NEDEN YAZIYORSUN Kİ? -Gece sayıklamaları-
30.01.2013 22:19:37
NEDEN YAZARSIN Kİ?
Gece sayıklamaları
Bilgisayarın başına geçip bir şeyler yazma ihtiyacını giderek daha çok hisseder oldum. Nedendir bilmiyorum. ‘Gidip bir şeyler yazmalıyım’ı düşündüğüm çok sık oluyor. Gerçi, ‘artık bir şeyler yazayım’ diye düşündüğüm anlarda da yazılacak şeyler konusunda bir farkındalık içinde olduğum sanılmasın. Yani neler yazacağımı bilmeden bilgisayarın başına geçmek istiyordum. Bugün de öyle oldu. Acaba, her şeyi bir ‘görev bilinci’ ile yapıyor olmak şeklindeki karakter özelliğim ‘yazmak’ eylemini de bu hale mi dönüştürdü. Çok uzun zamandır beni rahatsız eden yazma isteğimi de ‘görevlerim’ silsilesinin bir maddesi haline mi getiriyorum? Bu meselenin bir yanı.
Yazmak istiyorum, evet. Bu istek özellikle son zamanlarda daha sık beni harekete geçmeye zorluyor. Yazmak istiyorum, ama ne yazacağımı bilmiyorum. Neden yazmak istediğimi de bilmiyorum. Öyleyse neden ‘yazmak’ istiyorum. Bir arkadaşım ‘yazılmadık, söylenmedik ne kaldı ki?’ demişti. Evet, yazılacak yazıldı, söylenecek söylendi. Hatta Şekspir, Tolstoy, Dostoyevski..vb. zamanlarının ötesine taşacak ölçüde insanlık hallerini yazmadılar mı? Hatta daha sonrakiler ve öncekiler, bilcümle halleriyle bir anlamda ‘tekrar’ değil midirler? Haydaa… Yukarıda satırlara bakılacak olursa benim, yazdığımda yer yerinden oynayacak, ‘biz bunları neden yazamadık, düşünemedik’ kıskançlığı oluşacak, ‘yeni, yepyeni’ şeyler yazmak beklentisi içerisinde olduğum anlaşılıyor. Acaba böylesine bir ham hayal içerisinde miyim? Tamam değilim, peki klavyeden neden bu satırlar döküldü? Yine de acaba mı, neden benden de ‘vay be’ dedirtecek, başkalarının da ilgisini çekecek hikayeler çıkmasın, diye düşündüğüm olmadı mı? Kendime itiraf ediyorum ki, böyle düşündüğüm zamanlar oluyor. ‘Neden olmasın?’ gibi. Sonra ‘hadi canım sende’ deyip geçiyorum. Geçebiliyor muyum, hayır. İçimde bir ses, zaman zaman, senin hikayelerinin de zamane deyimiyle ‘alıcısı’ olabilir diyor. Peki, hikayem var mı? Hayır yok? Yok mu?
Neden ‘alıcısı’ olan hikayeler yazmak zorundayım? İnsan sadece kendisi için yazamaz mı? Şurası açık; hayatı özellikle uzun sürmüş gençlik yıllarında ‘dünyaya nizam vermek’ idealizmiyle ve güçlü aidiyetler içerisinde geçmiş bir insan için böyle düşüncelere kapılmak normal. Her türlü gözlemimin, etrafımda olup biten her şey için söyleyecek bir şeyleri olan, kısacası izleyen, sorgulayan, düşünen her insan için ‘yazacak’ bir şeyler vardır. Peki bunlar bir şekilde zaten yazılıp söyleniyorsa-üstelik daha etkili bir biçimde ve tutarlılıkla- sen neden yazasın ki? Hele de yazmak istediklerinin, hikayelerinin, kafandan geçenlerin senin müdahil olma arzularının bir ifadesi olarak zaten bir anlamı yoksa? Zaten benzer hikayelerin ve yazılanların da hayatta karşılığı olup olmadığından kuşkuluysan ve pek bir kıymetlerinin olmadığını da gözlemliyorsan.
Peki, ‘kendisi için yazmak’ ne demek? İnsan kendisi için neden yazar? Hele de yazma eyleminin, kendisi için tedirgin edici, rahatsız edici bir boyutu olan-bu satırları yazarken olduğu gibi- insanlar için, yazma eyleminin ne gibi bir çekiciliği olabilir? Eğer birileri okuyup kendinden bir şeyler bulmayacaksa, okuyanların yaşamlarına bir yerlerinden değmeyecekse neden yazılır ki? ‘Yazdım ve ruhumu kurtardım’. Böyle bir söz hatırlıyorum. Yazıyorum, beynimin kıvrımlarını, ruhumun derinliklerini ekrana taşıyorum. Peki ne oldu? Ruhum kurtuluyor mu, yoksa ‘azap’ devam mı ediyor? Azabını başkalarına taşımıyorsan, bir anlamda başkalarının azaplarıyla birleştirmiyorsan, nasıl ruhunu kurtarabilirsin? Yazdıklarının kendine kalması halinde bile, yazmanın kendinle yüzleşmek açısından, kendini daha iyi tanımak açısından yararı tartışılmaz, belki. Peki kendini tanıyıp da ne olacak? Hele de benim gibi, kendisi için ‘ne istediğini’ bilmeyen, yarım yüzyılı devirmiş birisi için? Beyhude bir çaba mı, kendini tanımak uğraşısı? Belki de, ‘kendini tanıma uğraşısını bırak, kendini uygulamaya koy’mu doğru direktif?
Dışarıda muhteşem bir doğa seni bekliyor. Sen neredesin? Kuruntular ve hezeyanlar içinde klavyenin başında. Yoksa sorun tam da burada mı? Bu gelinen noktada, tabii ya, dememi bekliyorum. Demeyeceğim. Dedim diyelim ve hemen kendimi doğanın muhteşem lezzetlerinin kucağına attım. Peki, sonra… Bu eylemlilik hali beynimin kıvrımlarının ruhumun derinliklerinin şifa bulmasına, arınmasına yardımcı mı olacak? Olabilir mi? Bu kadar çok sorusu olan, genel geçer deyimiyle bu ölçüde ‘kafası karışık’ birisi nasıl yazar ki? Ne yazar ki? Peki bu soru tersinden de doğru değil mi? Sorusu olmayan, ya da soruları kendisini bu denli rahatsız etmeyen, zihni açık birisi nasıl yazar? Ne yazar?
Evet. Neden yazıyorum? Şimdiye kadar yazdıklarımı ‘yazı’ kabul ettiğimizi varsayarak. Neden yazmalıyım? Bu soruya bir yanıt bulmalıyım ki, yazmaya devam edeyim. ‘Ne’ yazacağım, konusu, galiba sonraki bir konu. Bu kadar soru içerisinde şu nokta galiba çok net: Dayanılmaz bir biçimde kendimi ifade etmek ihtiyacı duyuyorum. Ve ‘söz’ bana, galiba uygun değil, ya da ben ona. Şu anda tuhaf bir ruh dinginliği içerisindeyim. İki saattir klavyenin başındayım. Satırlarımın başlarındaki huzursuzluk giderek tırmandı ve şimdi de kendini tuhaf bir dinginliğe terk etti. Acaba neden? Yoksa, yazmak dediğin şeyin rasyonalitesi de bu sonuç olmasın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder