23 Ekim 2014 Perşembe

Sırrı Süreyya'ya Açık Mektup

Sırrı Süreyya'ya açık mektupTÜRKİYE GÜNDEMİ
0,0
    






Sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak son birkaç senedir memleketin siyasi hayatında oynadığın rolü son derece önemsiyorum. İhtiyacımız olan Türk-Kürt halkları arasındaki birbirini anlama çabalarına ve Kürt siyasi hareketinin politik arenadaki meşruiyetini sağlamlaştırma çabalarına ivme kattın. Çabalarının, özellikle bir iç savaşihtimaliyle ülkenin uçurumun kıyısına doğru sürüklendiği bir döneme denk düşmesi  ayrıca önemliydi. Tabii ki bu çok taraflı denklemin ve çabaların ürünü olan bu sürecin sana maledilmesi doğru değil. Bunu öncelikle sen kabul etmezsin, ayrıca doğru da değil. Ancak özel rolünü yadsımak da haksızlık olur. Sürecin bize yansıyan boyutunda da farkettik, bize yansımayan yüzünden de tahmin ediyoruz ki; kıvrak zekan, iki halkın kültürüne yönelik olarak derin birikimin ve bitimsiz gibi görünen samimiyetin ve iyimserliğin kritik eşiklerin aşılmasında önemli bir rol oynadı.
Ancak dün 5N1K programındaki Sırrı'yı ilk defa biraz hüzün ve üzüntüyle izlediğimi belirtmeliyim. 'Diplomasinin' bir çeşit 'arabuluculuğun' ne berbat bir alan olduğunu tahmin edebiliyorum. Bu devlet denilen canavar mekanizmanın dehlizlerinde uzlaşma ve barış arayışının, öteki olarak adlandırdıklarına karşı-Türk halkı, Kürtler, Rumlar, Ermeniler, sosyalistler, muhalifler, Yahudiler..vb- korkunç bir tarihi birikime ve zihniyetine sahip bir mekanizmaya ve onların temsilcilerine dert anlatmaya çalışmanın ne kadar yorucu ve yıpratıcı olduğunu bilmiyorum ama hissedebiliyorum. Bu yıpratıcı sürecin sende yarattığı tahribatı dün akşam TV ekranlarından izledim.
Biz Sırrı'yı son derece makul, meşruiyetçi ama amansız bir sistem muhalifi olarak tanıdık. Şimdi ise, süreç seni içine çekiyor ve esir alıyor gibi bir hisse kapıldım. Bir yandan gerçeklikten kopuyorsun, diğer yandan üslubun  devletleşiyor.  Hiçbir şekilde haksızlık etmek istemem, çoğumuzun cesaret bile edemeyeceği bireysel riskler alarak ve kişisel fedakarlıklarla yürüdüğün 'hanelere ateş düşmesin, artık' diye özetlenebilecek davana halel gelsin istemem.
Ancak, gerçeklikten kopuyorsun, çünkü devlet mekanizmasının yeni sahipleri görünen o ki, çook ama çok başka bir hava içindeler ve başka amaçlar peşindeler.  Onlar son derece otoriter, oligarşik bir polis devletinin kurumsal olarak inşasının peşindeler. Bu giderek netleşiyor. Daha da önemlisi başka bir alternatifleri de kalmadı artık. Bu ölçüde yolsuzluk ve suç denilebilecek iddialara(?) muhatap olmuş bir ekibin böyle amaçlara ve hedeflere sahip olmasından daha doğal bir şey de olamaz. Diyebilirsin ki; 'ama yeniden bir savaş başlaması ihtimalinden de çok ama çok korkuyorlar ve süreçten geri dönecek halleri de yok', katılırım. Ancak, hala kritik eşiklerden geçtikleri bu süreci oyalayarak, top çevirerek, çok sıkıştıklarında bir takım tavizler vererek ama ana meselelere de girmeden ama girer gibi yaparak seçimlerden seçimlere idare etmeye çalıştıkları açık. Bu anlamda Osmanlı ve Bizans entrikacılığı mirasının onlara müthiş bir yetenek(!) kazandırdığı da açık. .Mış gibi yaparak idare etmeye çalıştıkları sürecin hemen yanında kendi otoriter, her türlü muhalefetin nefes bile alamayacağı bir sistemin inşasına, konsolidasyonuna tavizsiz devam ediyorlar.  Bu anlamda kafalarımızın bir köşesinde başından beri taşıdığımız endişelerimiz giderek büyüyor. Yani 'hem böyle bir yönelim ve ciddi pratikler, hem de tamamen bir demokratik altyapıyı zorunlu kılan, olmazsa olmaz 'kalıcı barış' nasıl birarada olabilecek' endişesi.  Yine diyebilirsin ki, "Ama Türk-Kürt halkları, Kürt siyasi hareketi,  demokrasi ve sosyalizm güçleri ve uluslararası koşullar" buna imkan vermez. Umarım, vermez. Ancak bir yandan faşizme doğru evrilebilecek bir sistem inşası çabalarıyla, barış sürecinin daha uzun süre bir arada sürdürülebilir olmasının mümkün olmadığı da çok açık.
Bu yaman çelişkinin 'barış' lehine çözülmesi ihtimal dahilinde mi, sence? Bence çok küçük bir ihtimal. Neden biliyor musun, iktidar sahipleri o kadar kirlendiler ki, demokrasi onların bünyeleri için ölümcül bir tehlike haline geliyor. Gezi'de sonra hızlanan bu süreç, 17-25 Aralık eşiklerinden geçerek daha da yapısallaşıyor.
'Üslubun da değişip devletleşiyor' demiştim. Ne kastettiğimi anladın, hani şu 'darbe tehlikesi ve cirit atan ajanlar' söylemi. Ben 'darbe' tehlikesinden söz etmenin yersiz olduğunu düşünenlerdenim, böyle bir tehlikenin olmamasından dolayı değil, kendileri 'darbeleştikleri' için. Öcalan bu söylemi rakipleri bir şeylere 'ikna' etmek üzere ve ellerini çabuk tutmaya zorlamak için bir müzakere tarafı olarak dile getiriyor. Bu anlaşılır. Ayrıca uluslararası alanda öyle bir tecrit içindeler ki, uluslararası efendilerin bu ihtimali masada tutukları da söylenebilir. Ancak bu kitlesel oy desteği devam ettiği sürece bu da sadece şıklardan biri olmaya mahkum. Yani meselenin önemli ve tayin edici yanı 'darbe tehlikesi'değil. Tekraren 'onlar darbeleşiyorlar'.
Ajanların cirit attığı doğru olabilir, böyle bir coğrafya da aksini düşünmek de abes, belki. Ancak böylesi bir söylem, 'ajanların cirit attığı' ortamın yaratılmasının baş müsebbinin bizim muktedirlerimiz olduğu gerçeğini görmemize engel olmamalı. Her adımları ateşin üzerine benzin dökmek pratiğini gösteriyor.
'İyi de kardeşim, sen ne öneriyorsun, ne yapalım?'. Ben özel olarak sana bir şey öneremem. Senin rolün başka. Sen artık üstlendiğin rol itibarıyla 'hırçın' muhalif olamazsın, pozitif konuşmak zorundasın, ne olursa olsun, 'masayı' arkadaşlarınla birlikte ayakta tutmaya çalışmalısın, bunu anlıyorum. Bir tek gencin asker ya da kız erkek gerilla olsun ölmemesi için atılan her adım, onların ailelerinin ocaklarına ateş düşmemesi için gösterilen çabalar, bir iç savaşı önleme girişimleri kutsaldır. Ben sadece hani dikkatinde bulunsun diye, hatırlatma babında söyledim, bütün bunları. Bir başka açıdan da hani 'gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla' hesabı.
Her şeye rağmen Türk ve Kürt halklarına ve onların örgüterine, demokrasi ve sosyalizm güçlerine, Kürt siyasi hareketine güvenmek için bir çok neden ve gösterge var.
Sana kolaylıklar diliyorum. Sevgilerimle.
Cengizhan Güngör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

‘SOL’ ASLINDA ÖLÜ MÜ?

  “….Ümit ve sevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur. “…Solun /solcuların konuş...