19 Ekim 2014 Pazar

Bilin bakalım; kim bu?

Bilin bakalım; kim bu?

Bilin bakalım; kim bu?İ
09.11.2013 16:47:47


En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Allah kimseyi, bugün, ‘aslında başbakan onu demek istemedi’; ‘aslında başbakanın özel yaşam alanlarına müdahale etme derdi yok’; ‘aslında başbakan şunu anlatmak istiyordu’; ‘aslında olay şöyle gelişmiş…’ gibi cümlelerle konuşmasına başlamak zorunda olanların durumuna düşürmesin. Gerçekten kabir azabı gibi bir şey. İnsan onurunun bu ölçüde dibe vuruşuna şahit olmak bile yeterince üzüntü vericiyken; ister ‘görevli’ olarak, isterse gönüllü tevil uzmanlarının yaşadığı düşkünlük ibret verici. Bir de ‘saf’lar var.
‘Görevlilere’ bir sözümüz yok. Onların yolları açık olsun.  Gönüllüler için de ‘kendi etti kendi buldu’ demekten başka yapacak bir şey yok. Ancak o ‘saf’lara birkaç sözüm var.
Karşımızda son derece tutarlı, bütünlük içerisinde bir POLİTİKACI var.
Bu bütüncül karakter belirleyen temel saiklerin hiçbir şekilde değişmediğini söyleyebiliriz. Bu saiklerin en önemlisi ve en eskisi tabii ki, islamiideoloji. ‘İdeoloji’ ifadesinin altı çizilmelidir. İslam; başbakanın da dahil olduğu bir kuşak için bir inanç sisteminden çok bir ‘dava’dır. Dünyaya nizam verme iddiasına sahip politik önermeler bütünüdür. Bunun için bu haliyle islam, politik islam olarak anılır. Yani olay islamın, bireyle kutsalı arasındaki bir inanç biçimi olmaktan çıkarak toplumsal ve bireysel yaşamı, politik kurumları belirleyen ve bu nizamı yerleştirmek için cihad etmeyi vazeden bir ideoloji olmasıdır. Üstelik bu ideoloji, derin çelişmeler ve kanlı katliamların belirlediği çok genel islam tarihinin özel bir mezhebine ve yorumuna dayanmaktadır. Bu dava; mensuplarına sosyal ve siyasal görevler ve gereklilikler sunmakta; bunun da ötesinde bu görev ve gereklilikler yerine getirilmediği takdirde ilahi ceza öngörmektedir. Bu ana damar hala başbakanımızın yaşama ve dünyaya bakışını derinden belirlemeye devam etmektedir. Bir döneme damgasını vuran ‘zina’ tartışmaları, banklarda elele oturan, sokaklarda gezen gençler, ‘kızlı erkekli aynı evde oturanlar’ çıkışları, ‘içki yasaklama’ girişimleri; bu ana ‘davanın’ toplum tahayyülünün gerekleridir. O gereklilikler 25 milyon alevinin ibadethanesine ısrarla ‘ibadethane’ denmemesindeki inadı açıklamaktadır. Bu çerçevede başbakan ‘dindar nesiller’ yetiştirmekten ve ‘dava taşını gediğine koymaktan’ söz etmektedir.
Bu davanın en karakteristik özelliklerinden biri de ‘devlet yücelticiliği’dir. Bu dava için devlet ve onun otoritesi kutsaldır ve bekası tayin edici bir öneme sahiptir. Bu bağlılık ‘komünizmle mücadele derneklerinin’ hayat bulduğu ortamı sağlamaktadır. Ve işte onları bağımsızlık isteyen gençlerin üzerine bıçak ve çivili sopalarla saldırmaya iten bu motivasyondur. Hele o devlet dava mensuplarının ellerindeyse. Bireysel hak ve özgürlükler aslında ve yalnızca kolaylıkla feda edilebilecek, vazgeçilebilecek retoriklerdir. Bireysel özgürlük alanlarının nokta kadar hükmü yoktur, son tahlilde. Yüce devlet ve davanın çıkarları karşısında. Bu açıdan baktığınızda ancak, tekel işçilerine, gençlik hareketlerine, masum hak arama eylemlerine, kadın kız demeden, yaşlı genç demeden, haklı haksız demeden saldırılmasını, gaza boğulmasını, ölümlerin meydana gelmesini anlamlandırabilirsiniz. Bu açıdan baktığınızda ancak, Uludere de çoğu genç 35 masum vatandaşın öldürülmesine yol açan bombalamanın sonucunda  yarım ağız bile bir özürden imtina edilmesini anlamlandırabilirsiniz. Bu açıdan bakıldığında ancak, ‘neden asmadınız, assaydınız ya’ üzerinden son derece yoğun bir politika sürdürüldüğünde ‘politika icabı yapıyor’ tuzağına düşmezsiniz. Bilirsiniz ki, eğer şartlar uygun olsaydı gözünü kırpmadan gerçekten asardı. Bu açıdan baktığınızda, ancak, gezi direnişi karısında başbakanınızın ağzına endekslenip ‘acaba ortalığı yumuşatıcı birkaç laf edecek mi’ saflığına sürüklenmezsiniz. Ancak o zaman, beş gencin ölümü, onlarcasının ağır yaralanmalara maruz kaldığı gezi ayaklanmalarının ardından ‘polisin yarattığı’ destan retoriği, sizde dipsiz bir şaşkınlığa yol açmaz.
Ayrıca bu dava size, ‘amaca ulaşan her yolu’ mübah kılmaktadır. AB birliği de, demokrasi de sadece bir araçtır. Bireysel hak ve özgürlükler, askeri vesayeti ortadan kaldırana kadar-ve gereken her durumda- dile pelesenk edilebilir ve bir takım göz boyayıcı tedbirlere konu edilebilir. Dolayısıyla durumunuz sağlamlaşınca bu retoriği ve tedbirleri de kolaylıkla tavan arasına kaldırabilirsiniz. Bu her yol mübah anlayışı sayesindedir ki, hiçbir gerçekliğe dayanmadığı halde ‘camide içki içildi’, ‘başı örtülü kadına saldırıldı’ propagandasını olayın sıcaklığı boyunca, günlerce sürdürebilirsiniz. Ancak bu sayededir ki, miting meydanlarında ‘niye asmadınız’ diye ağız dolusu konuşmalar yaparken, ‘asılacak adamın’ temsilcileriyle Oslo’da görüşmeler yapabilirsiniz.  Bu ideolojik dünyanızın size sağladığı kolaylık sayesindedir ki, bir yandan barış, çözüm derken, karakollar, duvarlar inşasını doludizgin sürdürebilirsiniz. Hele bir de Osmanlı ve Bizansın devlet yönetme birikimini(!) tevarüs ettiyseniz, kim tutar sizi.
İşin aslı özü budur. Bunun ötesi halkımızın son derece veciz ve net bir şekilde ifade ettiği gibi ‘POLİTİKA İCABIDIR’.
Allah ‘saflara’ akıl-fikir ihsan eylesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...