BİR KISIM TÜRK AYDINININ KÜRTLERLE İMTİHANI
14.02.2013 20:19:30
"Düştüm mahpus damlarına
Öğüt veren çok olur.
Toplasam o öğütleri
Burdan köye yol olur.
..."
Hem öğüt veren çok, hem öğüt. Kürt siyasileri, aslında alışık olmaları gerektiğini tahmin ettiğim kronik(!) bir yaklaşımla bir kere daha karşı karşıyalar. Yine birileri onlara öğütler veriyor, akıl hocalıklarına soyunuyor.
Alışıklardır, diyorum; çünkü tarihin her döneminde böyle olmuş gibi. Sağcısından liberaline, ulusalcısından solcusuna kadar kimi aydınlar, ya onlara sopa salladılar ya da akıllarının ermeyeceği düşüncelerinden hareketle olsa gerek akıllar verdiler. Daha çok da bir kısım sosyalist aydın. Yakın dönemde tipik yaklaşım neredeyse buydu. Herhalde en belirgin olanı ve neredeyse uzunca bir dönem kürtlerin elini, kolunu, zihnini bağlayanı da 'bırakın bu otantik yaklaşımları, aslolan sınıf mücadeleleridir, önce ve her zaman sınıf mücadelesi' yaklaşımı idi..
Asimilasyon ve inkarı esas alan devlet politikası, her eğilimden Türk aydınına da en kabul edilebilir boyutuyla 'ağabey' yaklaşımını tavsiye eder gibiydi. Bu anlamda Kürt siyasi hareketlerinin tarihi, bir boyutuyla da bu üstenci yaklaşımlarla mücadele tarihidir.
Artık, Kürtler rüştlerini ispat ettiler. Son derece yetenekli siyasetçi kadınlar, erkekler ve gençler yetiştirdiler. Politik, sivil kurumlar yarattılar. Birçok devasa badireyi, son derece olumsuz koşullarda ustalıkla yönetmeyi becerdiler. Kitlesel bir güç haline geldiler. Üstelik binlerce ölümün ve yıkımın arasından. Üstelik sırtlarını Türk aydınına dönmeden, onları önemseyerek ve dinleyerek ve onlarla birleşmeye çalışarak. Hele hele sosyalistlerin bu gelişmeleri çok yakından izlemiş olmaları gerekir. Daha da iyi anlamaları gerekir.
Bütün bunları niye mi yazdım? Son günlerde aydınlarımızın 'ağabey' genetik kodlarının yeniden harekete geçtiğini gördüğümden, okuduğumdan, duyduğumdan.
'Aman', diyorlar, 'sakın AKP'nin oyununa gelme. Öyle görünüyor ki-nerede gördülerse- sen başkanlık sistemine yatacaksın, onlar da sana bazı tavizler verecekler, sakın kanma'. Ekliyorlar bazı liberallerimiz ve hatta sosyalistlerimiz; 'otoriter rejimlerde Kürtler de özgür olamazlar'. Sanki karşılarında kıyasıya bir demokrasi mücadelesinin içinden gelen Kürtler değil de beş yaşındaki çocuk varmış gibi. Neredeyse panik hali. Kürtler Türk demokrasisini satıyor. Haydi buyurun.
Hiçbir politik analize de dayanmıyor, bu korku. Diyelim ki AKP ile anlaşıldı. Oy toplamları ancak hangi sonucu mümkün kılabilir, bilinmiyor, söylenmiyor. Çok yönlü dinamikler hesaba katılmıyor, bu dinamiklerin süreçteki rolleri analiz edilmiyor. Öyle olursa muhtemel sonuçların bu dinamikler açısından nelere gebe olduğu öngörülmüyor. Ve üstelik Kürtler yetkileri tek elde toplamış bir totaliter sistemin kendileri için ne anlam ifade ettiğini anlamaktan aciz acemi siyasetçiler.
Hadi diyelim ki, olduğu kadarıyla da demokrasinin ve muhalefetin temel direğinin Kürt siyasi hareketi ve onunla ittifak halinde olan sosyalistler olduğunu idrakten yoksunsun. Peki hangi fiil, hangi demeç, hangi uygulama seni bu amansız korkuya ve paniğe sevkediyor. Bu tutumun testiyi kırmadan çocuğunu pataklayan Nasreddin Hoca'nın tutumundan bir farkı var mı? Hani neredeyse görüşmeler akamete uğrasın, barış olmasın diyecekler.
Hatta kimi sosyalist gazetelerde, kimi sosyalist aklıevveller köşelerinden 'AKP'nin taşeronu olma' çağrıları yapıyor. En hafif deyimiyle densizlik. Daha da önemlisi tarihi güvensizlik, iliklere işlemiş Kemalist ideolojinin 'vatan satan Kürtler' imajının yeni versiyonu.
Bu yaklaşımın temelinde yatan bir başka etkenin de; Kürtlerin, uluslar arası boyutta kurtların sofrasında kendi özgül koşulları, sorunları ve dinamikleriyle çetin bir kavganın içinde olduğunu idrak edememek olduğu görülüyor. Üstelik 40 yıldır.
Hasan abiler, Melih abiler biraz güven, abiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder