünen ışık ileri demokrasinin değil, yıkıcı ve vahşi bir güçle hızla üstümüze gelen bir trenin farıdır. Gelen gideni maalesef bu kez de aratacaktır. Yarına ‘Allah kerim’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder