26.09.2014 19:41:52
Bu topraklarda her zaman toplumsal ilişkileri ve siyaset kurumunu dini kurallara göre şekillendirmek isteyen yasal-yasadışı kurumlar, siyasetler, güç odakları oldu. Bu anlamda özellikle doksanlı yılların sonuna doğru moda haline gelen deyimiyle ‘laiklik elden gidiyor’ endişesinin bir karşılığı olmadığını söylemek ülke gerçeği ile bağdaşmıyor. O yıllarda sürdürülen -tabii ki 90 yıldır- ‘laiklik’ için mücadelenin taşıdığı köklü zaaflar bu gerçeğin üzerini, maalesef, bir süredir örttü.
Sorun, aslında, ülkede uygulanan biçim ve muhtevası ile ‘laiklik’ kurumunun baştan sakat bir olgu olmasından kaynaklanıyordu. 1920’lerin kurucu ideolojisinin ‘dini devletleştirmeyi ‘ ve dini devlet ideolojisi etrafında tanımlama çabalarının damga vurduğu laiklik kurumu, sonraki sürecin doğumdan kaynaklanan anomalisini ifade ediyordu. Bu doğum anomalisi, daha sonraki laiklik kurumunu koruma çabalarını da hem içerik olarak, hem de dayandığı güçler açısından sorunlu kıldı. Ordu rejimin teminatı olarak laikliğin de hamiliğini üstlendi. Öte yandan bu devletçi anomali laiklik karşıtı güçlerin kitlesel zeminini süreç içinde giderek genişletmesinin de kolaylaştırıcısı oldu. Sonuç olarak laiklik için mücadele ya da laikliği koruma çabaları bir türlü kitleselleşemedi ya da seçkin ya da seçkinci çevrelerin sorunu gibi algılanmasına yol açtı.
Bu bir çeşit ‘devlet dini’ etrafında şekillendirilen laiklik kurumunun; geniş halk kitleleri nezdinde sağlam bir zemin yaratamamış ve yaratmasının da mümkün olmadığı koşullarda, bir çok temel varoluşsal problemleri ile birlikte ordunun da güçten düşmesi nedeniyle etkisizleştirilmesi-tasfiyesi pek de zor olmadı. Zaten kimi muhalif entelijansiya içinde de giderek bu doğum anomalisinden kaynaklanan sorunlar, sorgulanmaya başlamıştı. Nitekim bu süreçte laiklik karşıtı çevrelerin mücadelelerini bir ‘özgürlükler sorunu’ alanına taşımaları karşısında bir direnç oluşturulamadı. Bu vasatta, maalesef hala toplumsal yaşamın bütün alanlarının dinsel kodlarla düzenlenmesi-restorasyonu- girişimleri bir özgürlük mücadelesi olarak takdim edilebiliyor ve daha da önemlisi hala bir kısım aydınlar süreci kendilerine dayatılan bu alanda tartışıyor ya da tarifliyorlar.
Oysa uzunca bir süredir hükümet eliyle yürütülen uygulamalar ve düzenlemelerle yoğun bir ideolojik hegemonya toplumsal dokunun bütün hücrelerine yönelik bir kuşatma halinde sürdürülüyor. İdeolojik hegemonyanın temel referansı islamın sünni versiyonu. Bu ideolojik yayılma son derece incelikli bir şekilde adım adım yeni kurumlar yaratılarak, eskileri yaygınlaştırılarak, dinsel ritüeller abartılı bir şekilde canlandırılarak, iletişim jargonu tepeden aşağı dinselleştirilerek, toplumun bütün kesimlerine, özellikle gençlere ve giderek çocuklara yönelerek egemen kılınmaya çalışılıyor. 'Kindar ve dindar nesiller yetiştirme' hedefi uzun vadeli bir perspektifle ve vites büyütülerek sürdürülüyor. Bu sürecin en çok acı çeken ve mağdur kesimlerinin her kuşaktan kadınlar ve kadınlık bilinci olduğu çok açık. Nitekim öncelikle ve yoğunluklu olarak onlar ‘tehlikenin’ farkında. ‘Tehlike’ ifadesi abartılı bulunabilir. Bu satırların yazarı hiçbir abartma olmadığını düşünüyor. Bunun için sadece ülke içindeki gelişmeleri izlemek, dökümünü yapmakla yetinmemek gerekiyor. Hemen çevre ülkelerde, bölgede olan bitene bakmak gerek. Asıl tehlike ise dini güçlerin ve ideolojinin uluslararası alanda yaygınlık kazanmasından çok sisteme yönelik muhalefetin-silahlı, silahsız- bu dini ideolojik referansları temel alan güçlerce sürdürülüyor olması ya da bu izlenimin yaygınlaşması. Nitekim çok farklı ülkelerde gençler arasında çok geniş yankı yaratabilmesi ve destek bulabilmesi bu ‘muhalif’ görünebilmeyi başarmış olabilmesi dolayısıyladır.
Hükümet eliyle yürütülen bu ideolojik hegemonyanın amacı, sorgulamayan, biat etmeyi içselleştirmiş kör ve sağır bir toplum yaratmak. Bu ideolojik hegemonya çabalarının önce durdurulması ve adım adım geriletilmesi gerekiyor.
Bu islamın bir versiyonunu temel alan ideolojik hegemonya taarruzuna; kurumlarına, argümanlarına, araçlarına, söylemlerine, tüzüklerine, yönetmeliklerine yönelik ciddi bir zihin açıklığı ve mücadele programı gerekiyor.
Eski tarz-genel kurmay komutasında sürdürülen içi boş- 'laiklik için mücadeleden' söz etmiyorum. Ya da 'aydınlanmacı damar' adı altında Kemalizmi temel alan ve bir 'laikperver' mücadeleden. Bu referanslarla sürdürülen laiklik mücadelesinin Kemal Gürüzler'den, Kemal Alemdaroğullarından, Çevik Birler'den, 28 Şubatlardan geçerek aslında AKP'nin değirmenine su taşıdığı açık.
Benim söylemek istediğim daha kapsamlı, bir özgürlükleri temel alan bir toplumsal proje ile toplumsal ilişkileri kuşatmaya yönelik olarak dinsel ideolojinin karşısına dikilmek. Tabii ki toplumsal muhalefet güçlerinin ‘laiklik için toplumsal programı’ oluştururken özgürlükleri temel alması gerektiğine, bir din karşıtlığının ağına düşmemeye, geçmişten bu konuda devralınacak çok fazla olumlu bir gelenek olmadığını bilmeye ihtiyacı var.
Laiklik-kelimenin içerdiği geçmişten kaynaklı bütün olumsuz hatırlatmalara rağmen- için mücadelenin toplumsal muhalefetin önemli gündem maddelerinden biri olduğunu artık farketmek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder